11/11/2024 | Yazar: Kaos GL
Kaos GL Derneği’nin düzenlediği çalıştayda; sığınma başvuruları, mülteci LGBTİ+’lara yönelik sınır dışı kararları ve mülteci hukuku başlıkları konuşuldu.
Kaos GL Derneği, UNHCR ile yürüttüğü “Türkiye'deki LGBTİ+ Mültecilerin İnsan Haklarının Geliştirilmesi Projesi” kapsamında, avukatlara yönelik kapasite çalıştayı düzenledi. Ankara, İstanbul, İzmir, Malatya, Eskişehir, Bursa, Şanlıurfa, Adana, Edirne, Van, Nevşehir, Denizli, Kayseri şehirlerinden gelen avukatları bir araya getiren çalıştay, “Mülteci LGBTİ+’lar ve Hukuk” başlığıyla 2-3 Kasım tarihlerinde Ankara’da gerçekleşti.
Çalıştayın ilk günü Kaos GL’den Umut Güven’in “Temel Kavramlar Neden Önemli? Neden Güncelleniyor? Ayrımcılıkla Mücadelede Ortak Dil İhtiyacı” başlıklı sunumuyla başladı. “Toplumsal Cinsiyet” kavramının, içinde bulunduğumuz bağlama, kültüre göre değişen bir kavram olduğunu ve bu kavramın tüm yönelim ve cinsiyet kimliklerini içine alacak şekilde tanımlamak gerektiğini belirtti. Toplumsal cinsiyetin, çok yönlü açılımları, siyasi bağlamı olan, onu etkileyen bir kavram olduğunun altını çizen Güven; cinsel yönelim, cinsiyet kimliği/ifadesi ve cinsiyet karakteristiği temel kavramlarını açıkladı.
Ayrımcılık ve önyargı kavramlarını da aktaran Güven “Ayrımcılık bir grubun üyelerine karşı olumsuz tutum ve yargılar, önyargı ise bir grubun üyelerine karşı mesafelenme, hor görme, nefret etme şeklinde kendini gösterebilir ve şiddet eylemlerine varabilir. Kendimizden de başlayarak sorgulamamız gereken; “Ben bunu neden hissediyorum?”. Hoşnutsuzluğumuz bireysel değil bir gruba karşıdır. Bir kıyafeti biri giydiğinde rahatsız olup, diğerinden olmuyorsak, o kişiden ziyade o kişinin temsil ettiği bir şeyden rahatsız oluyoruz demektir. Ayrımcılığın yöneldiği kişiler, ait oldukları grup nedeniyle hedef olurlar, kişisel özellikleri nedeniyle değil” dedi.
Kavramlar üzerinde ortaklaşmanın önemli olduğunu belirten Güven, ayrımcılık özellikle dilde başladığının altını çizdi.
Çalıştayın ikinci oturumunda 17 Mayıs ve İnter Dayanışma’dan Belgin Günay “Cinsiyet Karakteristiği Nedir? İnterseksler” sunumu gerçekleştirdi. 17 Mayıs Derneği'nin interseks grubu İnter Dayanışma’nın çalışmalarından bahseden Günay, bu çalışmalar kapsamında akran danışmanlığı ile 17 Mayıs bünyesinde psikolojik destek ve hukuki danışmanlık verildiğini, tıp öğrencileri, hekimler, hukukçular gibi meslek profesyonellerinde interseks konusunda farkındalık arttırmaya çalıştıklarını söyledi.
İntersekslerin bedensel çeşitliliklerinden bahseden Günay, intersekslerin maruz bırakıldıkları hak ihlallerini ayrıntılı bir şekilde aktardı. İnterseks bedenlere yapılan tıbbi müdahaleleri aktaran Günay, özellikle hiçbir hayati zorunluluk olmamasına rağmen özellikle ikili cinsiyet normlarına uydurmak için interseks bebeklerin operasyonlara maruz bırakıldıklarını ve çoğu zaman ailelerin de bu süreçte yeterince bilgilendirilmediğinin altını çizdi.
Mülteci interseks çocukların ailelerine ve aile nezaretinde çocuklara da akran danışmanlığı verdiklerini de ekleyen Günay, mülteci olmanın ekstra zorlukları olduğunu, mültecilerin mobil olamadıkları için herhangi bir şehre gidip bilgi alamadıklarını, dil engeli olduğunu belirtti. Yetişkin mülteci intersekslerin diğer göçmenlerden nefret davranışı gördüklerini söyledi. Hormon replasmanı gibi tıbbi ihtiyaçlara mülteci olarak erişmenin zor olduğunu, sığınılan ülkede de doktordan aynı tavrı gördüklerini söyledi ve “Mültecilikte intersekslerle ilgili tanınırlık yok. Kişiler lezbiyen, gey kimliği üzerinden başvuru yapabiliyorlar” dedi.
İlk günün son oturumunda Psk. Dr. İpek Demirok “Travma, Travma Sonrası Stres Bozukluğu ve İkincil Travma” başlıklı sunumunu gerçekleştirdi. Sunumuna travmadan ne anlıyoruz sorusuyla başlayan Demirok, ortalama güvenlik algımız olduğunu ve çok iniş çıkış olmadığını ama travmatik bir olay olduğunda bir saldırı anında rasyonel düşüncenin ortadan kalktığını belirtti. Demirok “Normalde zihnimiz bütünlüklü algılayabilir ama travmada hafıza bozulmaya başlıyor. Travmatik olay geçtikten sonra yeniden yaşantılıma belirtileri denilen, olayın tekrarlayan görüntüleri başlıyor” dedi. Süreğen ayrımcılıkta kişilerde sürekli tetikte olma hali olduğunu belirten Demirok, savaştan gelen mültecilerde savaş olmasa bile göç etmenin birçok stresörü olduğunu belirtti.
İlk gün “Avukatlık ve Başka Disiplinlerle Birlikte Çalışma” forumuyla sona erdi.
Cinsel yönelim/cinsiyet kimliği temelli sığınma başvuruları ve Türkiye’de mülteci LGBTİ+’lar
Çalıştayın ikinci günü Kaos GL’den Av. Hayriye Kara’nın “Cinsel Yönelim/Cinsiyet Kimliği Temelli Sığınma Başvuruları ve Türkiye’de Mülteci LGBTİ+’lar” başlıklı sunumuyla başladı. LGBTİ+’ların sığınma başvurularının “belirli bir toplumsal gruba mensubiyet” kriteri altında değerlendirildiklerini belirten Kara, “belirli bir sosyal grubu” tanımlamak için “korunan özellikler ve sosyal algı” olmak üzere iki yaklaşım olduğunu söyledi.
Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli sığınma başvurularının değerlendirilmesine yönelik UNHCR kılavuz ilkelerinden bahseden Kara, kılavuz ilkelerde toplumsal normlara atıflar yapıldığını ve zulüm örneklerinin kapsayıcı bir şekilde (işkence, insanlık dışı muamele, psikolojik şiddet, zorla evlendirme, “düzeltme” tedavileri, ayrımcılık-eğitim-istihdam, namus cinayetleri, tehdit, hapishane-tecrit, ceza kanunda suç sayılması, mevzuattaki muğlak kavramların aleyhe uygulanması, devletin korumaması ya da korumaya istekli olmaması, cezasızlık) sayıldığını belirtti.
Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin belirlenmesinde objektif kriterler olmadığını LGBTİ+’ların deneyimlerinin biricik olduğunu söyledi.
Türkiye pratiğinde ise, LGBTİ+’ların belirli bir sosyal grup olarak kabul edildiği somut başvurular üzerinden anlaşıldığını ancak idarenin “belirli sosyal grubu” tanımlarken hangi yaklaşımı benimsediğine ve hangi kriterler üzerinden değerlendirme yaptığına dair yazılı bir düzenleme olmadığını belirtti. Bu hususun davalarda mahkemeler tarafından da tartışılmadığının altını çizdi ve “cinsel yönelimi hakkında yalan söylüyor, aktivizm yapmazsan zulüm riski yok” gibi gerekçelerle başvuruların reddedildiğini belirtti. Ardından AİHM ve ABAD kararlarına değindi. Kara, iki mahkemenin de yaklaşımının “cinsel yönelimin bir kişinin kimliğinin temel bir parçası olduğunu ve bu nedenle cinsel yönelimleri nedeniyle uluslararası koruma başvurusunda bulunan kişilerden zulümden kaçınmak için bunu gizlemelerinin istenemeyeceğini” olduğunu ifade etti.
ABAD A.B.C v Hollanda kararına değinen Kara “Mahkemeye göre sığınma başvurusunda bulunanların eşcinselliklerini kanıtlamak için olası 'testlere' tabi tutulmalarına, cinsel pratikleri gösteren film/fotoğraf gibi “kanıtlar” sunmalarına izin vermek, bu tür kanıtların mutlaka kanıt değeri taşımadığı gerçeğinin yanı sıra, bu doğası gereği, insan onurunu ihlal eder. Yine sırf hayatının mahrem yönlerini ifşa etme konusundaki çekingenliği nedeniyle bu kişi eşcinselliğini en başta beyan etmedi diye, beyan edilen cinsel kimliğin inandırıcılıktan yoksun olduğu sonucuna varılamaz. Mahkeme, mülakatı başvuruyu çevreleyen kişisel veya genel koşulları, özellikle de başvuru sahibinin savunmasızlığını dikkate alarak yürütme ve her bir başvuru sahibinin bireysel konumunu ve kişisel koşullarını dikkate alarak başvuruya ilişkin bireysel bir değerlendirme yapma gerekliliğini vurgular. LGBTİ+ başvurucuların kendilerini ifade edebilmeleri için gerekli usul güvencelerin sağlanması gerektiğinin altını çizer” dedi ve ekledi:
“ABAD X.Y.Z v Hollanda kararında Mahkeme bir kişinin cinsel yönelimini ifade ederken bir heteroseksüelden daha fazla kısıtlama uygulayarak zulümden kaçınabileceği gerçeğinin dikkate alınmayacağını belirtir”
“İdare, neden kişinin mülteci olamayacağını ispatlamak durumundadır”
İkinci oturumda Av. Ahmet Rodi Polat, LGBTİ+’lar açısından sınır dışı ve idari gözetim uygulamalarını aktardı. Kamu düzeni, kamu güvenliği ve kamu sağlığı kavramlarını güvenlikçi politikalar kapsamında ele alan Polat, 2020 yılında Göç İdaresi’nin kullandığı GÖÇ NET veri tabanı ile UYAP veri tabanı entegrasyonu sağlanması sonrası bu uygulamalar arttığını, yabancılar hakkında herhangi bir nedenle başlatılan adli soruşturmaların sonuçlanmaları beklenmeksizin masumiyet karinesine çok açık aykırılık oluşturacak şekilde sınır dışı etme ve idari gözetim kararları alınmaya başlandığını söyledi.
Türkiye’de YUKK alanındaki dosyalara ilişkin yargı kararları üzerinden yapılan ampirik çalışmaların özellikle “kamu düzeni”, “kamu güvenliği” ve “kamu sağlığı” gibi muğlak kavramlara dayanarak alınan sınır dışı kararlarının hukuka uygunluğunun değerlendirilmesi sırasında, mahkemelerin idareye çok geniş bir takdir yetkisi tanıdığı tespitinde bulunduğunun altını çizdi.
Uygulamadaki sorunları aktaran Polat “İspat külfeti yalnızca kişilere yükleniyor, idarenin de ispat yükümlülüğü var. Buna da itiraz ediyor olmamız ve gerekçesini iyi kurmamız lazım. Mültecilerden somut belgeler sunmalarını bekleyemeyiz. İdare neden kişinin mülteci olamayacağını ispatlamak durumundadır. Ret gerekçelerinin büyük bir kısmında belge sunmamış bahanesini görüyoruz. Fiilen belge sunmak gibi bir yükümlülük getirilmiş durumda. Mültecilerden tutarlı iddia bekleniyor, insanlara yalancı muamelesi yapılıyor” dedi.
HIV ile yaşayanların özellikle GGM’lerde ayrımcılık ve damgalamaya maruz bırakıldığını belirtti. Tedaviye erişim konusuna da değinen Polat, sadece ilaca erişimin tedaviye erişim olarak değerlendirilmemesi gerektiğini, kişinin tedavi için ihtiyaç duyulan tüm sağlık hizmetlerine erişmesi gerektiğini söyledi.
Çalıştay, Av. Mahmut Kaçan’ın “Kayıtlı Olmayan Birliktelikler/Aile Tanımı ve Anlayışı” başlıklı sunumuyla devam etti. Kayıtlı birliktelik müessesesinin Türkiye hukukunda olmadığını belirten Kaçan bazı ülkelerde eşcinsel evlilikleri tanımayan fakat kayıtlı birliktelik şeklinde kurum oluşturulduğunu, kayıtlı olmayan birlikteliklerin ise, cinsiyete ya da yönelime bakmadan iki kişinin ortaklık kurarak birlikte yaşadığı durumu ifade eden bir kavram olduğunu belirtti. AİHM kararlarına da değinen Kaçan, Mahkemeye göre Sözleşmenin 8. maddesinin belirli bir ülkede yerleşme ya da oturma izni alma hakkını içermese de üye devletin, göç politikalarını bir yabancı uyruklunun insan haklarıyla, özellikle özel veya aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı ve ayrımcılığa uğramama hakkı ile uyumlu bir şekilde uygulaması gerektiğini ifade etti. Mahkemenin eşcinsel birliktelik içinde yaşayan kişilerin aile birleşimi elde etmeleri olasılığından tamamen dışlanmasının, Sözleşme kapsamındaki standartlarla uyumlu olmadığını söylediğinin altını çizdi.
Ardından eşcinsel bir birliktelik içinde olduğu partneri ile aynı şehirde yaşamak için şehir değişikliği talebinde bulunan müvekkilinin talebinin reddedilmesi üzerine açtığı iptal davasını ve yürüttüğü hukuki süreci aktardı. İdarenin ve mahkemenin eşcinsel birlikteliği aile olarak tanımlamadığını belirten Kaçan, mahkemenin Türkiye mevzuatında aynı cinsten bireyler arasında evlilik dolayısıyla nişanlılık müessesinin kurulamadığını ve bu nedenle şehir değişikliği talebinin geçerli bir nedene dayanmadığı gerekçesiyle davayı reddettiğini ve bölge idare mahkemesinin de kararı onadığını söyledi. AYM ve AİHM’nin de hiçbir kısa karar ile başvuruyu kabul edilemez bulduğunu, bu nedenle hangi gerekçeyle başvurunun kabul edilemez olduğunun bilinmediğini belirtti.
Bu tür başvuruların çoğaltılması gerektiğinin altını çizen Kaçan, mülteci LGBTİ+’ların yaşadığı problemler Türkiyelilerin yaşadıklarından farklı olmamakla birlikte mülteci olmalarından kaynaklı olarak mülteci LGBTİ+’ların yasal korumadan yararlanamadıkları süreçler yaşandığını ifade etti.
“Mülteci hukuku transnasyonel bir alan”
Çalıştayın son oturumunda Dr. Neva Övünç Öztürk İngiltere Yüksek Mahkemesi’nin kararı ile BM Çocuk Hakları Komitesinin kararı üzerinden sunumunu gerçekleştirdi.
Mülteci hukukunun transnasyonel bir alan olduğunu belirten Öztürk, Sözleşmenin yeknesak ilerlemesi gerektiğini, uluslararası korumanın tüm uluslararası toplum adına sağlanmış olduğunu söyledi. Bu bağlamda uluslararası korumanın sağlanması konusunda yeknesak hareket etme ihtiyacı olduğunu ve bunun sadece romantik ifadelerden dolayı değil, pozitif hukuk temeli olduğunu belirtti. Türkiye’de mahkemelerin kararlarına bakıldığında, diğer ülke mahkemelerinin esasa yönelik konularda nasıl yöntem izlediğini, nasıl yorumladığını tartışmadığını söyleyen Öztürk, bu boşluğun doldurması acısından farklı ülke kararlarını tartışmanın önemli olduğunun altını çizdi.
Öztürk ilk olarak sığınma başvurusu yaptığı sırada eşcinsel, temyiz aşamasında kendini non-binary olarak tanımlayan El-Salvador vatandaşı başvurucunun, sığınma başvurusunun reddedilmesi üzerine, 2020 tarihli İngiltere Yüksek Mahkemesi’nin değerlendirmeyi nasıl yaptığını aktardı. İngiltere’de kişilerin beyanına göre hangi cinsiyet zamirinin kullanılacağının, yetkililerin inisiyatifinde değil değerlendirme rehberinde belirtildiğini söyleyen Öztürk, mahkemenin 4 sorunun yanıtı üzerinden değerlendirmeyi yaptığını, bu soruların; “başvurucunun kimliği ile ilgili beyanının inanılırlığı, başvurucunun mensup olduğu grubun belirli bir sosyal grup olarak değerlendirilip değerlendirilmediği, kimliğini açık yaşamayı tercih ederse zulüm ihtimalinin varlığı, gizli yaşamayı tercih ederse ne olacağı/neden gizli yaşamayı tercih ettiği” olduğunu ifade etti. Öztürk “Temyiz mahkemesi, ilk derece mahkemesinin bunların değerlendirmesinin tamamında hata yaptığına kanaat getiriyor. Başvurucunun ülkesinde maruz bırakıldığı polis tarafından dövülme, sokakta kendisine çöp ve idrar torbası fırlatılmasının kötü muamele olduğunu ve bunları bir kez bile yaşamasının zulüm olarak değerlendirmek gerektiğini söylemiştir” dedi.
BM Çocuk Hakları Komitesinin 2021 tarihli kararını da aktaran Öztürk, ebeveynleri hakkında olsa bile her türlü karar ve işlemde çocuğunun yüksek yararının gözetilmesi gerektiğini söyledi.
Etiketler: insan hakları, mülteci