26/06/2020 | Yazar: Evrim Demirtaş

“Adalet sisteminin içinde LGBTİ+ bireyler için güven verici uygulamaların işletildiğine hiç tanık olmadım.”

“Baronun ayrımcılığa uğrayan LGBTİ+ meslektaşlara sahip çıkması gerekir” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

“Adaletin bu mu dünya” yazı dizisinde avukatlara mikrofon uzatıyor, LGBTİ+ hakları ve hukuku konuşuyoruz. Yazı dizisinde bugünkü konuğumuz Avukat Ali Deman Güler. İzmir Barosu yönetim kurulu üyesi olan Güler, İzmir Barosu’nun İnsan Hakları Merkezi ile Göç ve İltica Komisyonu’ndan sorumlusu.

Av. Ali Deman Güler, “Yaşam hakkından çalışma hürriyetine, işkence yasağından kişi özgürlüğüne en temel konularda dezavantajlı gruplar büyük sorunlar yaşıyorlar. Ama ben LGBTİ+ bireylerin dezavantajlılar içinde daha dezavantajlı bir konuma sahip olduklarını düşünüyorum” diyor.

“Türkiye'de adalete güven yaygın şekilde sarsıldı”

Dezavantajlı grupların adalete güven ilişkilerini değerlendirir misiniz?

Türkiye’de adalete güven meselesi yaygın şekilde sarsıldı. Yurttaşlarla geliştirdiğimiz en kısa diyaloglarda bile en büyük ihtiyaçlardan birinin adalet olduğunu işitiyoruz. Gelişmiş toplumlarda adalet talebinin yurttaşların diline bu denli dolandığını duymazsınız. Tabi bu genel sıkıntılı durumun ortasında bir de dezavantajlı grupların sorunları var. Dezavantajlı grupların adalete özleminin daha büyük olduğunu, dezavantajlı grup üyesi bireylerin insan hak ve özgürlüklerinin daha çok ihlal edildiğini söylemek mümkün.

Yaşam hakkından çalışma hürriyetine, işkence yasağından kişi özgürlüğüne en temel konularda dezavantajlı gruplar büyük sorunlar yaşıyorlar. Ama ben LGBTİ+ bireylerin dezavantajlılar içinde daha dezavantajlı bir konuma sahip olduklarını düşünüyorum. Burada “ayrımcılığın meşruiyeti” diye bir kavram ileri sürmek sanırım mümkün olur. Bugün kadınların maruz kaldıkları uygulamalar, mültecilerin durumu, engellilerin yaşadıkları, azınlıklar ve diğer dezavantajlı gruplar çok çeşitli hak ihlalleri ile karşı karşıya kalıyorlar. Ancak örneğin kadına karşı şiddet ve kadın cinayetleri gündeme geldiğinde, en azından söylemde, toplumda bir karşı çıkış meydana gelebiliyor. Mültecilerin yaşadıkları dram her geçen gün artan ırkçılığa rağmen ana akım medyada gündem olabiliyor. Fakat mesele LGBTİ+ bireyler olduğunda toplumun büyük kesiminin nefret söylemine sıkı sıkıya sarıldığını, kalanların ise ses çıkarmamayı tercih ettiğini görüyoruz.

Adalet mekanizması da işte bu gizli sosyal kodları bünyesinde taşıyor. Bu koşullar altında LGBTİ+ bireylerin adalete güvenmesi zaten beklenemez. Ben şimdiye dek işlemeyen adalet sisteminin içinde LGBTİ+ bireyler için güven verici uygulamaların işletildiğine hiç tanık olmadım. Tam tersi adalet arayışında olan bir LGBTİ+ bireyin ne denli büyük baskılar görebildiğini, mahkemelerdeki uygulamaların ne denli ayrımcı olabildiğini, kararların LGBTİ+ bireyleri tatmin etmekten ne denli uzak olduğunu defalarca gördüm. O nedenle bu koşullar altında LGBTİ+ bireylerin adalete güvenmelerini beklemek çok da gerçekçi olmazdı zaten.

İzmir Barosu LGBTİ+ Hakları Komisyonu Türkiye'de ilk olma özelliğine sahip, komisyon çalışmalarını takip ediyor musunuz? Baroları ve dolayısıyla baro komisyonlarının adalete erişimde nasıl bir rolü olabileceğini düşünüyorsunuz?

İzmir Barosu LGBTİ+ Hakları Komisyonu, 2018 yılında yönetime geldiğimizde ilk açtığımız komisyonumuz oldu. Bu alanda da ilk olmaktan gurur duyuyoruz. Türkiye’nin çağdaş dünyadaki hukuki gelişmeleri takip edebilmesi, evrensel hukukun ve yöntemlerin bir parçası olması iradesini sürdürmesi gerekiyor. Bugün Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi uluslararası kurumlara üye olmak, Avrupa Birliği aday ülke statüsü taşımak her zamankinden daha önemli diye düşünüyorum. Bu kurumlardaki temsil, aynı zamanda evrensel ortak değerler paydasında uluslararası toplumla bütünleşmek anlamına da geliyor. Bugün gerek uluslararası yargı kurumları ve gerekse diğer bölgesel ve evrensel insan hakları mekanizmaları LGBTİ+ haklarının temel insan hakları meselelerinden biri olduğu konusunda hemfikir olmuş durumda. Dünyada var olan LGBTİ+ hakları konusundaki gelişmelere gözlerimizi kapatıyoruz demek mevcut gerçekliği ortadan kaldırmıyor. Dolayısıyla hak ve özgürlükleri temel alan bir anlayışla LGBTİ+ bireylerin kendini var etmesi için mücadele etmek, çağdaş dünyanın yarattığı hukuk anlayışının da bir parçası olmak demek.

Komisyonumuzun çalışmalarını takip ediyor ve mümkün oldukça baromuzun genel insan hakları çalışmalarıyla eşgüdümünü sağlamaya çalışıyoruz. Örneğin bu seneki 10 Aralık insan hakları haftası etkinliklerimiz içinde LGBTİ+ alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarına yaptığımız ziyaretler de vardı. Baro başkanımız da bu ziyaretlerde her zamanki gibi yanımızda idi. Bu tür ortak çalışmaların ve kurumsal desteklerin konuyu görünür kılmak açısından önemli olduğuna inanıyorum. Barolar Avukatlık Kanunun 76. Maddesine göre “insan haklarını savunmak ve korumak” ile yetkilendirilmiş kurumlardır. Baroların geliştirecekleri insan hakları faaliyetleri ile topluma örnek olması, toplumu değiştirici bir rol üstlenmesi gerekmektedir. LGBTİ+ hakları çalışmalarımızla bu rolün gereğini yaptığımıza inanıyorum.

“Barolar her zamankinden daha değerli bir yerde”

LGBTİ+ avukatların yaşadığı sorunların çözümünde barolar neler yapabilir?

Bu çok değerli bir soru. Cevabı da biraz herkesin barolardan ne beklediğinde ve baroları zihinlerinde nasıl konumlandırdığında gizli. Ben Türkiye’nin mevcut koşullarında baroların her zamankinden daha değerli bir yerde bulunduğu kanaatindeyim. Belki biraz da toplumsal sıkışmışlık halinin getirdiği bir ihtiyaçtan, barolar bugün demokrasiyi ve evrensel hukuku yüksek sesle dile getiren yegâne kurum haline eriştiler. O nedenle artık baroların sadece bir meslek örgütü olduğunu söyleyemeyiz. Bugün toplumsal muhalefetin her önemli meselede dönüp baktığı yer barolar olduysa bunun biz avukatların üzerinde büyük bir sorumluluk yarattığı da açıktır.

Ülkemizin LGBTİ+ hakları konusunda yaşadığı sıkıntıların ve bu alandaki haklı taleplerin taşıyıcılarından biri bugün barolar olmak zorundadır. İzmir Barosu olarak bir buçuk yıldır “İzmir İnsan Haklarının Başkenti” iddiasıyla çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bu bakımdan LGBTİ+ hakları baromuzun insan hakları vizyonunun temel bir bileşenidir. İzmir Barosu’nun ülkede bir ilk olarak kurduğu LGBTİ+ Hakları Komisyonu’nun ardından başka barolar da bizim örneğimizi izleyerek bu alanda komisyonlar kurdular. Dolayısıyla duyarlılık yayılıyor ve avukatlık mesleğinde LGBTİ+ hakları konusu gündemleşiyor. Bu olumlu gelişmelerin yanında bu alana çok uzak hatta tepkili barolar olduğunu da biliyoruz. LGBTİ+ meslektaşların üyesi olduğu baronun tutumuna göre yaşadıkları sorunların biçimi ve etkisi de değişebiliyor. Ben İzmir örneğinin tüm ülkede takip edilmesi ve örnek alınması gerektiğini düşünüyorum.

Burada baroların ayrımcılık yasağı dışında da üzerine düşen sorumluluklar vardır. Yani ben meslek örgütünün pozitif yükümlülükleri de olması gerektiğini kanaatindeyim. Baronun yalnızca LGBTİ+ meslektaşlara ayrımcılık yapmaması değil, alanda ayrımcılığa uğrayan meslektaşlara sahip çıkması, bir meslek örgütü olarak onlara her türlü sosyal ve kültürel imkânın altyapısını hazırlaması da gerekir.

Hem mülteci hem LGBTİ+ olma durumunu değerlendirir misiniz?

Birden çok dezavantajı üzerinde barındıran bireyler ile aynı dünyayı paylaşıyoruz. Bu kimi zaman engelli bir çocuk, kimi zaman evsiz bir kadın kimi zaman da LGBTİ+ bir mülteci olabiliyor. Az önce de söylediğim gibi LGBTİ+ olmanın özellikle ülkemizde dezavantajlılar arasında daha dezavantajlı bir pozisyon yarattığını düşünüyorum. LGBTİ+ mülteciler içinde danışanlarım, müvekkillerim ve arkadaşlarım oldu. Uzun yıllardır bu insanların ne türden sorunlarla başa çıkmaya çalıştığının birinci elden tanığıyım. Ülkemizde yaşanan mülteci krizinden yıllar önce, bir avuç insan olarak mülteci alanında çalışmaya gönüllü olmuştuk. O dönemde konuyu LGBTİ+ mültecilere getirdiğimizde bu alanı bilmeyenlerin gözünde şaşkınlıkla karışık bir kuşku belirdiğini çok net hatırlıyorum. O dönemden bu yana çok bir şey değişti demek isterdim ama gerçek ne yazık ki öyle değil.  LGBTİ+ bireylere yönelik ayrımcılığın hangi boyutlara ulaşabildiği, bu insanların hayatının kendi ülkelerinde ne denli zorlaştırıldığı ve hatta tehlikeye girdiğini çoğu kimse bilmiyor, duymak istemiyor. Günümüzde LGBTİ+ bireylere yönelik ayrımcılık ve zulüm tüm dünyada önemli bir iltica nedeni. Ve kamuoyu çok farkında olmasa da ülkemizdeki binlerce LGBTİ+ mülteci geleceklerini güven içinde kurmak için büyük bir çaba sarf ediyorlar.  Mevcut iltica mevzuatımız ve Türkiye’nin 1951 Sözleşmesi’ni uygulama şekli bu insanların söz konusu güvenli geleceği Türkiye’de kurmasını büyük ölçüde engelliyor. Ülkemizin insan hakları sicili son yıllarda o denli kötüleşti ki her bir alandaki sorun diğeri ile birleşince çok karamsar bir tablo ortaya çıkıyor. LGBTİ+ bireylerin bu genel tablodan etkilenmediğini söylemek gerçekten çok güç. Ama önümüzdeki yıllarda ülkemizin insan hakları alanında ilerlemesi ve dünya standardında bir demokrasiye kavuşması ile LGBTİ+ hakları konusunda da büyük aşamalar geçireceğine gönülden inanıyorum. Zaten tüm çabamız da bu güzel günlere bir an evvel kavuşmak için sürüyor.


Etiketler: insan hakları
nefret