23/05/2024 | Yazar: Oğulcan Özgenç

Kobanê Davası’nda hakkında 16 yıl hapis cezası verilen LGBTİ+ hakları aktivisti ve HDP eski MYK üyesi Cihan Erdal ile konuştuk.

“Benim kuşağım, sürgünlüğü yaşayan son politik kuşak olsun” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) siyasetçilerin yargılandığı, kamuoyunda Kobanê Davası olarak bilinen davanın karar duruşması Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 16 Mayıs’ta görüldü. Mahkeme heyetinin, duruşma erteleme talebini reddettiği davada kararlar çıktı.

HDP'nin eski Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş başta olmak üzere HDP Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin de yargılandığı Kobanê Davası’nın karar duruşmasında LGBTİ+ hakları aktivisti Cihan Erdal’a da 16 yıl hapis cezası verildi.

HDP eski MYK üyesi, akademisyen ve LGBTİ+ aktivisti Cihan Erdal, Kanada’daki Carleton Üniversitesi’nde doktorası devam ederken saha araştırması için Türkiye’ye gelmiş ve 2020’de tutuklanmıştı. Erdal, 2021’deki tahliyesinin ardından Kanada’ya dönmüştü.

Erdal ile Kobanê Davası kararları hakkında konuştuk.

Kobane Davası’nın karar duruşması geçtiğimiz günlerde görüldü. Bir sürü hukuki garabetle kamuoyuna yansıyan bu davada siz de yargılandınız. Gerekçeli karar henüz çıkmasa da basına yansıyan bilgilere göre hakkınızda 16 yıl hapis cezası verildi. Kararı ilk duyduğunuzda tepkiniz ne oldu?

Kararı bekliyordum. Siyasi bir karar verileceğini biliyorduk çünkü. Hatta bir önceki duruşmada da kararın çıkması bekleniyordu. Mahkeme heyeti kararı yetiştiremediğini söylemişti ve tam seçimin ertesiydi. Bu çok konuşulan “normalleşme” ve “yumuşama” süreçlerinden davanın nasıl etkileneceği kamuoyunda tartışılmaya başlanmıştı.

Benim açımdan da diğer arkadaşlarımız açısından da bu kararın geleceğini bekliyordum ve sürpriz olmadı benim için. O sebeple hazırlıklıydım. Karar duruşmasının olduğu gün erken uyandık. Kahvaltı masasında haberi öğrendik, avukatım Arif Ali Cangı da Ankara’daydı. Öyle “ah vah” ile karşılamadık elbette. Bütün gün dilimde Ahmet Kaya'nın meşhur şarkısı “Sürgün Acısı” vardı. “Dönecekler bir gün, alkırlara, bozkırlara” dizeleri… Bir yandan, yine çok sevdiğim Mozaik grubunun “Gitmeliydik” şarkısı vardır. O iki şarkı bütün gün dilimdeydi.

Arkadaşlarımızdan, dostlarımızdan gelen yüzlerce desteğe yetişmeye ve özenle cevap vermeye çalıştım. Annem, babam ve kardeşim hazırlıklıydılar ama biraz üzgündüler. Egeli bir ailenin alışık olmadığı bir durum neticede. Onlarla konuştum ve telefonu kahkahalarla kapattık.  Tahliye olan arkadaşlarımız ve beraat eden arkadaşlarımız için çok mutlu oldum. İçeride olan arkadaşlarım aklımdaydı.

Kararı duyduğum andan itibaren aslında daha büyük bir direnme hali içerisindeyim. İnadım, kararı duymadan önceki günden daha fazla. Elbette sürgünlük halim tasdiklenmiş oldu. Bu haksız hukuksuz, tümüyle siyasi motivasyonlarla yürütülmüş olan dava, tarihteki yerini alıncaya kadar yurda dönmem zor olacak. Bunun çok da gecikmeyeceğini düşünüyorum. Türkiye’nin anayasasının, bağlı olduğu uluslararası sözleşmelerin gereğini yerine getirmesi, yani gerçek anlamda bir normalleşmenin yaşanması halinde bu dava buharlaşacak ve bizler de beraat edeceğiz.

“Bu davayla hedefe konulanın bir barış ihtimali olduğunu düşünüyorum”

Kobane Davası’nda verilen kararlar Türkiye açısından ne anlam ifade ediyor? Bu kararı verenler ne yapmış oldular? 

Sanki bir hukuki değerlendirme yapılmış ve adil bir karar veriliyormuş izlenimi yaratmak için farklı kararlar farklı cezalar verildi. Burada benim ağır bir ceza almamın nedeni çok açık, HDP'li olmam. HDP MYK üyesi olmam. HDP MYK üyesi olarak toplantılara katılmış olmam ve siyasi görevimin gereğini yerine getirmem. Bunların haricinde; davayı ilk günden itibaren uluslararası alana taşımamız. Hiç susmamış olmam ve kimliğimi, duruşumu, düşüncelerimi ifade etmiş olmam.

Bu, başından beri bir intikam davasıydı. IŞİD karşısında Türkiye toplumunun güçlü biçimde ses çıkarması ve bu soykırımı durdurmasından duyulan bir rahatsızlık var. Bu, “nasıl olur da IŞİD’i durdurursunuz” öfkesi. Elbette bunun yanında Erdoğan'ın 7 Haziran seçimlerinde aldığı ilk büyük yenilginin intikamı bu davayla alınıyor. Demirtaş’ın ve arkadaşlarının yürüttüğü siyasetin, içerisinde benim gibi LGBTİ+ aktivistinin de olduğu, Türkiye’nin çoğulcu yapısını o güne kadar hiç olmadığı kadar güçlü biçimde temsil eden HDP MYK’sının kendisine yaşattığı yenilginin intikamı. “Nasıl olur da beni başkan yapmazsınız” intikamı.

Öte yandan bir devlet politikasının parçası olduğunu da unutmamak gerekir. Yani bu, AKP-MHP ortaklığının alametifarikası ve ana çizgisi olan Kürt düşmanlığının ete kemiğe büründüğü bir dava süreciydi. Dolayısıyla bu davayla hedefe konulanın bir barış ihtimali olduğunu düşünüyorum.  Bir ihtimal dahi olarak toplumsal barışın önünün kapatılmasını amaçlayan bu davayı; iktidardaki faşist ortaklığın, siyasetçileri rehin tutarak Türkiye'nin demokratikleşmesine, toplumsal barışına, ülkenin özgür geleceğine ipotek koyma davası olarak görüyorum.

Benim için kolay olmadı. Beklenmedik bir dönemde gözaltına alındım. Adı üstünde bir kumpas kuruldu ve iddianamenin ciddiyetsizliği, mahkeme heyetinin siyasi militan gibi tavır alarak tutukluluğa devam kararları vermesi, ağır cezalar…

Ben daha rehin durumdayken mahkeme heyetinin kendilerine verilen talimatı, militanca yerine getirdiğini gördüğümde bu devletin demokratik dönüşümünün ne kadar zor ve uzun bir yol gerektirdiğini daha iyi idrak ettim. Çünkü karşımızdakilerin pusulası, ne etik ne demokrasi ne hukuk ne insan hakları ne de Yasin Börü’nün katledilmiş olması. Dolayısıyla bizi usandırmaya, yıldırmaya ve boyun eğdirmeye, Kürt hareketine ve onunla birlikte mücadele eden demokratik güçlere diz çöktürmeye dönük bir siyasi adımdı. Bana göre beyhude bir çaba.

En çok üzüldüğüm şey, Kobane Davası’ndaki ve Gezi Davası’ndaki bütün bu hukuksuzlar, Selahattin Demirtaş'ı, yıllarını emek hareketine vermiş Günay Kubilay'ı ya da yıllarını insan hakları hareketine adamış, yıllarca milletvekili olarak barışa katkı sunmak istemiş Nazmi Gür’ü rehin tutarak bütün ülkeye kaybettiriyor.

Bu davayı tasarlayıp ağır cezaları verdiren AKP-MHP iktidarı; aslında tüm Türkiye toplumuna ağır bir bedel ödetiyor.

Bizler, ben en başından itibaren dikkate alınmayacak, gerçekten milyon kez tekrarlansa üstümüze yapışmayacak suç iddialarına karşı yanıt vermeye çalışmadık. Yani bütün bu tutuklu kaldığım dönemde, sonrasında da aynı şekilde konuşmaya devam ettim. Çünkü bizim her bir savunmamız aslında kendimizi, siyasetimizi, dünyaya bakışımızı ve Türkiye'ye önerdiğimiz demokratik geleceği anlattığımız siyasal anlatılar biriktirdi. Bizim gücümüz bu; sözümüz, haklılığımız, tarihten aldığımız bilgi, deneyim, ve her şeye rağmen tüm farklılıklarımızla birlikte demokratik geleceğin kurucu öznesi olmaya dair inadımız ve özgüvenimiz.

“Cezalar, çok daha sistematik ve güçlü tepkileri gerektiriyor”

Peki, sizce Türkiye’de siyasal muhalefet Kobane Davası’nda yaşananlar için yeterli tepkiyi verebildi mi?

Elbette ciddi bir tepki oluştu buradan görebildiğim kadarıyla. Son karar duruşmasına muhalefet partilerinin katılımı, desteği önemliydi. CHP heyetinin güçlü bir katılımı olmuş, bunu önemsiyorum. Diğer sosyalist parti bileşenlerinden destek vardı. Bir bütün olarak, yeterli mi? sorusunu hep birlikte sormamız gerekir. Çok uzun bir süredir sürdürülen bir diz çöktürme projesi var ve bu suçlamalar, verilen ağır cezalar normalleştirilmemeli. Çok daha sistematik ve güçlü demokratik tepkileri gerektiriyor.

Şuna da söyleyebilirim. En başından itibaren LGBTİ+ hareketinden, parçası olduğum siyasal hareketlerden, yeşil ekolojist hareketlerden, birlikte mücadele ettiğim diğer farklı toplumsal hareketlerin aktörlerinden ve akademik çevrelerden büyük bir destek aldım.  Avrupa’dan ve Kuzey Amerika’dan dostlarımızdan, siyasetçilerden ve akademisyen arkadaşlarımızdan hakeza devam edegelen bir destek var. Bugün geldiğimiz noktada halkın ve toplumun vicdanı bu davayı, verilen cezaları kabul etti diyemeyiz. Bu önemli bir kazanç. Bundan sonrasını da yine toplumun vereceği tepkiler ve bizlerin geliştireceği siyaset belirleyecek.

“Aldığımız cezalar sadece bir tweet’ten verilmiş oldu”

Davayı takip edenler bilse de tüm bu süreçte yargılananların uğradığı hak ihlallerini sormak isterim. Dava sürecinde ne tür hak ihlalleri vardı?

En büyük hak ihlali keyfi olarak tutuklanmış olmamız ve arkadaşlarımızın yıllarca keyfi olarak hapiste tutulması. Bu davadaki en büyük hak ihlali; siyasetçilerin ömürlerinden çalınmaya devam ediliyor olması. Bundan daha büyük bir hak ihlali olamaz.

İddianamenin kendisi başlı başına bir ihlal. Bayat dizi senaryolarından beter acemilikle hazırlanmış. Yine başından beri adil yargılanma hakkının ihlal edildiği bir süreç yaşandı. Düşünebiliyor musunuz, savcının hazırladığı iddianameyi kabul edip yargılamayı başlatan, aylarca tutukluluk devam kararları veren yargıç çete üyesi çıktı ve şu sıralar hala ev hapsinde. Normal şartlarda yargılama sürecini, davayı hükümsüz kılan bir gelişme. Ama mahkeme heyeti üyeleri yeni bir görevlendirmeyle hiçbir şey olmamış gibi “yargılamaya” devam etti.

Benimle ilgili Birleşmiş Milletler Keyfi Çalışmalar Tutukluluk Grubu’nun 2021 yılında verdiği detaylı bir karar vardı. O da tutukluluğumun son derece keyfi olduğunu tasdik etmişti. Adalet Bakanlığı’na iletilen bu kararda Türkiye hükümetine şartsız bir şekilde özgürlüğümün geri verilmesi için bütün adımları atması çağrısında bulunmuştu. Daha da önemlisi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi, biz tutuklandıktan 3 ay sonra, 2020'nin Aralık ayının içerisinde, sayın Demirtaş ile ilgili hak ihlali ve derhal serbest bırakılması kararını vermişti ve bu karar aslında bugün bize verilen cezaların zemini olarak sunulan HDP MYK’sının attığı tweetlerin bir suç unsuru olarak değerlendirilemeyeceğini uzun uzun anlatmıştı. Biz 2014’te yaşanan ölümlerden sorumlu olmak, azmettirmek suçlamalarının hepsinden beraat ettik bu mahkeme kararıyla, ama aldığımız cezalar sadece bir tweet’ten verilmiş oldu. Dolayısıyla; Türkiye anayasası itibariyle bağlı olduğu uluslararası sözleşmeleri karşısına alan bir karar verilmiş oldu.

Cezaevi koşullarından hiç bahsetmiyoruz ama orası da başından itibaren insani olmayan bir sürü pratikle doluydu. Burada uzun uzun anlatmak istemiyorum ama ben bizzat açık kimlikli LGBTİ+ aktivisti olarak ilk günden itibaren sembolik ve fiziksel bir işkenceye maruz kalma ihtimaliyle, riskiyle içerideydim. Şu an tutuklu bulunan arkadaşlarımız arasında sevgili Nazmi Gür gibi hasta tutsak durumunda olanlarımız var ve bu son derece kaygı verici.

“Siyasal ve toplumsal muhalefetin önyargıları aşarak daha güçlü bir araya gelmesi, daha cesaretli olması gerek”

Bundan sonrasında siyasal ve toplumsal muhalefet ne yapmalı? Siz ne yapacaksınız?

Bundan sonrasına dair umudum hala dipdiri. Bugünlerin ağırlığında kendini biraz güçsüz, yorgun hissedilenlerimiz olabilir, insanız. Ülke siyasi davalardan yorgun. İstanbul Pride komitesinin “Hatırlıyor musun, hatırlıyorum” temasını ve hazırladıkları metni görünce inanılmaz mutlu oldum. O çokluğu, birlikte mücadeleye dair kolektif belleği hatırlatan metni görmek neden umutlu olduğumu kendime hatırlattı. Toplumsal adalet için, eşitlik için, özgürlük için yürüttüğümüz mücadelelerimizin başarılı olmasının önemli anahtarlarından birisi bu, Türkiye'de ezilenlerin birlikte mücadele tarihini referans almak ve bu belleği bugün de aktif kılmak. Elbette bu tek başına yetmez. Siyasal ve toplumsal muhalefetin önyargıları aşarak daha güçlü bir araya gelmesi, daha cesaretli olması gerek. Ülkeyi bugün yöneten bugünün istibdatçılarından daha güçlüyüz, daha fazlayız. Bu özgüvenle hareket etmek, dayanışmayı güçlendirmek ve yarına hazırlanmak gerek.    

Ben LGBTİ+ hareketinden öğrenmeye devam ediyorum. Kürt hareketinden öğrenmeye devam ediyorum. Demokrasinin Türkiye'de kılcal damarları olarak gördüğüm bu kıymetli hareketlerin parçası olmaktan onur duyuyorum. Karar verilmeden önceki günden çok daha büyük bir inatla, daha büyük bir kararlılıkla çalışmaya devam edeceğim. Kimse de bizim sinmemizi, kenara çekilmemizi beklemesin. Bu davanın hukuktan tamamıyla yoksun olduğunu, siyasi bir dava olduğunu her yerde anlatmaya devam edeceğiz. İmkanlarımızı kendimiz yaratarak konuşmayı, siyaset yapmayı sürdüreceğiz.

Bu dönemi düşünsel olarak bir biriktirme dönemi olarak da görüyorum. Umut ediyorum ki benim kuşağım sürgünlüğü yaşayan son politik kuşak olsun. Bizim mücadelemiz bunu başaracak ve bir daha bu ülkenin gençleri ülkelerini, demokratik siyaset yaptıkları için terk etmek zorunda kalmayacaklar.


Etiketler: insan hakları, siyaset
İstihdam