13/02/2007 | Yazar: Kaos GL
‘Aşk bizim için yenilesi veya içilesi değil, hissedilesi, yaşanılası ve mutlak kılınası olmalıdır. Bizler aşkın ve duyguların olmadığı bir cinselliğin sadece pişmanlık ve acıyı getireceğini kurulan bu ilişkinin ise sadece pornografik bir kimlik kazanacağını unutmamalıyız.’
‘Aşk bizim için yenilesi veya içilesi değil, hissedilesi, yaşanılası ve mutlak kılınası olmalıdır. Bizler aşkın ve duyguların olmadığı bir cinselliğin sadece pişmanlık ve acıyı getireceğini kurulan bu ilişkinin ise sadece pornografik bir kimlik kazanacağını unutmamalıyız.’KAOS GL
Bora
Bugün kapitalist felsefe her şeyi maddeleştirirken aşkı tabi ki bunun dışında tutamazdı. İlişkilerimiz gibi sadece bize mahrem olmayan tek şey de ayaklar altına alınarak çiğnenmekte ve insanın var oluşundan bu yana benzeri görülmemiş bir biçimde yozlaştırılıp "Popüler Kültür" dedikleri içi boş gündelik bir zevk aracı olarak sunulmaktadır. Bu sunuşun acısını yine heteroseksüellerden çok eşcinseller yaşıyor. Toplumda var olan önyargılar ve eşcinsellerin bilinçsizce bu yargıları doğrularcasına yaptığı bir takım fiiller "Gey-Lezbiyen Kültürünü" cinsellikle sınırlayıp bu zengin kültürün diğer öğelerini ön plana çıkarmayarak haklı olduğumuz bu davada mesafe kaydetmemize engel oluyor.
Yaşadığımız, mensubu bulunduğumuz topluma "Gey-Lezbiyen Kültürü" yeterince anlatamamışsak ve bir takım yanlış öngörüler oluşmuşsa ve bizler toplumca toplumun cüzamlıları gibi görülüyorsak bu tezin oluşmasında bizim de payımızın olduğu unutulmamalıdır. Bizlerin yapamadığı, topluma "Gey ve Lezbiyen Kültürün" sadece cinsellik olmadığını, sosyal, kültürel, politik ve en önemlisi duygusal (aşk) boyutlarının da olduğunu anlatamamamız ve hayata geçiremememizdir. Bundan dolayı kendi özeleştirimizi ne kadar tarafsız yaparsak eşcinselliğin suç olmadığını diğer insanlara rahatlıkla anlatabilir ve kanıtlayabiliriz. Fakat mesele sadece insanlara bir takım şeyleri kanıtlamak değil, önyargıları yıkmaktır.
"Aşk"ın hayatımızın vazgeçilmezlerinden biri olduğunu, Gey-Lezbiyen Kültürünün" AŞK üzerine kurulduğunu hatırımızdan çıkarmamamız gerekir. Hatta birçok heteroseksüele göre aşkı gerçek anlamda yaşayan insanlar olduğumuzu sanıyorum. Zaten aşka inanmasak yaşamın anlamını yitireceği, basit bir boyut kazanacağı inancındayım. Çünkü bizler aşkı yeterince özümsemediysek, ayrımcılıklara, baskıcı, faşist yönetimlere, doğa katliamına, savaşlara, adaletsizliğe karşı çıkamazdık.
Aşk bizim için yenilesi veya içilesi değil, hissedilesi, yaşanılası ve mutlak kılınası olmalıdır. Bizler aşkın ve duyguların olmadığı bir cinselliğin sadece pişmanlık ve acıyı getireceğini kurulan bu ilişkinin ise sadece pornografik bir kimlik kazanacağını unutmamalıyız. Bu boyuttaki ilişkilerin hem heteroseksüeller hem de eşcinseller için aşılması güç problemler yaratacağı aşikârdır.
Düşünün ki "âşıksınız" veya aşkın hüküm sürdüğü bir beraberlik yaşıyorsunuz. Onu her gördüğünüz an sizde farklı farklı duygular oluşuyor ve kalbiniz her an onun için an ve an atıyor. Önceleri onunla konuşmaya cesaret edemezken bir tebessüm her şeyi değiştiriyor. Gözler bir an da olsa birbirlerine kavuşuyor, o an aklınızdan sadece o geçiyor, kalpleriniz birbirine akıyor, konuşuyor, sohbet ediyorsunuz ve onu tanıdıkça aşkınız sel hızında büyüyor, daha sonra size dokunuyor. Her dokunuş içinizdeki depremin şiddetini her an artırıyor ve sonra ıslak buseler size aşk sözleri fısıldıyor, bakışlarınız karşılaşıyor. Kulağınızı Maria Cary'nin "My All" parçasının nağmeleri okşarken kelimeler anlamını yitiriyor. Hissetmenin hazzıyla var olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşıyorsunuz. (Tabi bunlar benim fantezilerim/duygularım, siz kendi duygularınızı düşünün). Onunla dans etmek, yemek yemek, televizyon seyretmek, sinemaya gitmek, seyahate birlikte çıkmak, bazen münakaşa etmek, birbirimizi düşünmemiz, birbirimize ufak tefek kaprisler yapmamız, en önemlisi birbirimize "Seni Seviyorum" demenin binlerce yolunu bulmamız, o insanın hayatımızın bir parçası olduğunun hazzını yaşamamız ve her şeyden önce kendi kimliğimizi somutlaştırarak bireyselliğin cüretkârlığını yaşamalıyız. Ve tabi aşkın ayrılık yanını da göz ardı etmemeliyiz. Hayallerle gerçeklerin dozajını iyi ayarlamalıyız. Gerçekçilik bize objektif olmayı, hayaller ise mutlu olmayı öğretmeli.
Bu nedenle ilişkilerimizde belirleyici etken aşk ve duygular olmalı, cinsellik üzerine kurulan (heteroseksüel veya eşcinsel fark etmez) ilişkilerin sadakatten, hoşgörüden, saygıdan yoksun olduğunu ve insanları duygusal açıdan yozlaştırarak kendilerine olan saygı ve güvenlerinin ortadan kalkmasına neden olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Fakat duygusal boyutta yaşanan cinselliğin ise insanı mutlu eden, pişmanlıkları ortadan kaldıran duygularla yoğunlaşmayı sağlayan bir etken olduğu da aşikârdır.
Bu yüzden "Gey ve Lezbiyen Kültürünün" hayata bakış açısının ne olduğunu doğru ve kapsamlı biçimde heteroseksüellere yansıtmalıyız. Eşcinselliğin sapıklık değil heteroseksüellik kadar doğal, gerçek ve geçerli olduğunu, sevgiyi, barışı, özgürlüğü benimseyen bir kültürün temsilcileri olduğumuzu anlatmalıyız. Bu evrensel değerlerle yoğrulan bir kültür gibi "Gey ve Lezbiyen Kültürü" de kendi gerçeğini er veya geç kanıtlayıp zaferini tüm dünyaya haykıracaktır.
Kaynak: Kaos GL, Nisan 1999, Sayı 56
Etiketler: