13/02/2007 | Yazar: Kaos GL

‘kendime de bakıyorum ama ayıramıyorum senden... aynı vahşi ormandan çıktık yola, insan olmaktan, deli insan olmaktan, çocuk insan olmaktan... sen yitişlerimin yoldaşısın, yine birlikte yitmek gerektiğini gösteriyor sezebildiklerim. "ol mahiler ki derya içredirler..." denli yakınsın bana, şuracıkta, kaburgalarımın arasında, sıcacık. havada sesin, soluğun var, hava bile sen...’

‘kendime de bakıyorum ama ayıramıyorum senden... aynı vahşi ormandan çıktık yola, insan olmaktan, deli insan olmaktan, çocuk insan olmaktan... sen yitişlerimin yoldaşısın, yine birlikte yitmek gerektiğini gösteriyor sezebildiklerim. "ol mahiler ki derya içredirler..." denli yakınsın bana, şuracıkta, kaburgalarımın arasında, sıcacık. havada sesin, soluğun var, hava bile sen...’

KAOS GL

Belgin İnan

kapı kapandı, gittin... işte, aşkın bütün kıskançlıklarını, bencilliklerini, hastalıklarını, acılarını ve güzelliklerini taşıyorum. yine yığıldım kaldım kapının dibine, saatlerce ağladım. sesimi çıkaramadım yanında da. ilk kez bu denli yabancıydın bana, söyleyebileceklerimin hepsi içime düşmüştü... dinledim durdum o günden bu güne, dünyaya baktım... çıkamadım işin içinden, bıraktım dağınık kalsın. cumartesi yaklaşıyor... kente dönersen...

...

gece nasıl da biniyor insanın soluğuna... "dokunmak yabancılaşmaya başkaldırmak..." deyip hep kol kola geziyorlardı sokaklarda, bir gece yine öyle kol kola deniz kenarına inmişler, yazmış, denize bakmışlar, denizin ufku yokmuş... hidrojen perokside, yapay gübreye, aside bırakmışlar denizi, eve dönüyorlarmış, biri diğerine çocukluğunda babasının gazoz vaadine kanıp kışlık odunları taşıdığını, odunların hepsi bitene kadar dayanamayıp çizgi film seyretmek için televizyon başına geçince babasının onu nasıl gazozsuz bıraktığını anlatmış... gazoz içmişler. başını göğsüne yaslamış. geceymiş... soluk almak çok güzelmiş.
sevgilisi düşündeymiş uyurken, bu sabah da babasıyla sevgilisi uyandırdı onu, "kara marsık!!!" diye bağırdı babası, irkildim, sevgilisi geldi, ya beş yaşındaydılar ya altı... elleri yumuk yumuk... ellerini ona vermiş, öbürü almış, sahici yalanlarının umutlanışlarını dizmişler boncuk boncuk. İzmir'in lodos kokulu sokakları sıcaktan kavruluyordu. Uzundere dolmuşundaydık tıngır tıngır... kan rengi bir erguvan takacaktı sevgilisinin boynuna, kanının deliliğine gidiyorduk, bilge suların en derinini gizlemişler kondunun temeline, "gel, suda açıyor kanım" dedi, takıldı öteki peşine.

...

küçük, küçücük bir taş attı bedene. oyunu bitirmeye yeltendi öteki. yiten geri döndü. cismi zulme uğramış ırmak hortladı, içine akacak vadi bulunca.

büyüyüp titreyerek yayıldı taş suda, su sarsıldı. doğru yerde olmak duygusu, ışıdı...
öteki anahtar, kimin yabancı olduğunu anladı...

...

gitme... sen gidince karanlık gölgen kalıyor, pençesini soluğuma takıp, yırtıyor. korkuyorum. gitme, aç göğsünü ısınıp kalayım öyle...

...

ölmeli kalmalı sokak oyunlarına dadanmış zaten kanı dellenince... soğuk hücrelerde yitirmiş sonra bedeninde kalan son sevda parçalarını ve aklını... ne vardı ki büyümekte. yıldızlar belirdi mi şarabı kapıp bostanın birine, cümbür cemaat... sonra yakalan bostan sahibine, yine sokakta al soluğu. yaramazdır işte o... şimdi de bıkmış icra takip evraklarını mazlumların kurtuluşuna yırtma düşlerini uğurlamaktan, "pencerenin pervazından alıkoydular beni" diye mırıl mırıl yakınıyor öksüz kedi yavrusu gibi... yağmur korkusu da değil artık bu. kocaman oldu... burnumu da sıkmaz artık.

...

kendime de bakıyorum ama ayıramıyorum senden... aynı vahşi ormandan çıktık yola, insan olmaktan, deli insan olmaktan, çocuk insan olmaktan... sen yitişlerimin yoldaşısın, yine birlikte yitmek gerektiğini gösteriyor sezebildiklerim. "ol mahiler ki derya içredirler..." denli yakınsın bana, şuracıkta, kaburgalarımın arasında, sıcacık. havada sesin, soluğun var, hava bile sen... taşlar, duvarlar, giysiler, kapılar bile sen... benim gözlerimde bir yığın yazılmamış şiir var, senin gözlerindekileri okumaya başladılar... duydum ki, "sevmesiyle değil mi, alır okurum." dermiş sana şaşkının biri, yetmezmiş bir de "benden başkasına okutmayacaksın" diye yeri göğü inletir dururmuş. neye yarar sahiplenmeleri, kimin olursan ol sapoğlu sapsın işte, bir başınasın... hiç kimsenin ve herkesindin sen bir vakitler. allanmış yüzünle gülüp türküler bağırarak koşardın caddelerde sarhoş, tutardım kolundan, otomobillerin altında kalmadan varırdık işkembeciye, "seni seviyorum" tümcesini o denli çok yinelerdin ki böyle zamanlarda, dilin yaka silkerdi artık...

dünyayı dışarıdan izlemek... benimle vakit geçirirken filmdeymiş gibi hissettiğini söylerdin, her şeyi usumuza çekerdik, algımızı don lastiğine çevirip esnettikçe esnetiyoruz ya birlikteyken, temiz niyetli bilmişliklere veriyoruz fikrimizi. özledim seni. beklerken unutulmak dayanılmaz olmalı. bekleyiş olma sen, günaydın ol...

seni bekliyorum... lodostan, rengarenk boyalı, yoksul evlerden geleceksin, saçlarında ve gülüşünde acı kızıl bir tebessüm olacak, allarını yeşillerini daha da aydınlattıkça soluk tenine çarpıp kırılıyorsun ya bugün... yarın ışıldayacaksın, omzunda şelpen, çıkınında şiirlerin, yüreğinde umudun ve direncin olacak... yarın sıyrılıp geldiğinde.

...

cumartesi yaklaşıyor... fırsat bulabilirsen kente dönecek, görüşürüz belki... kasabada, büroda kalmak durumu da dayatabilir. ortalık yatışana dek ayrı kalmaktan söz etmiştik ya, nafile...

"ol mahiler ki derya içredirler, deryayı bilmezler..."

sen gelsen de gelmesen de buradasın...

"aşk uzakta hep genç kalır biz ötede yaşlanırken..."


Kaynak: Kaos GL, Yaz 2001, Sayı 8




Etiketler:
İstihdam