23/03/2012 | Yazar: Kaos GL

Demokratik Anayasa Hareketi’nden (DAH) Ayhan Bilgen, anayasal taleplerin açıkça tartışılabilmesi için önce anayasa sürecinin demokratikleştirilmesi, yasakların kaldırılarak özgür bir ortamın hazırlanması gerektiğini söyledi.

Anayasa Yapımı Metin Yazma Marifeti Değildir! Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Demokratik Anayasa Hareketi’nden (DAH) Ayhan Bilgen, anayasal taleplerin açıkça tartışılabilmesi için önce anayasa sürecinin demokratikleştirilmesi, yasakların kaldırılarak özgür bir ortamın hazırlanması gerektiğini söyledi.
 
Anayasa yapımının metin yazma marifeti olmadığını söyleyen Bilgen, iki hukukçunun bir ülke için demokratik anayasa yazabileceğini belirterek şöyle konuştu:
 
“Mesele toplumsal güçlerin karar sürecini belirleme iradesine sahip olup olmama meselesidir. Türkiye’de toplumsal dinamikler siyasette hak ettikleri güce sahip değiller. Aleviler, çevreciler, kadın hareketi, işçi hareketi, belirleyici değil. Kürtlerin kendi siyasal atmosferi, tüm adaletsizliklere rağmen Meclis’te temsil iradesini yakalamıştır. Diğer kesim için söylemek mümkün değil.”
 
Demokratik Anayasa Hareketi’nden (DAH) Ayhan Bilgen ile İbrahim G. Açıkyer (ANF) konuştu.
 
Demokratik Anayasa Hareketi’nden (DAH) Ayhan Bilgen, toplumsal muhalif dinamiklerin etkin mücadele yürütmek suretiyle doğrudan demokrasi araçlarını kullanarak, yeni anayasa inşasında karar süreçlerine katılımda halk iradesinin yansıtılacağı Anayasa Meclisi oluşturulmasının elzem olduğuna dikkat çekti. Bilgen, ayrıca bu yeni anayasa sürecinde AKP’nin geçmişle yüzleşme ve hesaplaşmada Kürt siyasi hareketinin kadrolarını tutuklayıp, baskıyı artırmak yerine, 30 yıllık süreçte yaşanan hak ihlalleri, faili meçhuller, köy boşaltmalar gibi önemli sorunların çözümünde samimi adımlar atması gerektiğini ifade etti.

DAH bünyesinde çalışma yürüten Ayhan Bilgen, amaçlarının yeni anayasa sürecinde yerelde inisiyatif geliştirmek ve toplumun muhalif dinamiklerinin karar süreçlerinde belirleyici olmasının önünü açmak olduğunu belirtti.

DAH olarak yürüttüğünüz anayasa tartışmaları kapsamında siz bu anayasa sürecini nasıl ele alıyorsunuz?
Anayasa için iki ihtiyaç var. Birincisi devletin böyle bir ihtiyaç duyması. Devlet içinde değişen iktidar dengeleri hem de toplumsal taleplerin kontrol edilebilmesi ve yönetilebilmesi için devlet bir hukuk inşa etmeye çalışıyor. Gerek kendi içindeki kavga, yargı, askeri bürokrasi, iç çekişmeler, yani eski konseptten yeniye geçişteki durum. Kürtlerin, Alevilerin ve farklı kesimlerin taleplerinin karşılanmasıyla alakalı yeni anayasa ihtiyacını doğuruyor. Tabi ne kadar yeni sorusunu gündeme getiriyor. Geçmişle yüzleşen, geçmişle hesaplaşan bir yeni sayfa mı açılacak, yoksa iktidar ve egemenliği devam ettirebilecek bir makyaj mı yapılacak? Bu ikisi arasında ciddi bir fark var. Toplumsal bir anayasa yapılması ise başka bir sürecin inşasını gerektiriyor.

Geçmişle hesaplaşma ve yüzleşme konusunda AKP’nin yaklaşımı nasıl?
Kavramların içini boşaltan bir süreç işliyor. Literatürde yüzleşme nasıl olur, dünyanın başka ülkelerinde nasıl gerçekleşmiştir? Bunun örnekleri var. Kulağa hoş gelen barış gibi, adalet gibi kavramların değerlerin içi nasıl boşaltılıyorsa yüzleşme, hesaplaşma gibi kavramların da içi boşaltılıyor. Geçmişle topyekün yüzleşme olması gerekirken Türkiye’de yapılan şu an da bir günah keçisi ilan etme, faturasını birkaç kişiye kesme var. 90’larda köy boşaltmalardan faili meçhullere, gözaltında kayıplara kadar bütün bu olaylar devletin kontrolündedir. Başbakanından İçişleri Bakanına, Genelkurmaydan kuvvet komutanlarına kadar birçoğunun içinde de olduğu süreçlerde verilen kararlarla yapılmış şeylerdir. Birkaç kendini bilmezin gidip orada yaptığı münferit olaylar olmadığı, o ölçekteki binlerce köy boşaltması birkaç kişinin işi olamaz. On binlerle ifade edilen faili meçhuller birkaç kötü polis ya da JİTEM elemanının işi olamaz. Devletin yapmadığını, birkaç kişinin yaptığı, emekli olmuş, iş yapamaz hale gelenlerin, yıpranmış, kirli işlere bulaşmış kişilere bu işi fatura ederek sistemi güncelleme ve daha meşru, akredite bir pozisyona taşıma çabalarıdır.

O zaman geçmişle yüzleşme ve hesaplaşma durumu yaşanmıyor…
Yüzleşme ihtiyacını neden duyarsınız? Geçmişte yapılanların yanlış olduğunu düşünürsünüz, vazgeçme iradeniz olur. Bir daha onları tekrarlamama konusunda siyasi kararlılık içinde olursunuz. Geçmişte bu işlere bulaşmış aktörleri cezalandırma, mağdur olanların da haklarını iade etme konusunda çaba içinde olursunuz. Yüzleşmenin gerektirdiği aşamalar, adımlar bunlardır. Tartışma süreci yaşanır, yargılamayla paraleldir bu süreç. Şimdi bir takım askerlerle ilgili yargılama var. 90’ı yıllarda kamuoyunun bildiği temel olaylar kimseye sorulmuyor. Son yıllarda hükümete yönelik darbe girişimlerini soruyorlar. OHAL dönemindeki olayları yargılamak yerine kamuoyunun bildiği korucu ailesi, belediye başkanı görevlisi dışında o dönemde kim varsa en alttaki görevliden en üstteki MGK’ya kadar topyekün yargılama var mı, hayır. Bu çok açık. Sonuçta bu işleyiş, bunlar bir hukuka dayanıyor. 12 Eylül anayasası ve önceki benzer anayasa anlayışlarıdır. Yeni bir dönem açmak istiyorsanız o dönem anayasasıyla yüzleşmelisiniz. 12 Eylül anayasasıyla topyekün yüzleşirseniz bu işin içine girerseniz, başka bir demokrasi ve hukuk, güvenlik bürokrasisinin denetlenmesi öyle anlam kazanır. O dönemin yöntemlerine dair bir tartışma ve hesaplaşmayı söz konusu kılmadan yeni anayasa yapıyorum demekle olmaz. Aksine o yapıyı koruyan, yaşatan ve güncelleyen hatta yıpranmış olan yanlarını törpüleyen “yeni” anayasadır. Haliyle geçmişle yüzleşen, yeni bir anayasa değildir.

Bu süreçte özellikle adalet ve demokrasi talebinde bulunan muhalif dinamiklerin nasıl bir yol izlemesi gerekiyor?
Nasıl olmasını istiyorsanız bu soruya paralel kim tarafından sorusunu da sormak zorundasınız. Geçmişteki tüm günah galerisinin sorumlusunun fotoğrafını netleştirmeden yapıcı, kurucu bir irade tarif edemezsiniz. Bu işlerde sorumluluğu olanlar, yeniyi inşa etmeyi ellerinde bulunduruyorlar diye bakarsanız, demokratikleşmeyi gerçekleştirecek, anayasayı hazırlayacak bu suçun insanlarıysa o zaman beklentileri yeniden masaya yatırmak zorundasınız. Şimdiye kadar etkin yargılama sürecini başlatmayan on yıllık iktidardan bahsediyoruz. Bu suçların sorumlularını yargılama konusunda ciddi adımlar atmayan, hatta bırakın sorumluları yargılamayı, Sivas Madımak olayının yarı sorumluluğu önceki iktidarlara aitse yarısı da bugünkü iktidara ait. Sivas olayı gibi yüzleşme olayına girecekseniz ama tarihi fırsatı kullanmıyorsunuz. Büyük bir hayal kırıklığı, infial yaratacak olayda bile üzerinize düşeni yerine getiremiyorsanız birkaç generali yargılıyoruz diye bu süreci başlatamazsınız. Bunun sorumlusu olan iktidar bu yeni anayasayı yapacaksa, en azından devam ettiricisi olan, sorumlusu diyemeyiz ancak tarihi arka planı olan bu iktidar yapacaksa bakış açımızda sorun var demektir. Katilimizden, cellâdımızdan bunu istiyoruz demektir. Ülkeyi yöneteceklerden istenecek şeyler vardır. Hükümetten talep ettiğiniz şeyin muhatap açısından yapacağı şeyler var. Ancak önce rüştünü ispat etmesi gerekir. Doğru ve demokratik, tutarlı bir sürecin olması için mesela yol temizliği denen şey budur.

Önce anayasa tartışma ortamını demokratikleştirirsiniz, yasakları kaldırır özgür bir ortam hazırlarsınız, o ortamda talepler açıkça tartışılır. Sendikalar, muhalefet partileri, bu iktidar bu işi yapacak, çoğunluk onda, onlardan demokratik anayasa istiyoruz derse çok naif bir talep olur. Tek taraflıdır, karşı taraf canı isterse, koşulu izin verdiği kadar yapar, ötesini yapmaz.

Eleştirileriniz doğrultusunda ele alırsak neler yapmalı muhalifler?
Bu anayasa nasıl olur, dünyada yeni bir anayasa yapmayı başarmış ülkeler, geçmişiyle yüzleşmiş hesaplaşmış ve yeni bir konsept geliştirmiş İspanya örneğine bakın. İster bölgesel hakların, statülerin tanındığı İspanya’ya bakın ister topyekün hakikatleri araştırma komisyonlarıyla masaya yatırıldığı Güney Afrika örneğine bakın. Her ikisinde de net bir siyasi irade vardır. Toplumsal baskının ortaya çıkardığı iradedir. Türkiye’de böylesi bir baskı, yani sendikalar, siyasi partiler, toplumsal kesimler aracılığıyla siyasal iktidar üzerinde caydırıcı bir baskı kurulamıyorsa iktidarın lütfettiği, izin verdiği, uygun gördüğü oranda bir “demokratik anayasa” olacaktır. Şu anda bulunduğumuz pozisyon da budur. Bundan çıkacak pozisyon da Kürt sorununun çözümü, diyanet ya da din derslerinden duyulan rahatsızlıklar değil Cumhurbaşkanlığı yetkilerinin artırılmasıdır. Asıl anayasa ihtiyacının dayandığı temel nokta burasıdır. Cumhurbaşkanlığının yetkilerini artırmaya yönelik taleptir. Referandumda toplumsal desteğini artırmak için Kürtleri, Alevileri, sol çevreleri memnun edecek bir iki süs niteliğinde talebe yer verilecek. Eğer buysa bizim beklentimiz yeterli görülebilir. Ama bunun sorunları çözmek bir yana derinleştireceğini düşünüyorum. Yani toplumsal kesimlerin taleplerini karşılıyor gibi yapmak, onların kullandığı kavramları alıp içini boşaltıp kendi egemenliğini korumak için yapılan düzenlemeler tam tersi sonuçlar doğuracaktır. Toplumsal kesimin taleplerinin gündemleştirilip çözülüyormuş gibi hava oluşturulmasında iktidarın başarılı olması değil, muhalefetin zayıflığı söz konusu.

Muhalif olan bir Kürt hareketi var. Son 3 yıldır da Kürt siyasetine dönük ciddi baskı, tutuklama furyası var…
Yol temizliği dediğimiz şeyi hükümet tersinden okuyor. Aktör temizliği yapıyor. Demokrasi algısında, konseptinde örgütlü bir toplumla demokratikleşme derdi yok. Aktörleri ortadan kaldırıp atmosferi böyle demokratikleştirmeye çalışıyor. Kendince dikensiz gül bahçesi oluşturmayı hedefliyor. Muhalefet yoksa bir ülkede özgürlükler kolayca vaat edilir. Toplumsal muhalefetin parçalı duruşu var. Kendi sorunlarına yoğunlaşma var. Alevilerin, Kürtlerin sorunlarına, işçilerin Alevilerin sorununa. Alevilerin dindarların sorununa mesafeli duruşları var. Toplumda farklı nedenlerden dolayı haksızlığa uğrayan kesimlerin birbirine olan mesafeli tutumu. İkincisi güçlü ve kesintiye uğramamış bir mücadele geleneğine sahip Kürtler dışında kimse kalmadı. 12 Eylül’ün sendikal mücadele ve muhalif kesime vurduğu darbe içini boşalttı. Buralar daha çok kariyerist, kişisel çıkar eksenli olmaya özendirildi. Tabi herkesi kapsamıyor bu yozlaşma. Siz toplum lehine kazanım elde etmiyorsanız zaten varlığınız tehdit oluşturmuyordur. Hatta varlığınız sistemin demokratik görüntüsü için meşruiyet oluşturuyor. Tehdit oluşturmayan bir muhalefet fotoğrafı oluşturuluyor böylece. Caydırıcı bir etkisi yok. Kürt hareketinin bir alternatifi olduğu için, alternatifi kendisi oluşturma iddiasında olduğu için iktidar, biraz cezalandırmayı farklı bir dozda tutuyor, etkisiz kılmaya girişiyor.

MİT-PKK görüşmesi hususu var. Başbakan sorunun çözümü noktasında bu görüşmeyi neden sahiplenmedi? Neticede bu da geçmişle yüzleşme adına atılacak bir adım niteliğinde olamaz mıydı?
Devlet görüşürken birçok askerin hayatına ve maddi kaynağa mal olabilecek bir durum var. Devlet olarak karşısındaki silahlı güce, örgüte görüşme yoluyla taleplerini kabul ettirirse başarıdır. Ama karşı tarafında talepleri olacak. Görüşme yoluyla beklentiye girme tek taraflı bir durumdu devlet açısından. Kürt hareketinin, yani silahlı Kürt gücünün sınır dışına çıkarılması hedefli görüşme yaptı. Kürtlerden beklentisi gerçekleşmedi. Bu anlamda talebini kabul ettiremedi muhataplarına ve İmralı’ya. Dolayısıyla burada kendi tezini kabul ettiremeyip karşı tarafın taleplerini de yerine getiremeyince görüşme tıkandı. Bunu değerlendirirken yani bundan sonrası için öncellikle bunun altını çizmek gerekiyor. Sanki hiç görüşme yapılmıyormuş gibi operasyonlar, tutuklamalar yapılacak. Ve muhtemelen hiç çatışma yokmuş gibi görüşme yapılacak. Eskiden görüşme için ateşkes olsun isteniyordu. Ama şimdi devlet operasyonunu da yapacak ihtiyaç görürse görüşecek. Eş zamanlı. Dünyada da böyle dönemler yaşanmıştır. İRA örneğindeki gibi. Hem çatışma hem görüşme.

Fakat burası Ortadoğu. Hem görüşme hem çatışmanın Kürtler ve Kürt siyasi hareketi üzerinde yaratacağı etkiler var. Yani inandırıcılık, samimiyet bağlamında nasıl ele alınabilir?
Burada güven artırıcı adım dediğimiz bu. Kimsenin niyetini bilemezsiniz. Ama bunun göstergeleri vardır. Tutarlılıktır. Siz sorunu diyalog yoluyla çözeceğiz inanıyorsanız yargı ve polisiye durum buna paralel olmalı. Burada dikkat çeken nokta Türkiye bu işi öğrenememe sürecini yaşıyor. Hem tutuklama hem diyalogla çözüyorum, anayasa yapıyorum söyleminin anlamsız olduğunu göstermesi açısından zaman ve insan kaybedeceğiz. Devlet şöyle kritik bir dönemde olduğunu düşünüyor; yani haritaların yeniden çizileceği dönemdeyiz Ortadoğu’da. Bu durumda örgütlü Kürt muhalefetinin bu tarihi fırsatı kendi lehine kullanacağını düşünerek cephe gerisini temizle harekatı bu. Birkaç yıldır süren tutuklamaları böyle değerlendiriyorum. Bu sonraki dönemde yeni konseptten faydalanacak aktörleri ortadan kaldırmaktır. Ya da tehlikeli kırılma noktalarında gücü etkisiz bırakma niyetidir. Anayasa tartışmaları da tutuklamalar da Suriye, Irak ve İran’daki gelişmelerden bağımsız ele alınamaz. Türkiye’nin önüne tıpkı Özallı yıllarda olduğu gibi “ya büyürsün ya bölünürsün” noktasında bir pozisyon sunulmuştur. Türkiye’nin Suriye’ye girmesini istemiyor birileri. Uluslararası güçler açısından söylüyorum bunu. Girerse çıkamaz diye düşünüyorlar. Ama bir kısım da Türkiye’yi Suriye’deki ateşi almada bir maşa gibi kullanmak istiyor. Türkiye, Suriye’de üstleneceği aktif rolü Kürt sorunu üzerinde okuyor. Kendisine yönelik iç ve dış tehdidi Kürt sorunu üzerinden algılıyor. Dolayısıyla bu kadar dış politikayla iç süreçlerin iç içe geçtiği dönemde attığı her adım, yaptığı her tercih hem büyük risk içeriyor, hem de çaresizlikten eskiden beri denenen yöntemlerin deneneceğini gösteriyor.

Bu noktada Kürt hareketi belirleyici o zaman. Peki DAH olarak yürüttüğünüz tartışmaların ekseni nasıl gelişti?
30 ilde toplantı yaptık. Bazılarında birkaç toplantı. Daha kitlesel oldu. Bazı şehirlerde başka kurumlarla ortaklaşarak yaptık. Çevre hareketini, vicdani ret hareketi, sendika emek hareketlerini, HDK içindeki sosyalist hareketleri, muhafazakar dernekleri, insan hakları çevrelerini katmaya çalıştık. Bu dinamiklerin ortaklaşa geliştirdiği bir süreç, bir irade olması gerekiyor. Anayasa yapımı metin yazma marifeti değil. İki hukukçu bir ülke için demokratik anayasa yazabilir. Mesele toplumsal güçlerin karar sürecini belirleme iradesine sahip olup olmama meselesidir. Türkiye’de toplumsal dinamikler siyasette hak ettikleri güce sahip değiller. Aleviler, çevreciler, kadın hareketi, işçi hareketi, belirleyici değil. Kürtlerin kendi siyasal atmosferi, tüm adaletsizliklere rağmen Meclis’te temsil iradesini yakalamıştır. Diğer kesim için söylemek mümkün değil.

Bu süreçte bu kesimler zayıf kalırsa, yani muhalif dinamikler…
Dört partinin yürüttüğü meclis çalışmasında anadil talebi yerine gelir mi, bu mümkün değil. Zorunlu din dersi kaldırılır mı, mümkün değil. Toplumsal dinamikler, yerelde tartıştığımız yol temizliğinde ısrar etmek zorunda. Öncelikle demokratik bir anayasa için Terörle Mücadele Yasası, özel yetkili mahkemeler gibi temel alanlarda örgütlenme ve ifade özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması sağlanmalı ki, biz anayasaya dair tartışmaları cesaretle yapalım. İkincisi ise sadece metin yazma işi değil. Toplumsal dinamiklerin işidir. Dünyada doğrudan demokrasinin araçları gelişiyor, halk meclisleri kurulup geliştiriliyor. Bizim de 4 yılda bir yapılan seçimle oluşturulan Meclis’e bu yetkiyi tek taraflı olarak devretmemiz halk iradesi üzerine ipotek koymaktır. Parti liderlerinin iki dudağı arasındaki demokrasi işliyor Türkiye’de. Parti siyaseti açısından söylüyorum. Halkın doğrudan demokrasi araçlarını kullanması noktasında Kürtler dışında hiçbir örgütlü muhalefet yok Türkiye’de. Dolayısıyla da burada toplumsal dinamiklerin karar süreçlerine katılımında bir irade şekillenmeli. Anayasa Meclisi olabilir bu. Dünyada örnekleri var bunun. Bunların oluşumu tartışılabilir. Dünyada farklı uygulamalar var. Ülke nüfusunun ciddi bir bölümü 26 yaş ortalamasında olduğunu düşünürseniz gençlerin katılımı parlamentoyla olmaz. Parlamentoda yaş ortalamasına, cinsiyet temsiline bakın. Ülke nüfusunun yarısı kadın ama Meclis’teki kadın sayısına bakın. BDP dışındaki partilerde sembolik denecek sayıda kadın var. Toplumsal dinamikler üzerinden baktığınızda temsilde adaletin olmadığı bir yer demokratik bir anayasayı halka “armağan” eder ancak. Bu sosyal sürecin eseri değildir.

Anayasa sürecine katılırsınız diye konuşulacak şeyler değil. Bu konuda ciddi engeller var. Gençlerin siyaset yapması önünde engeller var. Kadınların da. Anayasa yapmak geleceğe dair planlama yapmaktır, nasıl yaşayacağınıza dair bir plandır. Bunun seçimlere endekslenmesi doğru değil. Belli ki artık bunları ifade ediyorlar. İktidar partisinin niyeti geçiş dönemi anayasası yapmak, kimseye statü vermeyen, nötr bir anayasa. Milliyetçi vasıfları törpülenmiş, daha liberal, ekonomik sosyal hakları güçlendirmeyen, dünyadaki ekonomik krize rağmen. Bunu yapmıyorsanız zaten ihtiyaca cevap veremeyeceksiniz demektir. Kürtler Lazlar, Çerkezler gibi toplumsal kesimlerin taleplerini çözüme kavuşturmaya gitmeyen, mevcut anayasanın Türk vurgusunu törpüleyen bir geçiş anayasası yapmak. Bu anlamlı olabilir ama burada can yakıcı sorunlar var. Kritik tarihi bir dönemeçte olunmasaydı, dersiniz ki tamam 70 yıldır böyle anayasayla yaşıyoruz bir 5 yıl daha yaşarız. Ama bu böyle değil. Çok daha radikal adımları atmayı göze almalısınız. Anayasa böyle değerlendirilmeli.

