05/12/2013 | Yazar: Kaos GL

Otoriter muhafazakâr AKP, eşcinsellerin öldürülmesini, evlerinden atılmasını, işsiz kalmasını, tüm bunlara göz yumulmasını ‘eşcinsellikle mücadele yöntemi’ olarak benimsemekten vazgeçmiyor.

AKP’nin "İnsan Hakları Torbası"nda LGBT’lere Yine Yer Yok! Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Otoriter muhafazakâr AKP, eşcinsellerin öldürülmesini, evlerinden atılmasını, işsiz kalmasını, tüm bunlara göz yumulmasını “eşcinsellikle mücadele yöntemi” olarak benimsemekten vazgeçmiyor. 

Başbakan Erdoğan’ın demokrasi paketinde duyurduğu “ayrımcılık ve nefret suçları ile mücadelenin” yasama boyutunun, Türk Ceza Kanunu’nun bir maddesine yapılacak değişiklikten ibaret olduğu ortaya çıktı.
 
Gerek Türkiye kamuoyu, gerekse  Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği gibi hükümetlerarası kuruluşlar Türkiye’yi yıllardır iki önemli yasal düzenleme konusunda uyarıyorlar: Kapsamlı bir Ayrımcılıkla Mücadele Yasası ve Nefret Suçları Mevzuatı.
 
Birbirinden ayrı olması beklenen bu iki ayrı düzenlemeye dair bilgiler bugün itibariyle medyaya yansımış oldu. Bu iki insan hakları meselesi eğer bu şekliyle “maddeleşirse”, “insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün” sağlanması için büyük bir fırsat kötüye kullanılmış olacak.
 
Cinsel Yönelim ve Etnik Kimlik Temelli Ayrımcılık ve Nefretten Koruma Yok!
Türkiye’de, örneğin İslamofobi’den çok daha yaygın ve hunharca biçimlerde yaşanılan iki önyargı temeli, cinsel yönelim/cinsiyet kimliği ve etnik kimlik; korunan kategoriler arasında yer almayacak. Türkiyeli ve uluslararası kuruluşlarının sayısız önerisine ve daha önemlisi, acil sosyal ihtiyaca rağmen.
 
Anlaşılan o ki, otoriter muhafazakâr AK Parti, “onaylamadığı” eşcinseller ile mücadeleyi, ayrımcılık ve şiddet ile mücadeleye yeğ tutmuş. Hatta insanların öldürülmesini, evlerinden atılmasını, işsiz kalmasını, tüm bunlara göz yumulmasını “eşcinsellikle mücadele yöntemi” olarak benimsemiş; vazgeçmiyor. 
 
AK Parti yeni düzenlemenin içine “cinsel yönelim, cinsiyet kimliği” ve “etnik kimliği” almayarak Türkiye’de en şiddetli biçimde işlenen nefret suçlarına (ve ayrımcılık temeline) ortak olmayı göze alıyor! Denilebilir ki, yasama tekniği açısından salt anayasadaki mevcut koruma temellerine bağlı kalınmış. Yanlış. Siyasi iktidar ve yargı konu insan hakları olunca, anayasanın ilgili maddesini her zaman genişletecek şekilde yorumlayabilir; hatta bu onların insan hakları hukuku çerçevesindeki yükümlülüğüdür.
 
İnsan Hakları Torbası 
Kanun bu şekilde geçerse, korunan kategorilerdeki bu iki “ölümcül” eksik dışında, yasama tekniği ve kalitesi açısından da büyük hayal kırıklığı yaşanacak. 
 
AK Parti’nin “torba yasa ustalığı” bu çok önemli insan hakları mevzuatına da yansımış: Birbiriyle ilişkili ama ayrı ele alınması gereken iki özel alan, mevcut Türk Ceza Kanunu’nun 122. maddesine yapılacak bir iki ek ile geçiştirilecek!
 
Oysa, Türkiyeli akademisyenler ve sivil toplum kuruluşlarınca uluslararası standartlara ve ilkelere uyumlu yasa taslakları yıllardır AK Parti’nin elinde yasalaşacağı anı bekliyor. Türkiye’nin üyesi, katılımcısı olduğu Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi ve AGİT gibi kuruluşların da bu iki meseleye dair tutumları ve beklentileri son derece net.
 
Adaylık sürecinde Hükümet temel haklar alanındaki fasılın açılmasını talep ededursun, bu meselelerdeki mevzuatı uluslararası standartların da üzerine olan Avrupa Birliği’nin bu güdük ve ideolojik düzenlemeye nasıl tepki vereceğini göreceğiz.
 
Ayrımcılık ve önyargı ile “mücadele” mevzuatı salt bir ceza kanunu maddesine indirgenemez. Böyle olursa; eğitim, sağlık, çalışma, barınma ve benzeri temel alanlarda ayrımcılıkla mücadelede unsurlar, yetki ve görev alanları tanımlanmamış olur.
 
Kamu yönetiminin, sosyal bir mesele olarak ayrımcılığı ve nefret suçlarını disiplinler arası bir perspektifle izlemesi, istatistik tutması, politikalar üretmesi gerekir. İleri demokrasilerde ayrımcılık “ödetici adalet” anlayışı ile çözülmez. “Onarıcı adalet” ve insan hakları yaklaşımı çerçevesinde bu yasalar, mağduriyetlerin önlenmesi, giderilmesi, farklı ayrımcılık biçimlerinin birbirleriyle ilişkilerinin ve otonom özelliklerinin tespit edilmesi, buradan hareketle kamuya ve özel taraflara yönelik politikalar oluşturulması gibi kapsamlı sosyal politikalara referans verir.
 
Çağdaş ayrımcılık mevzuatı, ceza kanunu ruhundan o kadar uzaktır ki; pek çok ülkede bu mevzuat kapsamında hukukun altın kuralı "masumiyet karinesi" bile tersine işler: Mağdur kişi mağduriyetini değil; sanık, fail olmadığını kanıtlamak zorundadır. 
 
Ayrımcılık Yasası, çok kabaca hak, özgürlük ve hizmetlere erişim ve kullanımı düzenleyen bir bağlama otururken; nefret suçları mevzuatı ise “önyargı saiki” ile işlenmiş cezai suçları, genellikle bireye ve mülklere yönelik fiziki saldırıları kapsar. Bu bakımdan bunların teşkilatı, kurulu, vb. de farklı olur. Burada nefret söylemine dair düzenlemelerin ise yasal mı, denetimsel mi, etik mi olması gerektiği ise ayrı bir tartışma konusudur.
 
AK Parti’nin, ilkesel olmaktan öte çıkarlarına dayalı insan hakları ve çoğulcu demokrasi refleksleri, aynı bu kanun teklifinde olduğu gibi diğer eşitlik konularında da adaletsizliğe yol açıyor. Türkiye İnsan Hakları Kurumu ve Kamu Denetçiliği Kurumu ile; oluşturulması beklenen Ayrımcılıkla Mücadele Kurulu, Nefret Suçları Kurulu, İşkenceyi Önleme Komiteleri gibi yapıların koordinasyonu ve görev-yetki dağılımı böylesine bir siyasi iradenin ürünü olursa, Türkiye’nin işi zor.

Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam