07/11/2007 | Yazar: Kaos GL

Biz daha okumaya fırsat bulamadan o arka arkaya kitap yazıyor. Bu yıl içinde çıkardığı dördüncü kitabını geçen hafta özel bir performansla tanıttı: Yedi Kapılı Kırk Oda! Sabah gazetesinden Şirin Sever, bu kitap vesilesiyle Murathan Mungan'la buluştu; Mungan’ın yeni kitabını, hayatını, Türkiye'nin geçirdiği zor günleri ve elbette aşkı konuştu.



Biz daha okumaya fırsat bulamadan o arka arkaya kitap yazıyor. Bu yıl içinde çıkardığı dördüncü kitabını geçen hafta özel bir performansla tanıttı: Yedi Kapılı Kırk Oda! Sabah gazetesinden Şirin Sever, bu kitap vesilesiyle Murathan Mungan'la buluştu; Mungan’ın yeni kitabını, hayatını, Türkiye'nin geçirdiği zor günleri ve elbette aşkı konuştu.

KAOS GL

Şirin Sever

Biz daha okumaya fırsat bulamadan o arka arkaya kitap yazıyor. Bu yıl içinde çıkardığı dördüncü kitabını geçen hafta özel bir performansla tanıttı: Yedi Kapılı Kırk Oda! Bu kitap vesilesiyle evinde buluştuk Murathan Mungan'la; yeni kitabını, hayatını, Türkiye'nin geçirdiği zor günleri ve elbette aşkı konuştuk.

— Sürekli yazıyorsunuz, bir yılda dördüncü kitabınızı çıkardınız. Hayırdır, nereye yetişiyorsunuz?

Bir kere kafamı tutamıyorum! Bir taraftan da insanın kendine yaptığı yatırım diye bir şey var. Türkiye'de ve dünyada ne olursa olsun, bunların kaydını tutup, duyarlılığını yaşayıp ama işimi yaparken hiçbir şey olmuyormuş gibi kendi içime kapanmak gibi bir özellik edindim. Özel hayatımda ya da toplumsal hayatta ne yaşanırsa yaşansın işime küsmüyorum; işimle yani sanatla, kültürle ve edebiyatla kurduğum ilişkide en ufak bir aksama, tavsama, eskime duygusu yaşamıyorum. Bu tarafımı da seviyorum. Yani hala yeni başlamış bir insan gibi dünyayı izliyor, takip ediyorum.

— Kaç yıl oldu yazı yazmaya başlayalı?

Kendi imzamla bir gazetede yazımın çıkma tarihi 1975'tir.

— Ve hiçbir yorgunluk, bıkkınlık yok, öyle mi?

Yüzümden öyle bir şey anlaşılıyor mu?

— Hayır, ama enteresan! Bir taraftan şiir, bir taraftan öykü, diğer yandan roman, hatta şarkı sözü yazmak, albüm projesi... Sizinki nasıl bir durum?

Bir iç enerjisi, belki bir ruhani yetkinlik... Yani bu kadar sene sonra söylersem ayıp kaçmaz sanırım; yetenek diye bir şey var, bu yadsınamaz. Bir de yeteneğinize yaptığınız yatırım var. Ben bunu hem yazdım hem söyledim; Türkiye yetenekler mezarlığı, Türkiye insan korumayan bir ülke. Bir insanın, bir sanatçının, bir bilim adamının yetişmesi bonsai gibi; çok emek, çok oksijen, çok su istiyor. Dolayısıyla kültür hayatımızda da, sanat hayatımızda da çok fazla sıyırmış adam var. Herkes aynı dayanıklılıkta değil.

— Neden peki bu kadar çok yazma ihtiyacı?

Her sene böyle beş kitap çıkmaz! Yıldızın parladığı anlar vardır. Edebiyatla, sanatla, kültürel sosyolojiyle ilgili her gün temel gıda alıyorum ve kenara bir şey ayırıyorum. Her gün kenara bir kuruş koysanız yılsonunda 365 kuruş ediyor. Bazen gözümün önüne şöyle bir resim olarak geliyorum; Titanik'teyim, gemi ortadan yarılmış, batmak üzere ve ben hala yazı masasında çalışıyorum! Bu resim bana güç veriyor.

— Bu kadar kendinize, yazmaya döndüğünüzde hayatı kaçırdığınızı düşündüğünüz olur mu hiç?

Zaten hayat kaçırılan bir şeydir (gülüyor), ne yaparsan yap hayat kaçar! Önce hayatla doğru kontrat yapacaksın.

— Peki, hayatta tutkuyla bağlandığınız tek şey yazmak mı?

Galiba...

— Başka hiçbir şey yok mu; aşk mesela?

Aşk vardı da... (gülüyor) Sahibini bekliyor. Türkiye'de aşkın Oxford'u vardı da ben mi gitmiyorum? Aslında her yaşın aşkları, beklentileri, dünyayla kurduğu ilişki farklı. Hayatınızı gelişme üzerine kurduğunuz zaman iç olgunluğu, beklentiler, insan malzemesi devreye giriyor. Nasıl zorluk çekiyorsanız işe adam almakta, kalifiye, kaliteli eleman bulmakta; aşık olmak için de o kalifiyede, o vasıflarda insan giderek azalıyor.

— Neden peki?

Zamanla kendi duygularınızın kıymetini daha çok biliyorsunuz, eskisi kadar saçıp savuramıyorsunuz. İkincisi de, geçmiş deneyimlerinizin size öğrettikleri ister istemez hem bir tür filtre sağlıyor, hem de biraz içinizi kilitliyor. Dönüp baktığınız zaman da size sürprizler sunacak insan malzemesinin arkası gelmiyor.

— Yani aşk yok hayatınızda?

Şu anda yalnızım, tekliflere açığım. (kahkahalar) Seviyeli beraberlik ve düzeyli ilişki istiyorum. Ama ikisini birden. (kahkahalar) Ya mesela orada da başka bir klişe var, sen bu kadar seviyesizken nasıl seviyeli bir ilişki kurabilirsin ki! Gelir düzeyini mi seviye zannediyorsun?

— Söylenmek istenen tam da bu!

O zaman öyle söyle... Kaliteli tip ne, ne anlıyorsun kaliteli tipten?Türkiye'de çok ağır bir şuur kaybı yaşanıyor.

— Peki, sizin yaşadığınız hangisi? İnsan malzemesinin eksikliği mi, yazmaktan yeni bir insanı tanımaya vakit mi ayıramıyorsunuz?

Kendini kaybedercesine aşık olmayı o kadar özledim ki! Yedi Kapılı Kırk Oda'da sevdiğim bir cümle var: Hangi dünyada aşık olduğunuza bağlıdır aşk. Türkiye'nin şu andaki malzemesini düşünün. Bu malzeme içinde, uygun birini bulsanız bile, bu dekorda ne yaşayacaksınız?

— Aşk bütün bunları silmez mi? Dekor önemli midir o kadar?

E kapının altından dünyanın bilgisi sızıyor. El avuç göz içi romantik sahnelerle hayat geçmiyor ki! Belli bir bilinçle seviyorsunuz. Ortaokuldaki, dünyayı unutan gözleriniz artık çok şey görmüş oluyor. Aşk aslında Türkiye'de gençlerin değil, artık olgun yaşta insanların sorunsalı.

— Ne demek bu?

Şöyle düşünün; 70'li ve 80'li yıllarda söylenmiş şarkıları alıp cover yapıyorlar. Hangi cover içinize dokunuyor sizin? Hangisinin sesinde gerçekten aşkın titreşimini hissediyorsunuz? Sadece arkadaki ritimle o şarkının nasıl popüler olacağının üstüne kurulu bir dünya. Bir kulübe, diskoya, bara gittiğinizde kıç çalkalayacağınız şarkılar var sadece ya da 'duygusal, romantik bir çalışma' dedikleri, bayağı duygulanımlarla radyoda çalınanlar. Eskiden insanlar müzik dinlerlerdi, şimdi müzik dinlenmiyor. Bu anlamda müzik sektörünü sadece MP3'ler, internet, korsan batırmadı.

— Ne batırdı?

İnsanların ruhlarının ve kalplerinin bu kadar laçkalaşması batırdı! 70'li, 80'li yılları düşünün; gitaristlerin, grupların hepsinin adı bilinir, plaklar alınır, üstü okunurdu. Müzik aynı zamanda kültürel bir öğeydi. Şimdi bir yere girdiği zaman kafasını sallayabiliyorsa, iki tane figür attırabiliyorsa müzikle ilişki kurdum sanıyor!



*'Bizim gibilerin yaşı mı olur canım!'

— Yaşlanmak sizi korkutur mu?

Yani, 'A hiç önemli değil' falan desem yalan söylemiş olacağım. Önemli olan tabiatı kabul etmek, 'tabiatla ne kadar didişebilirsin'i kabul etmek... Teknolojinin, tıbbın sana sunduğu imkanları elbette değerlendir ama tabiatla kör bir yarışa girmek doğru değil. Yani her yaşı, her zamanı giyinmek lazım.

— Yaşınızı söyleyen biri misiniz?

Gururla söylüyorum çünkü göstermediğimi biliyorum! Bütün kitaplarımın arkasında doğum tarihim yazar. Ben bir gün yakınırken Sezen Aksu, "Bizim gibilerin yaşı mı olur canım," demişti. Çok hoşuma gitmişti, bunun üzerine kurdum felsefemi.

— Yaş ilerledikçe iç dünyanızda, ruhunuzda ne değişiyor peki?

Aslında gençliğin fetişleştirildiği bir çağda yaşıyoruz. İnsanlar bedenleriyle sanki iç çamaşırı reklamına çıkacakmış gibi ilişki kuruyorlar. Benim için gençlik dirimsellikle ilgili bir şey, şimdi ben ağzıma gözüme ne yaptırırsam yaptırayım 20 yaşındaki birinin doğal dokusunu taşımayacağımı biliyorum.

— Yaptırmadınız mı?

Düşünüyorum (kahkahalar). Eskiden 40-50 yaşında bir adama ölü muamelesi yapılırdı, şimdi öyle değil çünkü giyiminiz, kuşamınız, yaşam tarzınız öyle değil. Dolayısıyla çok dert edilecek bir şey yok. Ama tabii insan diri kalmak, zinde kalmak istiyor, bunları önemsiyorum.

— Zinde kalmak için ne yaparsınız?

Aslında iki sene önce çok mutluydum çünkü sabahları erken kalkıyor; önce İspanyolca öğreniyor sonra yogaya gidiyordum. Hayatta en çok imrendiğim şeydir sabah erken kalkmak. Hayatının hangi döneminde yaptın desen; çok az! Biraz sağlıkla ilgili sıkıntılarım da oldu, şeker başlangıcındayım, ona göre besleniyorum. Böyle olduğu zaman gövdenizle bir dikkat ilişkisi kuruyorsunuz, sadece gençlik, güzellik derdinden değil. Tabii bir de genetik haritanızın size dayattıkları var. Annem de babam da kanserden öldüler. Dolayısıyla 'Bende sekecek mi, sekmeyecek mi?' Aklınızın bir tarafında hep bu var.

*Murathan Mungan'ın 'en'leri:

—En’lerinizi soracağım size.

Ben 'en'lere inanmam, an'lara inanırım ama peki...

— En son okuduğunuz kitap?

Aynı anda birkaç kitap okurum. Biri Elsa Morante'nin L'isola di Arturo (Arturo'nun Adası) adlı kitabı...

— Sabah kalkınca en önce yaptığınız şey?

Hiç değişmez, oda sıcaklığında bekletilmiş bir bardak suya yarım limon sıkar içerim; 15 dakika sonra kahvaltı yaparım

— En önce okuduğunuz gazete ve yazar?

İlk yaptığım şey günlük yazmaktır. Hem zihninizi temizler, hem sizi güne hazırlar. Epeydir gazete almıyorum, özellikle çalışırken keserim. İnternetten takip ederim ama yazar değil, başlık takip ederim.

— En son izlediğiniz film?

Son Ültimatom. Matt Damon severim ama olmamıştı.

— En sevdiğiniz yemek?

Zeytinyağlı dolma severim.

— En sevdiğiniz mekan?

Bu konuda 'en' bulmakta zorlanırım. İstanbul'u 20 metrekarede yaşıyorum çünkü. Boğa burcuyum, hımbılım, koyduğunuz yerden kalkamam. Gittiğim mekanda mutlaka daha önce oturduğum yere otururum. En çok İstkafe'ye takılırım.

— En beğendiğiniz erkek?

Colin Farrell!

— En beğendiğiniz kadın?

Cate Blanchett.

— Türkiye’de?

Oralara girmeyelim...

— En sevdiğiniz şehir?

Madrid! 2008'de birkaç yıllığına Madrid'e yerleşmeyi düşünüyorum çünkü İspanyolca öğreniyorum. Önümüzdeki ay ev bakmaya gidiyorum.

— Hayatta en nefret ettiğiniz şey ne?

Galiba ihanet.

— En büyük pişmanlığınız?

Hani eskiden 'Yaşadığım hiçbir şeyden pişman değilim' diye laflar vardı, onu zamanında biz de kullandık ama şimdi düşününce 'Ne çok pişmanlığım varmış' diyorum (gülüyor).

— Ne gibi?

'O ilişki o kadar uzun sürer miydi, ona nasıl inandım, yalanını nasıl görmedim' gibi... Bana insanları ne kadar iyi analiz ettiğim söylenir ama ben özel hayatımda çok insan salağıyımdır! Gözüme sokulmadıkça, tuhaf bir şekilde insanlara inanan, bağlanan yanım daha güçlü.

*Son Projeleri:

• 1 Aralık'ta Dağ isimli bir şiir kitabı çıkıyor. Bir humma biçiminde yazdım; benim şiirimi sevenleri doyuracak. Yılı beş kitapla bitiriyorum yani. İstedim ki Murathan Mungan'ın oyun yazarı, denemeci, hikayeci, şair yanı yani beş maskesi birden görülsün.

• Kadından Kentler 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde çıkacak. İzmir'den başlayarak Türkiye'nin 16 şehrini gezeceğim ve her gittiğim şehirde o şehrin anlatıldığı öyküyü okuyacağım. Az kitap okuyan, edebiyatla arası çok iyi olmayan insanları da yakalayacak.

• 2008'de oynanacak Mutfak adında bir oyun yazıyorum. Kadınlar arasında geçiyor. Çünkü kadınlar çok renkli, çok imkanlı... O incelikli dünya içerisinde söz üretmeniz daha mümkün.

Kaynak: Pazar Sabah, 28 Ekim 2007

*Konuyla ilgili haberler:

[[Olgunluğumun saltanatını sürüyorum artık]]

[[Mungan gişe önünde]]

[['Melodram her an hayatımızın içinde']]

[[Murathan Mungan'ın yeni oyunları]]

[[Sivil itiraz adına suya atılan taş]]

[[Murathan Mungan Ankara’da!]]

[['Eşcinselliğe karşı olanlar, onlara hayran olmaktan korkuyor']]

[[Billur köşkün çizgi romanı]]

[[Mucize ve Buluşma: Mungan & Gürses]]

[[Mungan'dan site hediyesi!]]


Etiketler: kültür sanat
İstihdam