07/03/2014 | Yazar: Kaos GL
Cynthia Cockburn Kaos GL’nin ‘barış’ sayısında Feministlerin ve LGBT’lerin barışın sağlanması ve korunmasında geliştirebilecekleri stratejileri yazdı

Cynthia Cockburn Kaos GL’nin “barış” dosyası için Feministlerin ve LGBT’lerin hangi stratejilerle barışın sağlanması ve korunmasına katkıda bulunabilecekleri üzerine yazdı.
Barış çalışmalarını toplumsal cinsiyet üzerinden okuyan feminist bir aktivist, araştırmacı ve yazar Cynthia Cockburn, 3. Uluslararası Feminist Forum ve KASAUM 20. Yıl Etkinlikleri ortak programı kapsamında yapacağı konuşma için 15 Mart’ta Ankara’da olacak.
Feminist araştırmacı ve yazar olan Cynthia Cockburn 1995’den bu yana özellikle Kuzey İrlanda, Bosna-Hersek ve İsrail – Filistin’deki çatışmalarda ve barış süreçlerinde toplumsal cinsiyet konusuna yoğunlaşmıştır. Ampirik çalışmalarıyla ve teoriyi politik eylemler üzerinden kurmasıyla tanınan yazarın Türkçeye çevrilmiş 3 kitabı var [Mesafeyi Aşmak: Barış Mücadelesinde Kadınlar (İletişim 2004), Hat: Kıbrıs’ta Kadınlar Taksim ve toplumsal Cinsiyet Düzeni (İletişim 2004), Buradan Baktığımızda Kadınların Militarizmle Mücadelesi (Metis 2009].
Savaş olabildiğince cinsiyetlendirilmiş bir mesele. İlk olarak, barış zamanı ekonomisinde “emeğin toplumsal cinsiyete dayalı bölünmesi” olduğu gibi “savaşın toplumsal cinsiyete dayalı bölünmesi” diyebileceğimiz bir şey var. Yani gerçek sayılar bazında erkekler bir şeyi, kadınlar başka bir şeyi yapma eğilimindeler. Onun için, erkekler asker olma eğilimindeler. Özellikle komuta veren rütbeleri erkekler doldurur. Silahlı çatışma sırasında kadınlardan ziyade erkekler ölür. Kadınlar özellikle savaş sırasında tecavüze karşı korumasızdırlar. Mültecilerin büyük bir kısmını kadınlar oluşturur. Savaş krizi esnasında ve sonrasında çocukların, yaşlıların ve engellilerin bakımı kadınların üzerine kalır. Bu örnekler çoğaltılabilir.
“Savaşın toplumsal cinsiyete dayalı bölünmesi” tabii ki yüzde yüz geçerli değil. Mesela günümüzde daha fazla kadın orduda yer alıyor. Aynı şekilde, toplumsal cinsiyet kalıplarına baktığınızda, esas erkeklerin ve kadınların, bedenler olarak, bulundukları yerler bize ilginç ve faydalı bilgiler sunar. Zira toplumsal cinsiyet farkları “savaşın toplumsal cinsiyete dayalı bölünmesi” parçalandığında da sürer. Mesela kadın askerler asker olma deneyimlerinin bir erkeğinkiyle hiç de aynı olmadığını söylerler. Bu hiyerarşide farklı bir muamele görürler. Sıklıkla kendi komutanları tarafından cinsel tacize uğrarlar. Peki ya tecavüze uğrayan erkekler – muhakkak bir kadının tecavüze uğraması kadar kötüdür? Tabii kötü; ama daha farklı. Bir kere, erkekler tecavüzle hamile bırakılamazlar. Ayrıca aşağılamanın biçimi farklı, bu da egemen toplumsal cinsiyet statüsünde olmalarından ötürü. Yani toplumsal cinsiyet farkı tam olmadığı zamanlarda bile büyük etkilere sahip.
Bu, erkekleri ve kadınları bedenler olarak düşünmektir. Bunun bir adım ötesine geçip erkeklik ve kadınlığı fikirler, kültür ve bir sembolik sistem olarak düşünürseniz… erkeksi kabul edilen değerlerin savaşı meşrulaştırmakta oynadığı önemli rolü anlayabiliriz. Hükümetlerin savaş politikaları sıklıkla bir tür millî onurla gerekçelendirilir. Katı bir “erkeksi” duruş, ülkenin kendine olan saygısının teminatıdır. Ordular ve tek tek askerler oldukça ataerkil bir kavram olan “namus” adına savaşmaya isteklidirler. Erkekler “doğru düzgün bir adam” olmak üzerinden orduya katılmaya teşvik edilir veyahut da zorlanırlar. Savaş erkekler ve kadınlar arasındaki bölünmeyi keskinleştiren bir etkiye sahiptir. Kadınlığı ve kadınsı değerleri “yerine koyarken” erkekliğin statüsünü yükseltir.
Bu yüzden de bana öyle geliyor ki LGBT’ler olarak yapabileceklerimiz sahip olduğumuz bu şahane avantajdan geliyor… Zira biz zaten toplumsal cinsiyet rejimini bozduk, onu parçalarına ayırdık, toplumsal cinsiyet kurallarına uymayı reddettik. Geleneksel anlamda heteroseksüelliği terk ederek biz bu oyunu çoktan bozduk! Bir kısmımız toplumsal cinsiyetle oynasa da kendimize olan algımızda düz ve geleneksel manada “erkeksi bir erkek olmak” ya da “kadınsı bir kadın olmak” için yatırım yapmıyoruz. Biz uymuyoruz. Biz heteronormativiteye başkaldırıyoruz.
İşte bu yüzden savaşın toplumsal cinsiyet tiranlığına başkaldırmak, savaşın mantığının ve gerekçelerinin kuyusunu kazmak için irfanımızı ve örgütlü gücümüzü kullanabiliriz. Bazı eşcinsel erkeklerin vicdanî retçi olduklarını, güçlü anti-militarist bir etkiyle inanılmaz cesur ve komik biçimlerde ordu ve erkeklikle alay ettiklerini gördük. Silahlı çatışmadan sonra silahsızlanma ve silahlı kuvvetlerin tasfiyesi zorluğu gelir. Sıklıkla erkekler savaştan heteroseksüel ilişkilerine döndüklerinde partnerlerine şiddet uygularlar. İşte bu yüzden parçalarına ayırmamız gerekenler yalnızca silahlar ve el bombaları değil. Savaş sonrası barış inşasının önemli bir kısmı militarize olmuş erkekliğin tasfiyesidir. LGBT’ler olarak biz de toplumsal cinsiyetlerimizi var etmek için yaptığımız çeşitli, özgün ve yaratıcı modellemelerle buna katkıda bulunabiliriz. Her şeyden öte ataerkil iktidarı reddedip onun meşruiyetini bozarak. Unutmayın, kapitalizm, emperyalizm ve beyaz üstünlüğünü de parçalarına ayırmak zorundayız; ama bir dakka, bunun için de kendi özgün yollarımızı bulamayacağımızı da kim söyledi!
Bu yazı daha önce Kaos GL Dergisi Sayı: 131’de yayınlandı
Etiketler: kadın