06/10/2015 | Yazar: Kaos GL

İçimden çığlık atmaya başlıyorum, kimsenin duymayacağı sadece annemin duyacağı çığlıklarla...

Esra Erben’in Pasiflaura rumuzuyla 10. Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda yer alan öyküsü: İçimden çığlık atmaya başlıyorum, kimsenin duymayacağı sadece annemin duyacağı çığlıklarla...

Çok değil ama ara ara hissederdim bu duyguyu. Omuzlarıma yüklenmiş gibi olurdu hayat. Ağırlığıyla hiç ilgilenmezdim; çünkü taşımak istemiyordum bu yükü. Zamana bırakmanın çözüm olacağını söylerlerdi, zaman neydi ki? Ne yapacağımı bilmediğim anlardan biri daha gelmişti. Yaşadığım bu şehir, bu ev, birkaç arkadaşım. Toplayıp eşyalarımı gitmeli miydim, kalıp mücadele etmek dedikleri varoluşumu sürdürmeye devam mı etmeliydim(?) Sorular kafamda büyüdükçe kalp atışlarım hızlanmaya başladı. Sakinleşmek için derin derin nefes aldım. Aldığım her nefes doğduğum an’a kadar götürüyordu beni.

Annem!

Annemin çığlıkları.

Dünyaya geldiğim günü artık çok net hatırlıyorum. Çocuklar üç yaş öncesini hatırlayamaz derler, inanmayın. Ben duyduğum o sesleri hiç unutmadım, sadece annem anlattığında hatırladım. Aylardan ağustostu. Kasvetli hava dedikleri bu olsa gerekti. Sanki üzerimizde siyah bulutlar yer edinmişti de biz nereye gidersek oraya geliyordu. Sıcak bir taraftan, yağmur bir taraftan bastırdıkça bastırıyordu. Sabahın erken saatleriydi. Rüzgar yağmura karışmaya başlamış, gök gürültüsü yeri bile oynatacak güçteydi. Korkmamak elde değildi. Böyle bir günde doğmalı mıydı insan? Hani mevsimlerden yazdı ve sıcak bir günde kimseye sıkıntı olmadan dünyaya gelecektim? Annem ve annemin iç sesi. En çok duyduğum, duymaktan keyif aldığım kadınla tanışmak için yanlış bir gündü. Onun için günün yanlışı olmazdı. Daha fikir ayrılıklarına tanışmadan başlamıştık.

Hastaneye geldiğimizde yerimde duramayacak haldeydim. Belki de yerim artık dar geliyordu bana. Doğum sancısı dedikleri acıyı çektirmek istemiyordum. Uslu bir çocuk olup onu üzmeyeceğime doğmadan karar vermiştim. Sözümü tutamadım. 12 saat boyunca duyduğum tek his, bana en yakın olan kadının çığlıkları arasında kendini kaybetmesiydi. Acı, öfke, nefret, aşk, sevgi... Bunların sebebi ben değildim. Annem her çığlığında gözyaşı olup eksiliyordu, bense doğarak onu çoğaltacağımı anı bekliyordum.

Çığlıklar yerini sessizliğe bıraktığında korktum. Daha önce hissettiğim her şey bitmişti. Yeniden korktum, defalarca korktum. Korkudan ne yapacağımı bilemedim. Birkaç saniye böyle geçmezken, ben dokuz ay on dört günü geçirmiştim. Ağlamaya başladım. Ben ağladıkça insanlar güldü. İnsanlar güldükçe ben ağladım. Sesler hiç tanıdık değildi, bir o kadar da gürültülüydü. Bu gürültüde nasıl uykuya daldığımı bilemeyecek kadar küçük, uyandığımda huzuru anlayacak kadar büyümüştüm. İşte o ses, o kadın. Annemin kucağındaydım!

Yalnız değildim, yalnız değildi. Hayat bu olsa gerekti. Yüzümdeki gülümseme olmuştu, benim için saatlerce çığlık atıp, bağıran, ağlayan bu kadın. İçimi ısıtmıştı içinin sıcaklığıyla. Ruhuma dokunmuştu, ilk temasta. Öpüp koklamış, bağrına basmıştı beni. Yaşadığı her şey inat belki de yaşayacağım her şeye inat sahip çıkmıştı bana.

Yağmur durmuş, güneş yeniden varlığını göstermişti. Şimdi durup düşündüğümde pencerenin camından süzülen damlalar masum kadınların gözyaşlarına benziyordu. Mutlu olmak için acı çeken tüm kadınların ağladığı zamanlara, attığı tüm çığlıklarla kendini anlatan kadınlara. Sıcaklık kendini yeniden hissettirmeye başlamıştı, pencereleri açan hemşire artık eve gitme zamanı geldiğini hatırlatmıştı.

Annem tüm yorgunluğuyla bana bakıyor, her seferinde gülümsüyor ve hayata yeniden başladığını hissettiriyordu. Başlangıçları seveceğimi o zaman anlamıştım, şimdiyse her şeyin bir sonu olduğunu düşünüyordum.30 yıl öncesine gidip geldiğim bu anlarda tutunacak bir şey bulmaya çalışıyordum. Bilmediğim tüm hislerin bu kadar tanıdık gelmesi bir yabancı gibi gitmesi hoşuma gitmemişti. Yabancı deyince birden babam geldi aklıma. Sahi ben babamla hala tanışmamıştım. Kimdi dünyanın en güzel kadınını kendine aşık eden adam? Aşık mıydı acaba babama? Hiç bahsetmiyordu ondan. Neredeydi, kiminleydi? Neden yanımızda değildi? Annemin çığlıklarını tek ben mi duymuştum? Duysa gelir miydi acaba? Beni istemiyor muydu yoksa? Yoksa annem mi onu istemiyordu?

Çocuk aklı dedikleri bu olsa gerek. Bir sorunun cevabını almadan başka bir soruyu sormak. Tekrar sormak, tekrar tekrar sormak. Bitmeyen soru işaretleri arasından aldığınız her cevapla yavaş yavaş büyümek, büyüdükçe düşünmek, düşündükçe değişmek.

Annemin hastanede eşyalarını toplamaya başladığı an geldi gözümün önüne. Tüm sakinliğimi sessizlikle harmanlayıp oturdum sandalyenin üzerine. Sigara içsem yakardım bir sigara biterdi tüm sıkıntılar. Annem olsa kızardı sigara içmeme ve eklerdi o güzel sesiyle “Sıkıntı yapacak ne var?” diye.  Üç dört gün kalmıştık hastanede. Geldiğimde kimse beni tanımıyor, giderken herkes yolcu ediyordu. Sorsalar beni nasıl bildikleri hepsi bir ağızdan “İyi!” diyecek gibi. O gün fark etmiştim, buradan ayrılırken. İnsan ait olduğu yeri bulana kadar gitmeliydi. Nereye ve ne zaman gittiğini düşünmeden ilerlemeliydi yolunda. Önüne çıkan engelleri bir kenara çekip soru işaretlerini noktalandırarak gitmeliydi.

Şimdi annemin attığı her çığlık kulağımda yankılanıyor. Toplayıp eşyalarımı gitmeli miydim, kalıp mücadele etmek dedikleri varoluşumu sürdürmeli miydim? Her çığlık yankılanıyor kulağımda. Kal diyordu sanki gitme bir yere. Bu kez toplama eşyalarını. Sessizliği dinle. “Kal” diyor zamanında kalan beni yalnız bırakmayan annem gibi. İçimden çığlık atmaya başlıyorum, kimsenin duymayacağı sadece annemin duyacağı çığlıklarla...

Gitmedim.

Kaldım anne.

*Siz de öykü, yazı ve deneyimlerinizle KaosGL.org’un kadın sayfasında yer almak isterseniz kadin@kaosgl.org adresine mail atabilirsiniz.


Etiketler: kadın
İstihdam