12/04/2012 | Yazar: Kaos GL

Bağımsız Performans Sanatçısı Arascan Dönmez New York Öncesi Kaos GL’ye konuştu.

Arascan Dönmez: "Duyguların Dişisi Erkeği Yok" Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Bağımsız Performans Sanatçısı Arascan Dönmez New York Öncesi Kaos GL’ye konuştu
 
45 haftadır gösterimde olan ve konusu baba-erkek çocuk ensestine dayanan "Ağustosta Karla Dans" Mayıs ayında New York Türk Günü Yürüyüşleri bünyesinde önce Türkçe ardından da İngilizce üst yazı ile sunulacak.
 
Oyun Mersin ile başladığı Türkiye turnesine ise Diyarbakır, Gaziantep, Mardin ve Van ile devam etmeyi planlıyor. Bir yandan da İstanbul’da Oyuncular Tiyatro Kahve ve Şermola Performans olmak üzere iki ayrı yerde devam eden performansın yaratıcısı Dönmez’e sorduk.
 
Sahnede ne oluyor?
Neler olmuyor ki... Ensesti ele alıyorsunuz. Üstelik "baba-erkek" çocuk arasında olanını. Ve biliyorsunuz ki enseste ilişkin kesin rakamsal veriler yok denecek kadar  az. Bunun temel sebebi ensestin toplumda utanç duyulan bir şey olması ve ensest ilişki içinde olan bireylerin bunu her zaman gizleme eğiliminde olmaları. Bu da, bu konudaki suç durumunu yukarılara çıkarmakta, istismar edilen kişi ya da kişilerin utanç duygusuyla orantılı olarak istismarları da katlanarak devam etmekte.
 
Oyun bunu önlemede başarılı olacak mı sizce?
İzleyenlerin ne aldıkları ya da alamadıkları ve sahneden gördükleri şeyle ne oranda ilişki içine girdikleri yahut giremedikleriyle ilintili bu. Yer yer Herkes ayaklanabilir de, aynı yerde sayabilir de. İyi bir oyundu deyip oyun oynamaya devam da edebilir, bu oyunun sonu gelmeli diye endişelenebilir de. Ne diyebilirim ki, ben işim yaparım, farkındalığı yaratırım, gerisi toplumun meselesi ya da meselesizliği.
 
Neden tiyatro oyunu değil de performans?
Çünkü bir illüzyondan değil olan bir şeyin aynen aktarılmasından bahsediyoruz. Ve seyirciyle performansçının aynı düzlem üzerinde olduğu multi-use stage dediğimiz sahne düzenini kullanıyoruz. Hepimizin bildiği ya da bilmesi gerektiği gibi performans sanatı, 1960’lı yıllarda ortaya çıkan, izleyicinin önünde canlı olarak icra edilen bir sanat biçimi. Benim de yaptığım bu. Tiyatro olsa aynı etkiyi vermezdi. Ama tiyatrodan da çok kopuk değil sadece farklı disiplinlerden işler ile ilişkilendirildiği için ille de tiyatro denecekse çağdaş tiyatro içinde yer bulur kendine ama ben bunu bir tek alternatif tiyatro mekanlarında yapmıyorum ki, Cihangir’de sokak arasında da yapıyorum, Galatasaray Hamamı’nın önünde de. Kızkulesi’nin içinde de yaparım canım isterse, Beyazıt Yangın Kulesi’nin dibinde de. Bu nedenle ben tiyatrocu değilim, performansçıyım. Akademik olarak titrim bu.
 
Beş sene bir oyuna hazırlanmak için uzun bir süre değil mi? Ne oldu bu beş sene içinde?
Performansın dönüştürücü etkisi dediğimiz şey Türkiye’de son dönemde benim üzerimden gerçekleşmiştir. 18 yaşımdayken aklımda olan şey “sahnede bir yatak vardır ve orada biri yatmaktadır ama yatan adamın oyun boyunca bir fonksiyonu yoktur”, şeklindeydi. “Genç üzerinde bir bornozla yatağın başına gider, gelir durur ve sürekli konuşur.” Bu kurgu üzerinden odayı düşünmeye başladım ve epizotları yazdım. “Kimin odası”, “odada neler var”, “nasıl bir yatak” falan gibi. İlk olarak bornoz için Cemil İpekçi’ye gittim. O zaman çok kiloluydum. Şimdi herkes peşimde ama Cemil beyin sayesinde. Sen bu yağ kütleleriyle benim dikeceğim bornoza giremezsin önce “spor” dedi. Dört yılda iyi bir fiziğe kavuştum. Trainerım Tony Hill ile deli gibi çalıştık. Şimdi bir gün spor yapmazsam ortalığı birbirine katıyorum. Damak tadı nedir unuttum.
 
Nasıl besleniyorsun artık?
Sadece yaptığım spora uygun olan şeyleri yiyorum. Tony’nin eşi Karen Holistik Beslenme Uzmanı. Vücudumun kabul ettiği ve etmediği yiyecekleri öğretti bana saat saat haftanın yedi gününü bunun üzerinden programladık, sorun çözüldü. Yumurta, tavuk ve balık “in”, ekmek, tatlı ve süt “out” oldu, ben de şekil A’da görüldüğü gibi oldum. Acı çekiyorum belki ama performansçı olmak acı çekmek demektir. Ya bu iş ve acı ya da başka bir iş ve tatlı, üçüncü seçenek yok.
 
Oyun afişlerinde saçların platin sarısı rengi. Bu da dönüşümle mi ilgili?
Evet. Saçlarımı oyun fotoğrafları için bir buçuk yıl öncesinden platin sarısına boyattım ve böyle dolaştım. Karaktere benzemek için. Herkes dikkat çekmek için yaptığımı sandı. Oysa sahnede yine kendi saçımla oynayacaktım. Zaten Makedonyalıyım, gerçek sarışınım ama platin sarısı kimse tarafından hoş karşılanmadı ama ben bir performansçıydım ve bir şeye dönüşüyordum tüm bu yaptıklarımla, geriye dönemezdim.
 
Fotoğrafları Tolga Karel çekti? Şart mıydı?
Evet. İlk yarıda giydiğim robdöşambrı Mozk Kostüm Sanattan almam, ikinci yarıda giydiğim bornozu Cemil İpekçi’ye diktirmem ve fotoğrafları Tolga Karel’e çektirmem şarttı. Oyunun sahnelenmesine çok az bir zaman kala Tolga fotoğraf stüdyosu açtı. Fotoğrafa hikaye katacağı gibi şeyler söylüyordum ve ben de o çekmeli dedim. Oyun fotoğraflarımın hikayeye ihtiyacı vardı ve bu Tolga’da vardı. Her şey çok iyi ve kaliteli olmalıydı. Son derece estetik. Yanlış anlaşılabileceğini ve provoke edilebileceğini düşündüğüm her şeyin önüne estetik kaygılarla geçtim. Bu isimler olmasaydı her şey ne de kaba olurdu, düşünmek bile istemiyorum. Üstelik videoları çeken Gaye Hekimoğlu ve müzikleri yapan Kutlu Suytar ile birlikte tamamı destek için yaptılar bunu. Para talepleri olmadı. Metin Türkiye’de bir ilkti ve bu onlar için yetti. Ayrıca Tolga çok sevdiğim bir arkadaşım, niye başkası yapsındı.
 
Videolar demişken siyah-beyaz ve çok sert. İzlerken çok geriliyor insan.
Evet. Bir de yaşayana sorun. O yaşarken ne hissetti ve nasıl gerildi diye ki bu sorunun cevabı oyunun ilk videosunda. Babanın ev içindeki tanımlanamaz dünyasına oğlunun nasıl tanık olduğunu ve bakışlarıyla onu nasıl tanımlamaya çalıştığını görüyoruz. Çok sert. Hatta az bile. Bazen Gaye’ye soruyorum. Daha da mı sert olmalıydı diye. Türkiye için bu kadar sertlik yeter diyor ve susuyorum. Çünkü yaşanmış bir gerçeğin yüzde elli beşi “Ağustos’ta Karla Dans”taki. O da bu ülkenin azizliğinden...
 
Yüzde yüz gibi duruyor sanki. Son videoda soyundun bile? Yağmurda ve soğukta sokağın ortasında ne hissettin?
Yüzde yüze yaklaşıyor, son performanslara bakarak konuşacak olursak ama New York’ta çırılçıplak kalabilirim mesela sahnenin ortasında beş dakika. Burada dans sahnesinde robdöşambr üzerimden fırlayıp da çıplak kalınca hemen diğer sahneye geçiyorum, giyiniyorum. Soyunma olayına gelince, çok rahatladım. Oh be dedim. Bir insan başka ne yapabilir ne kadar ileriye gidebilir ki. Bunu düşündüm. Böyle çırılçıplak sokağa atar işte kendini. Gerçi bayağı bir üzerinde battaniye ile yürüdükten sonra o battaniyeyi yere bırakıp çıplak kalıyor. Yurtdışında olsak direkt çıplak çekerdik o videoyu belki de. Mimar Sinan Üniversitesi öğrencileri de çekim sırasında bizimleydi. Çok rahattım o yüzden. Ayrıca bir polis de vardı. Hayatımın çekimiydi.
 
Bu bir ne oyunu?
Bu bir yüzleşme oyunu. Bir babanın riyakârlığının oğlu tarafından yüzüne vurulmasının oyunu. Geyler bir eşcinselin hallerini izleyecekleri için geliyorlar ama ailelerin gelmesi gerekiyor bence. Bastırılmış duygularıyla konuşamayanların. Daha ne kadar saklayacaklar, böyle yaşamak zor. Bu oyun hiçbir şeyi değiştirmeyecek belki ama ailelerin kendi içlerindeki ilişkileri değerlendirmelerini sağlayacak, farkındalık yaratacak, tabii cesaret edip gelirlerse, bastırılmış duygularını dışarı vurma potansiyelleri varsa, olabilecekse.
 
Oyun bittiğinde oynamadı, yaşadı deniliyor. Hangisi?
Oyundan yarım saat önce herkesi yanımdan uzaklaştırıyor ve transa geçiyorum. Teknikleri var uyguluyorum. Ayla Algan ile çalışıyorum. Zor ve bedeni yoran bir yarım saat ama değiyor. Fakat sorduğun yaşadığını mı yazdınsa, ha benim başıma gelmiş ha bir başkasının. “Bu benim hayatım ve oyuna konu aldım” deyince ne değişecek. Evet, hayatımdan otobiyografik öğeler taşıyor. Babamla kanser olmuş ilişkimizi aynen yansıttım. Bundan rahatsız değilim. Yaşadığım ensest değildi belki ama bölük-pörçük zamanlardaki bir araya gelişlerimizde benim ona duyduğum bir aşktı geriye dönüp baktığımda. Hayatında çok fazla kadın vardı ve onu hep kıskandım. "Beni sevmesi için benim de mi bir kadın olmam gerekiyor" diye sorduğum zamanlar oldu. Bunu replik olarak oyuna da koydum. Ama onun bana olan yaklaşımını burada tekrar söylemem etik değil zaten oyunda yeterince gösteriyorum ve bu şimdilik yeterli.
 
Türkiye turnesine Mersin’den başladın. Nasıldı?
Mersin Devlet Üniversitesi Tiyatro Topluluğu ile PDR bölümü iş birliği yaparak bir buluşma sağladılar. 400ün üzerinde öğrenci oyunu izledi. Bilmediğim bir şehrin bilmediğim bir üniversitesine ve daha önce hiç görmediğim salonunda oynamaya gittim. Mayıs’ta da New York’a gidecek olduğum için bilmediğim bir ülkeden önce bilmediğim bir şehir bana prova olur dedim ama korktum. Mersin Üniversitesi’nde Türkiye’nin dört bir yanından öğrenciler var ve herkesin sanattan almak istediği sizin verdiğiniz olmak zorunda değil. Şeffaf yaklaşamayabilirler, normaldir, ilk kez bir performans izliyorlar ve tiyatrodan farkını da ayırt edemeyebilir, sertlik derecesinin ne olması ya da olmaması gerektiğine dair fikir yürütemeyebilirler. Bunları düşündüm ama ödülle döndüm. Toplumda yarattığım farkındalıktan dolayı bol teşekkür ve takdir aldım. Salon iki dakika kadar ayakta alkışladı. Sessiz ve şaşkındılar. Rahatsız edildiklerinin farkındaydılar. Ve teşekküleri da buna oldu. Ülke olarak daha çok rahatsız edilecek oyuna ihtiyacımız var dediler, duygulandım.
 
Başından beri hep performansın kendini beğendirme kaygısı taşımadığını ve ama benim bunu yaparken estetik kaygılar taşıdığımı söylemiştim. Performans seyirciye bir şey anlatır ve bunu yaparken amaç öyle ya da böyle olmak değil, bu da böyle işte demektir. Seyirci öyle olsaydı ya da böyle olsaydı demez bu yüzden. Ve ensestin anlatıldığı bir performansta psikolojik etkisi çok yüksek bir şey koyuyorsa ortaya bunu T.C. Üniversiteleri’nin Psikoloji bölümü öğrencileri değerlendirebilir değerlendirirse. Çünkü ben bu performans için bir Psikiyatr ile Prof. Dr. Bengi Semerci ile çalıştım, bir oyuncu koçu ile değil. Durum açıktır ve Mersin de bunu anlamış gereğini yerine getiren ilk üniversite olmuştur, sesimi duyup. Sıra diğerlerinde.
 
Aşkın cinsiyeti var mı sence?
Günün birinde bana gerçek bir aşkı yaşatacağına inanırsam karşımdakinin kadın ya da erkek olmasına bakmam ve onu yaşarım. Çünkü aşk kadın ve erkeğin çok üstünde benim için. Kadın ya da erkek fark etmiyor bir şekilde aşk her keresinde amacına ulaşıyor. Ben cinsiyetsizlikten ve kimliksizlikten yanayım çünkü bir performansçıyım. Ve duygularımla varım. Duyguların sınıflandırılması meselesi de hep tartışmalı zaten çünkü duyguların dişisi erkeği yok.
 
Adana’da av arkadaşı 49 yaşındaki Osman Salih Savaşoğlu’nun kafasına tabancayla ateş edip, bıçakla boğazını keserek öldürdüğü iddia edilen özel güvenlik görevlisi 33 yaşındaki İsa U. “popomu elleyerek, seni 4 yıldır çok arzuluyorum dedi” şeklinde bir ifade kullandı. Buna ne söyleyeceksin?
Nefret suçlarının en fazla yaşandığı ülkelerden biriyiz. Biliyorsunuz geçenlerde Antalya’da 2010 senesinde kaybolan 17 yaşındaki Ali, 2 gün sonra üstü çıplak, kadın çorabı ile bacakları ve çenesi bağlanmış, üzerine yeşil "kadın taytı" giydirilmiş, bir şekilde ölü bulundu. Ayağına tel ile 8 kilo ağırlık bağlanmış ve evinin 2 kilometre ötesindeki meşe ağacına asılmak suretiyle. İntihar zannedilen vaka yine bir “cinayet” örneğiydi aslında. Nefret Suçları Platformu’nun temsilcileri bu noktada duruşları itibariyle çok ama çok önemli. Geçenlerde Cemil Çiçek ile görüştüler ama Çiçek şunu demekle yetinebildi: “Sadece yasal düzenlemenin yapılması yeterli değil, bu konuda farkındalık oluşturmak gerekiyor, televizyon programlarıyla iletişime geçebilirsiniz.” Tebessüm ettim okuyunca. Hangi TV kanallarıyla ve hangi programlarla? RTÜK’le nasıl baş ederek, Türkiye basını ne kadar homofobik ya da değil Çiçek bunu bilmiyor mu yani? Durum umutsuz değil ama çok mutsuz.
 
Ne zaman aşılır ve ne şekilde, hep şikayet etmeyelim, çözüm de getirelim?
Haklısın. Çözümün bir parçası değilsen sen de sorunun bir parçasısın demektir. İki şeyle bence. Birincisi, İslamofobi ve Homofobi Arasında Özgürleşme ve Sekülerizm dediğimiz şeye hatim indirdiğimiz zaman. İkincisi de, “Tohum ve toprak” metaforunun geldiği yere bakalım. Üç kutsal dine ve hatta çok daha gerilere gider. Soyun sürdürülmesinde kadın ve erkeğin üstlendiği düşünülen rollere göre biçimlenen cinsiyet rollerinin yeniden tanımlanması lazım, bir de bunu anladığımız zaman.
 
Ağustosta Karla Dans İstanbul Gösterimleri
 
16 ve 30 Nisan Pazartesi günü Şermola Performans Sahnesi'nde.
22 Nisan'da Oyuncular Tiyatro Kahve Sahnesi'nde.
 
Künye:
Metin/Performans:K.Arascan Dönmez
Video Tasarımı:Gaye Hekimoğlu
Müzik.Kutlu Suytar
Kostüm:Mozk Kostüm Sanat&Cemil İpekçi
Destek:İstanbul Bilgi Üniversitesi

Etiketler: kültür sanat
İstihdam