29/05/2025 | Yazar: Seçin Tuncel
Sakarya Üniversitesi Dayanışması’nın “Yasaklarla, Tasarılarla ve Kurmacalarla Mücadele" başlıklı etkinliğine Umut Güner, Nedime Erdoğan ve Mahmut Şeren konuştu.

SAÜ Dayanışması, 27 Mayıs Salı günü Sakarya’da “Yasaklarla, Tasarılarla ve Kurmacalarla Mücadele: Hak Temelli Yaklaşım ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Savunusu” başlıklı bir etkinlik düzenledi. Eğitim-Sen Sakarya Şubesi’nde gerçekleşen etkinlikte, Kaos GL Genel Koordinatörü Umut Güner, GALADER’den Nedime Erdoğan ve ÜniKuir’den Avukat Mahmut Şeren, LGBTİ+ karşıtı yasa tasarılarını, “yasaklı kelimeler” genelgesini ve “aile değerleri” söylemiyle sürdürülen hak ihlallerini değerlendirdi.
Etkinliğin açılış konuşmasını yapan Rümeysa, Sakarya Üniversitesi’nde (SAÜ) örgütlenen Öğrenci+ Gençlik Dayanışması’nın oluşum sürecine değindi. Dayanışmanın, üniversitede gerçekleştirilen bir yürüyüşle şekillendiğini ifade eden Rümeysa, bu süreci takiben gençlerin yan yana gelme ihtiyacının giderek görünür hale geldiğini belirtti.
19 Mart 2025 tarihinde yaşanan gelişmelerin ardından ise dayanışma ağı, kadın ve LGBTİ+ komisyonlarıyla birlikte daha da aktifleşti. Eylemlerde kendi kortejleriyle yer almaya başladıklarını aktaran Rümeysa, bu dönemin ardından gençlik forumları, boykot sohbetleri ve atölyeler düzenlemeye başladıklarını söyledi. Bu alanlarda LGBTİ+ haklarına sıkça yer verdiklerini ve dayanışmayı işlevsel kılmaya yönelik çabalarının sürdüğünü vurguladı.
Mahmut Şeren: “Yasa teklifleri kimliklerin savunuculuğunu cezalandırmayı hedefliyor”
Etkinlikte konuşan Mahmut Şeren, LGBTİ+’lara yönelik yasa tekliflerinin gelişim sürecini ve içerdiği tehlikeleri değerlendirdi. Şubat ayında kamuoyuna yansıyan ve Kaos GL'nin de incelediği bir taslak metnin hâlâ Meclis'e sunulmadığını belirten Şeren, yaklaşık bir buçuk ay sonra HÜDA PAR tarafından benzer bir teklifin Meclis’e sunulduğunu aktardı. Her iki metin arasında benzerlikler ve farklar olduğunu ifade eden Şeren, bu girişimlerin "Aile Yılı" kapsamında önceden planlanmış adımlar olduğunu vurguladı.
Uluslararası örneklerden öğrenilen baskı politikaları
Şeren, söz konusu tekliflerin sadece Türkiye'de değil, küresel ölçekte yükselen baskıcı dalgaların bir parçası olduğunu belirtti. Rusya, Macaristan ve ABD’de atılan kurumsal adımların örnek alındığını, Türkiye'deki “Aile Forumu”nun kapanış konuşmasında da bu ülkelerle kurulan iş birliklerinden duyulan memnuniyetin dile getirildiğini hatırlattı.
Taslakta öne çıkan tehlikeli maddeler
Mahmut Şeren, yasa teklifinin özellikle kamusal alanda “cinsel teşhir” olarak tanımlanan eylemler üzerinden kimliklerin varoluşunu hedef aldığını söyledi. Teklifin, doğuştan gelen biyolojik kimliğini ifade eden ve bu kimliği teşvik eden kişilere yönelik hapis cezası öngördüğünü belirtti. Bilimsel temelden yoksun olan bu teklifin gerekçesinde herhangi bir akademik kaynak ya da sosyal bilim verisinin bulunmadığını vurguladı.
Muğlak ifadelerle herkes hedefte
Teklifte yer alan muğlak ifadeler nedeniyle “trans olmayan ve hetero olmayan herkesin cezalandırılabilir” hale geleceğini söyleyen Şeren, yasa ile savunuculuğun dahi suç kapsamına alınabileceğine dikkat çekti. “LGBTİ+ hakları insan hakkıdır” gibi cümlelerin bile cezalandırılabileceğini belirtti.
İfade özgürlüğü ve basına yönelik tehditler
LGBTİ+ örgütlerinin karşı karşıya kaldığı baskılara dikkat çekti. “LGBTİ+ örgütlerine yönelik doğrudan bir kapatma davası olmaması, hukuki baskıların var olmadığı anlamına gelmiyor,” diyen Mahmut, gündemdeki yasal düzenlemelerin sivil toplumu hedef aldığını ifade etti. Meclisten geçen ve dezenformasyon yasası olarak anılan düzenlemenin, nasıl gazeteciler için bir baskı aracı haline geldiyse; benzer şekilde bu yeni yasa tekliflerinin de sivil toplum üzerinde aynı etkiyi yaratabileceğine işaret etti.
Transların sağlık hakkı tehdit altında
Taslak metnin transların sağlık hizmetlerine erişimini daha da zorlaştırdığını belirten Şeren, mevcut durumda bile karmaşık olan tıbbi uyum sürecinin daha da bürokratikleşeceğini dile getirdi. Sağlık Bakanlığı’nın belirleyeceği hastanelerde işlem yapılması zorunluluğu getirilmesi halinde, örneğin bir kişinin İzmir’den Van’a gitmek zorunda kalabileceğini, bunun fiilen süreci imkânsızlaştıracağını söyledi.
Ayrıca, 21 yaş altındaki kişilerin tıbbi süreçlere erişiminin engelleneceğini, sağlık personeline 7 yıla kadar hapis cezası öngören düzenlemelerin bulunduğunu belirtti. Uyum süreci kapsamında yapılan estetik işlemlerin bile cezalandırılabileceğini söyledi.
RTÜK ilkelerinde değişiklik ve evlilik yasağı
Şeren, RTÜK ilkelerinde yapılması planlanan değişiklikle “toplumsal cinsiyet” ilkesinin kaldırılmasının hedeflendiğini aktardı. Aynı cinsiyetten kişilerin evlenmeleri ya da nişan törenleri düzenlemeleri dahi suç kapsamına alınmak isteniyor. Transların evlenmesi halinde ise hapis cezası öngörülüyor.
Tüm bu düzenlemelerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarıyla da çeliştiğini vurgulayan Şeren, Rusya hakkında verilen ihlal kararlarının Türkiye için de geçerli olabileceğini belirtti. Teklifin, bilimsel verilerden ve insan hakları standartlarından tamamen kopuk olduğunu ifade etti.
Nedime Erdoğan: “Lubunya varoluşu bir tehdit değil, insanlık halidir”
Etkinlikte söz alan Nedime Erdoğan, “Ben bir anne değilim; sadece bir yurttaş ve eşitlik mücadelesi veren biriyim” diyerek konuşmasına başladı.
LGBTİ+ karşıtlığının “toplumsal önyargıdan çıkıp organize bir suç haline” geldiğini ifade eden Erdoğan, özellikle kamu kurumlarında yayımlanan genelgelerin bir kimliğin yok sayılması anlamına geldiğini belirtti.
Erdoğan, şunları söyledi:
“Ben bugün burada, yalnızca bir anne olarak değil; aynı zamanda bir yurttaş, bir insan hakları savunucusu ve eşitlik mücadelesi veren biri olarak konuşuyorum. Giderek artan şekilde devletin resmi politikalarına yansıyan LGBTİ+ karşıtlığı, artık yalnızca toplumsal önyargılardan kaynaklanan bir mesele değil. Bu artık organize bir yok sayma, suçlaştırma ve kamusal alandan silme politikasıdır. Geçtiğimiz aylarda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından yayımlanan ve kamu kurumlarının tüm iletişiminde “LGBTİ+” ifadesinin kullanılmasını yasaklayan genelgeyle, bir kelime değil, bir kimlik yok sayıldı. “Toplumsal cinsiyet”, “cinsiyet kimliği”, “cinsel yönelim” gibi ifadeler kamu kurumlarında yasaklı hale getirildi. Bu yalnızca idari bir talimat değil; aynı zamanda bir gerçekliğin üzerini örtme çabasıdır. Bugün LGBTİ+’ların karşı karşıya olduğu nefretin öznesi kılınma çabaları, sadece hak ihlali değil, aynı zamanda bir temsil krizidir. Çünkü çocuklarımızın ne medyada, ne okul kitaplarında, ne de kamu politikalarında yeri yok. Biz buradayız ve çocuklarımızı yalnız bırakmayacağız. LGBTİ+ karşıtı politikalar çoğu zaman “toplumun ahlaki değerlerini korumak” ya da “ailenin birliğini savunmak” gibi gerekçelerle sunuluyor. Ancak bu tür ifadeler, LGBTİ+ varoluşunu bir tehdit gibi göstermek için kullanılıyor. Oysa biz biliyoruz: Kimlik bir tehdit değil, bir insanlık hâlidir. Aileyi savunuyorsak, bütün aile biçimlerini dahil ederek savunalım. Hak diyorsak, tüm kimlikler için talep edelim. Güvenli alanlar yaratıyorsak, çocuklarımızın hepsini kapsayacak şekilde yaratalım.”
Umut Güner: “Tarhana adaletiyle eşitlik olmaz”
Sosyal hizmet uzmanı ve aktivist Umut Güner, konuşmasında eşit yurttaşlık ilkesinin yalnızca söylemde kaldığını, LGBTİ+’lara yönelik ayrımcı uygulamaların sosyal hizmet alanında da sistematikleştiğini vurguladı. “Bugün eşitlikten söz ederken hâlâ tarhana metaforları kullanılıyor. ‘Üç çocuğun varsa tarhanayı eşit böl’ anlayışıyla, sosyal hizmette adil dağıtım mümkün değil,” dedi.
Güner, LGBTİ+ yurttaşların hak taleplerinin meşruiyetinin sorgulanmasını eleştirerek, “Bu yasa tasarısıyla bize şunu söylüyorlar: Talep edemezsiniz, çünkü eşit yurttaş sayılmıyorsunuz. Ama bir yandan da ‘eşit yurttaş gibi davranın’ deniyor,” ifadelerini kullandı. Bu çelişkili yaklaşımın LGBTİ+’ları sistematik olarak dışarda bıraktığını belirtti.
Toplumsal eşitsizliklerin aile içindeki görünümüne de dikkat çeken Güner, “Aile kurumunu hep koruyucu ve dayanışmacı olarak düşünmeye meyilliyiz ama LGBTİ+’lar için aile, failin kendisi olabiliyor. Ahmet Yıldız’ın öldürülmesini aile meclisi kararına bağlayan bir sistemden söz ediyoruz,” dedi. LGBTİ+ örgütlerinin aileyle olan ilişkisinin çoğu zaman travmatik yüzleşmeler doğurduğunu vurguladı.
Etiketler: insan hakları, yaşam, nefret suçları, aile, siyaset