DAH burada nasıl bir işleyiş, çalışma ve örgütlemeyi esas alıyor?
Biz daha çok yerel anayasa girişimlerinin ortaya çıkmasını istiyoruz. Kalıcı, daimi iradenin ortaya çıkmasını ve bunların ortaklığının sağlanması. Karadeniz, Ege, Malatya, Antep, Hatay, Konya, Çorum gibi yerlerde toplantı yaptık. Bu kentlerde çeşitli kesimleri Meclis’teki sürece endekslemeden. Çünkü Nisan ayında metin yazılmaya başlanınca bir kopuş yaşanacak. Yani Kürtlerin talepleri, bu taleplere cevap vermek istemeyen bir iktidar, muhtemelen diğer iki muhalefet partisinin de takınacağı tavra göre iktidar partisi kendi gücüne dayanarak bir hamle yapacak. Sayısal gücü referanduma yetecek halde kendi paketini gündeme getirecek. Bizler de bu sürece endeksli bir anayasa çalışmasına girersek birçok çevrenin yaptığı gibi buna kilitlenirsek hükümet önümüze bir paket koyduğunda evet demek zorunda kalacağız. Oysa biz daha uzun soluklu bir mücadeleyi anayasa mücadelesi olarak tanımlarsak bir takım iyileştirmelerin de bu anayasa içinde yapılabileceği önceki anayasanın ruhunu, temel paradigmasını, orada korunan gözetilen çevrelerin pozisyonunu değişmesini savunuyorsak kalıcı bir irade inşası olmalı. Bu da kurucu iradeyi yansıtabilecek bir Anayasa Meclisi’nden vazgeçmemektir. Bu parlamentonun görevi de bu sürecin önünü açmaktır. Yoksa o yetkiyi tek başına kullanmak değildir.

DAH’ın talepleri neler olacak?
Bu iktidarın ve bu meclisin bu işi yapacağına dair beklenti içinde olunursa hayal kırıklığı yaşanacak. Bunu görmek için müneccim olmaya gerek yok. Her şey ortada. Kullanılan dile, söyleme bakın; bana anadil talebiyle gelmeyin, diyen bir başbakan ve buna paralel CHP ve MHP var. Bu uzlaşmadan anadil talebi çıkma düzeyi nedir, seçmeli derstir. Bu Kürtlerin talebini karşılar mı, hayır. Bunu yarın deneyerek değil dikkate alarak planlama yapmak gerekir. Meclisteki komisyon çalışmaya devam ettiği sürece biz yol temizliğini hatırlatacağız. Yol temizliği yoksa demokrasi çıkmaz diyeceğiz. İç anlaşmazlıklar çıktığında diyeceğiz ki Anayasa Meclisi kurulsun. Yani Türkiye parlamentosunun siyasi kültürü, ahlakı birlikte çalışmaya uygun değil. Meclis iç tüzüğünün hazırlanışında olduğu gibi küfürlerin tekmelerin karar süreçlerinde belirleyici olduğu bir sistemi var. Anayasa meclisleri böyle çalışmaz, yeni sayfa açmak isteyen çevrelerin birlikte çalışmasıdır. Biz o Nisan ve Mayıs’tan itibaren parlamentoda komisyonda iç kırılmalar başlayınca anayasa meclisi kurulmasını daha yüksek sesle söyleyeceğiz. İktidar partisi kendi paketi üzerinden referanduma gitmeyi düşünürse taleplerimizi o zaman ortaya koyacağız. Diyeceğiz ki; bu sizin paketiniz, bunlar da bizim taleplerimiz. Taleplerimiz bu pakette yoksa niye destek verelim? Taleplerimizden niye vazgeçelim? Bedel ödenmiş, 1983’ten bu yana savunulan şeyler. Bu talepleri karşılamayan bir anayasayı yeni anayasa olarak kabul etmeyeceğiz. Yani taleplerimizi en sona bırakacağız.

Etiketler: insan hakları, sivil anayasa
nefret