13/02/2007 | Yazar: Kaos GL
‘Aşk üstüne bitmez tükenmez tartışmaların, bitmez tükenmez konuşmaların temel nedeni şu: Her insan, hayatında en az bir kez âşık oldum der. Aşk uğrağından geçmeyen insan yoktur’ Cengiz Gündoğdu’nun kaleminden.
‘Aşk üstüne bitmez tükenmez tartışmaların, bitmez tükenmez konuşmaların temel nedeni şu: Her insan, hayatında en az bir kez âşık oldum der. Aşk uğrağından geçmeyen insan yoktur’ Cengiz Gündoğdu’nun kaleminden.KAOS GL
Cengiz Gündoğdu
Bir soruyla başlıyorum. Acaba hangi kavram aşk kadar çok konuşulmuştur? Aşk üstüne bitmez tükenmez tartışmaların, bitmez tükenmez konuşmaların temel nedeni şu: Her insan, hayatında en az bir kez âşık oldum der. Aşk uğrağından geçmeyen insan yoktur... Aşk uğrağı insanı beklenmedik eylemlere sürükler. Buna örnek olarak Perikles gösterilebilir. Perikles, âşık olduğu Aspasya için, kendi koyduğu yasayı değiştirmiş.
Aşk uğruna ölüme gidenler, birlikte ölüme gidenler sayılmayacak kadar çoktur bu dünyada.
Aşk olmasaydı, şarkılar, türküler, filmler, resimler, şiirler ne kadar yavan kalırdı...
Ahmet Haşim, Parıltı adlı şiirinde şöyle der aşk için ‘Ateş gibi bir nehir akıyordu/ Ruhumla onun arasından/ Bahsetti, derinden ona halim/ Aşkın bu onulmaz yarasından.’
Berrin Taş, aşkın gücünü şöyle anlatır. Barış Aşktır adlı şiirinde ‘İçimde uyanan duyguyu/ kim yalanlayabilir/ hangi yasa koyucu/ bir aşkı durdurabilir.’
Berrin Taş’a göre aşk kavgadır.
Gülhan Dikme Aşk adlı şiirinde şöyle der, ‘Bakışların geçiyor bakışlarımdan/ Sağanak yağmurlar diniyor içimde/ Sakin okyanusta kâğıttan gemilerde/ Düşler taşıyorum ülkelere.’
İnsanı böylesine dillendiren aşk neyin nesidir acaba. Felsefe Ansiklopedisi’nin aşk maddesinde şöyle denir. ‘Aşkın felsefi bir tarzda ele alınması, epistemoloji, metafizik, din, insan doğası, politika ve etik başta olmak üzere, bir dizi alt disiplini yakından ilgilendirir.’(1)
Burada da görüldüğü gibi aşkın kaplam alanı geniş, ilgi alanı çeşitli. Ne zaman başladığı bilinmeyen, ama günümüze kadar ateşli tartışmalarla kuşatılan aşka nasıl, nereden girebiliriz acaba.
Ben bu soruna insanla başlamak istiyorum. Çünkü aşk, doğrudan doğruya insandan kaynaklanır. İnsandan yola çıkarsam bu kuşatmayı yarabilirim.
Aşkın İçine Giriş
Şimdi bu çetrefil işe başlıyorum. Birbirine bağlı üç önermeyle aşkın çevresinde dolanıyorum. Birinci önerme, insan vardır, o insana göre aşk vardır. İkinci önerme şu. Her insanın bir estetiği vardır, o estetiğe göre aşkı da vardır. Üçüncü önermeyle aşkın içine giriyorum. Çünkü aşk, estetik bir yaratımdır.
Aşkın içine giremedin, aşkı yanlış tanımladın diyenler olabilir. Ama ben aşkı doğru tanımladığımı, aşkın içine girdiğimi düşünüyorum.
Aşk, estetik bir yaratımdır
Peki, nasıl bir yaratımdır bu. Her insanın bir estetiği vardır, dedim ya işte, o estetiğe göre bir yaratımdır. Bu yaratımın niteliğini görebilmek için, insana dönmek gerekiyor... Gördünüz mü, nereye gidersek gidelim, karşımıza insan çıkıyor.
Kaçamazsın insandan.
Olgusal Bilinç
Şimdi o insanlardan birine yaklaşalım. O insan yalnızca duygularla algılıyorsa dünyayı, görünüş dünyasında kalır. Görünüş dünyasında kalmak, somutun zincirinde yaşamaktır. Bu kişinin bilinci olgusaldır. Olgusal bilinç görünenin ötesine geçemez.(2) Görünenin ötesine geçemediği için, bu aşkın metafiziği yoktur. Hemen şunu söylemeliyim. Aşk ideasından söz etmiyorum. Çünkü bu durumda aşkı bilemeyiz. Buna katılmıyorum. Aşkı bilmeliyiz. Ancak, bilinen yaşanabilir, bilinmeyen yaşanamaz.
Aşkın epistemolojisi için şöyle der Felsefe Ansiklopedisi. ‘Aşkın epistemolojisi, bizim aşkı nasıl bilebileceğimiz, onu nasıl tanımlayabileceğimiz ve (herkese açık davranışa karşı, özel bilgiyle ilgili felsefi konulara değinen) kendimize veya başkalarına aşık olmayla ilgili önermeler kurmanın mümkün ya da makul olup olmadığıyla ilgili sorular sorar.’ (3)
Aşk iki kişi arasında yaşanır. Bu anlamda tekildir. İnsan tektir, bireydir. Ama insan türsel bir varlıktır. Aşkın epistemolojisi burada gündeme gelir. Tür bilincine varamayan kişi olgusal bilinciyle yaşar. Bundan ötürü aşkı kavramlaştıramaz. Bu yüzden onun aşkı izlekten yoksundur. Aşkın metafiziği dediğim nokta burasıdır. Aşka anlam verme, görünen olgunun ötesine geçebilmektir. İzlekten yoksunluk şu sonucu doğurur. Kişi, nesne diye bakar âşık olduğuna. Bu aşk, özne-nesne ilişkisinde sıkışır. Aşk, cinsel ilişkiyle özdeşleştirilir.
Bu ilişkide ‘Beni nasıl seviyorsun’ sorusuna yanıt verilemez.
Aşk, Yaşam Alanı
Şimdi bir başka insanı, olgusal bilinci kırmış, tür bilincine ulaşmış bir insanı ele alıyorum. Böylesi kişi görünüşte kalmaz.
Epistemolojik açıdan aşkı kavramlaştırır. Kavramlaştırma gerekliyi içte, gereksizi dışta bırakmaktır. Bundan ötürü aşkı zedeleyecek öğeler dışta bırakılır.
O, ne yaşayacağını bilir.
Estetik açıdan bakıldıkta, bu aşkın metafiziği, bir anlamı vardır. Bundan ötürü ‘Beni nasıl seviyorsun’ sorusuna temellendirilerek yanıt verilir.
Aşk, Kokar, Bulaşır
Görünenin ötesine geçildiği için, karşılıklı ilişki özne-özne ilişkisidir. İlişki, özne-özne ilişkisi olduğu için aşkın izleği sürekli yeniden yaratılır.
Bu aşkın metafiziği vardır. Kişiler et-kemik yığını bir beden değildir. Sevişme, bu tür ilişkide bilinçsiz bedenlerin birleşmesi değildir. Etten değil, bilinçten, aşkın doğurduğu insani ateşten haz almadır sevişme.
Bunun için bilincin görünenin üstüne çıkması gerekir.
Burada aşk bir yaşam alanıdır. Sokrates’i anımsarsak yaşam alanı duruk değildir. Sürekli oluş vardır bu aşkta, bu yaşam alanında. Âşık olunan kişiye ne tinsel açıdan, ne maddi açıdan ulaşılır. Çünkü o nesne değil, öznedir.
Özne, eyleyen, sürekli kendini geliştirendir. Bu konum, öteki özneyi sürekli heyecan içinde bırakır. Özneler birbirine alışamazlar. Bu açıdan aşk gerilim aşkıdır. Orda alışkanlık yoktur. Orda şimşekler çakar, yıldırımlar düşer.
Aşk iki kişi arasındadır. Olgusal bilinç görünene göre değerlendirdiği için, aşkı yaşam alanından çeker. Bu aşk, kapalı bir yerde yaşanır. Aşk, öbür işlerin arasında bir başka iştir. Onun da bir saati vardır. Bu, kişinin boş zamanıdır. Boş zaman aşkla doldurulur.
Bu aşk ne kokar, ne bulaşır.
Türsel bilince ulaşmış kişi, özne, aşkını toplumsal alana sürer. Toplumsal mücadelenin içindedir aşk.
Özneler insana katkı için bir mücadelenin içindedir. Aşk bu mücadelenin itici gücüdür.
Tekille-toplumsalın diyalektik ilişkisinde aşk, yeni anlamlar kazana kazana gelişir.
Bu aşk kokar... Kokusu pek güzeldir. Bulaşır... Çevresine örnek olur.
Acaba aşkın ahlakla ilişkisi nedir. Derviş ve Ölüm (4) adlı romanda bu sorunla ilgili bir bölüm vardır.
Şeyh Ahmet Nurettin’le arkadaşı Hasan, Şeyh Ahmet Nurettin’in şu sorusu üstüne aşk-ahlak tartışmasına girişirler.
Şeyh Ahmet Nurettin şöyle der, ‘Öyleyse, nasıl yaşamak gerekiyor? Düzensiz, hedefsiz, gerçekleştirmeye çalıştığımız bilinçli isteklerimiz olmadan mı?’ Hasan şu yanıtı verir. ‘Bilmiyorum. Erek ve ülkülerimizi belirleyip yaşamda akla gelen her şey için bir kural yaratarak, bir yeryüzü düzeni kurabilsek, çok iyi olur. İnsanların başının üzerinden gökyüzü ve sonsuzluğa bakarak, genel kurallar uydurmak kolay. Bu kuralları, tanıdığın, belki de sevdiğin insanlara, onları incitmeden uygulamak zordur.’
Şeyh Ahmet Nurettin, ‘İnsanlar arasındaki ilişkileri Kur’an belirlemiyor mu? Bireysel olaylarda da aynı kuralı uygulayabiliriz.’ deyince Hasan şöyle yanıt verir, ‘Öyle mi sanıyorsunuz? O halde bu bilmeceyi çözünüz.’
Hasan’ın bilmece dediği sorun şudur. Hasan’ın yanında bir karı-kocayla, kocanın uzaktan akrabası bir delikanlı çalışmaktadır. Kadınla delikanlı birbirlerine âşık olmuşlardır. Kocanın bundan haberi yoktur. Bunu öğrenirse karısını da öldürür.
Hasan’ın sorusu şudur. Üçünü de incitmeden, üzmeden bu sorun nasıl çözülür. Şeyh Ahmet Nurettin şöyle der, ‘Olgulardan söz ediyor, ama nedenleri üstünde durmuyorsun. İnsanlarda günah işleme korkusu olmadıktan sonra, doğal olarak ahlak kuralları etkisiz kalır.’
Hasan bunu şöyle yanıtlar, ‘Her türlü kuraldan geniştir yaşam. Ahlak bir imgelem, yaşam ise olup biten şeylerdir. İnsan yaşamına, günahtan çok, günah işlememek için alınan önlemeler zarar getirmiştir.’
Aşk Pazarı
Yaşamın içindeki aşk için hiçbir ahlak kuralı geçerli değildir. Özneler arası aşkın kendine özgü ahlakı vardır.
Burada Anna Karenina’yı anmamak olası değil. Anna Karenina, ikiyüzlü bir toplumda, aşkını yaşam alanının dışına çekenlere karşı, bir aşk yaşar. Aşkını yaşam alanına sürer.
Aşkta ahlaktan söz edilecekse, Anna Karenina’nın eylemi son derece ahlakidir. Buna karşın ikiyüzlü yaşayanlarca, ahlaksızlıkla suçlanır, dışlanır. Vronski, Anna Karenina’nın aşkını karşılayacak, aşkı yaşam alanına sürebilecek bir karakter değildir.
Anna Karenina, trajik bir kişiliktir. Çünkü her şeyin görünüşe dayandığı, görmenin ötesine geçilmeyen bir dünyada yaşadı. O günden bugüne gelirsek, görüntünün... görünüşün... daha da önemli görüldüğü bir dönemdeyiz. Bu durum kültür-sanat-edebiyat dergilerini bile etkiledi. Bu tür dergiler, şimdi yazıdan çok görüntüye dayanıyor.
Eskiden aşkın gözü kördü. Şimdi gözü açıldı. Bu gözü açıklıkla insan somutta, maddede kaldı. Tabii aşkın trajedisi kalmadı. Bir elma şekeri oldu aşk... Emiyoruz, emiyoruz, emiyoruz, sonunda elimizde kalan sopasına bakıyoruz.
N’apmalı bu sopayı...
Yapılması gereken şu. Sopayı at, yeni bir elma şekeri için aşk pazarına git. Biliyorsun değil mi, pazarda satılana meta denir.
Adını koymasan bile böyledir bu.
Dipnotlar:
Editör Ahmet Cevizci, Felsefe Ansiklopedisi, Etik Yayınları, İstanbul, 2003.
Olgusal bilincin çeşitli alanlarda etkisi için bakınız, Cengiz Gündoğdu, Soru, İnsancıl Yayınları, İstanbul, 1998.
Cevizci, age.
Mehmet Selimoviç, Derviş ve Ölüm, Türkçesi Mahmut Kıratlı, Can Yayınları, İstanbul, 1988.
Kaynak: Kaos GL, OcakŞubat 2004, Sayı 19
Etiketler: