20/06/2006 | Yazar: Kaos GL
Özgürlük ve Dayanışma Partisi'nin yükselen ırkçı tırmanışa karşı başlattığı ‘Bir Arada Yaşamı Savunalım’ kampanyası sürüyor. Önümüzdeki hafta da bir mitingle gerilimlerin düşürülmesi için çağrıda bulunulacak. Gazeteci Hamza Aktan etnik ve cinsel ayrımcılığa uğrayan kişilerle görüştü.
Özgürlük ve Dayanışma Partisi'nin yükselen ırkçı tırmanışa karşı başlattığı ‘Bir Arada Yaşamı Savunalım’ kampanyası sürüyor. Önümüzdeki hafta da bir mitingle gerilimlerin düşürülmesi için çağrıda bulunulacak. Gazeteci Hamza Aktan etnik ve cinsel ayrımcılığa uğrayan kişilerle görüştü.KAOS GL
Hamza Aktan
Son yaşanan gerilimler yüzünden ‘bir arada yaşamanın’ giderek tartışılır hale geldiği Türkiye'de emek örgütleri, siyasi yapılanmalar bu soruna yanıt arayışına daha fazla girecek gibi. Özgürlük ve Dayanışma Partisi'nin (ÖDP) başlattığı ‘Bir arada Yaşamı Savunalım’ kampanyası Türkiye'de birlikte yaşamanın somut imkanları var mı, bir arada yaşarken farklı kimliklerimizden dolayı nelerle karşılaşıyoruz sorularını gündeme getirdi. Kürt, Ermeni, Rum, Eşcinsel ve Süryani yurttaşların kimlikleri nedeniyle yaşadıkları ayrımcılıkları dinledik ve bir arada yaşamanın imkanlarını sorduk.
Kürt Olduğumu Anlayınca Temkinli Yaklaşıyorlar
Bêrivan Bingöl, Doktor
İsmim Berivan olduğu için Kürt olduğum hemen anlaşılıyor. Bazen hastanede hastalar özellikle ismimi öğrendikten sonra daha bir temkinli yaklaşıyorlar. Doğulu musunuz diye soruyorlar, sonra küçük bir ajitasyon yapmaya başlıyorlar. İşte, "hepimiz biriz, ülke bölünmez" gibi beni de ölçmeye çalışan tarzda konuşmalar yapıyorlar. Ama biraz da benim statümden kaynaklı olarak ben bunu uzatmalarına çok fazla izin vermiyorum. Çünkü o hasta olarak geliyor, ben hekim olarak oradayım. O yüzden çok fazla polemiğe giremiyorlar. Bir denemeye kalkıyorlar ama ben müsaade etmediğim için devamını getiremiyorlar. Bu nedenle de kendi adıma çok kötü bir durum yaşamadım.
Özellikle son zamanlarda çevremdeki bazı insanlar benimle konuşurken bilinçli şekilde kötü bir Türkçe'yle konuşmaya çalışıyorlar. Önceden bu tür bir şeyle karşılaşmıyordum ama şimdi hafif espriyle karışık böyle bir vurgu yaptıklarını görüyorum.
Ben adada yaşıyorum. Son zamanlarda Kürt işçiler arttı. Mesela esnafla konuşurken "Kürtler geldi, burayı mahvettiler, önceden hırsızlık yoktu şimdi çok fazla" diyenler oluyor. Giresunlu, Tokatlı esnaftan duyuyoruz bu tür şeyleri genellikle.
Türkiye'de bir arada yaşamak karşılıklı hoşgörü ve birbirimizi anlamaya bağlı olarak mümkün olabilir. Onların kendilerini bir Kürt'ün yerine koyması, gerekirse ben onlar gibi düşünebilmeliyim. Karşılıklı hoşgörüyle yaşayabiliriz ancak...
Tehdit Unsuru Olmadığımızı Kanıtlamaya Çalışıyorduk
Talin Sucuyan, Gazeteci
- Sadece Ermeni kimliğinden dolayı ayrımcılığa uğradığın oluyor mu?
Türkiye’de ayrımcılık fazlasıyla normalleşmiş dilin, günlük hayatın tüm alanlarının içine işlemiş olduğundan fark edilmesi de zor. Bu, hem ayrımcılığı yapan açısından hem de ayrımcılığa maruz kalan açısından geçerli.
- Nasıl örnekler var mesela?
Mesela zannedildiğinin aksine azınlık okulları milliyetçi ideolojinin belki de diğer okullardan çok daha yoğunlukla işlendiği okullardır. Özellikle Türk öğretmenlerin verdiği sosyal, tarih, coğrafya gibi derslerin hem kitaplarının hem de öğretmenlerinin kullandığı dil başından sonuna kadar ayrımcıydı, ki bugün de çok farklı olduğu söylenemez.
- Derslerdeki içerik nasıl olurdu?
Özellikle aslında olmamamız gereken bir yerde olduğumuz’ ve uslu’ durmamızın kendi hayrımıza olduğu farklı şekillerde sürekli anlatılırdı. Müdür yardımcıları tarafından Ermenice'yle olan her şey sıkı bir kontrol altındaydı. Hatta başka bir azınlık okulunda okuyan arkadaşlarım bu yüzden Ermenice şiir günü bile düzenleyememişlerdi. Şiirlerde kim bilir neler diyeceklerini düşünüyordu lise öğrencilerinin? Bütün bunlar yapılırken aslında kim olduğumuzu bize anlatacak Ermeni tarihinden, kültüründen ve hatta doğru dürüst bir Ermeni edebiyatından bile bihaberdik. Böylece tehdit unsuru olduğumuza ikna olunurken, aynı zamanda kendi kişisel ve toplumsal tarihimizden sürgün edilerek müthiş bir yabancılaştırmaya maruz kalıyorduk. Üstelik sürekli olarak tehdit unsuru olduğumuzu öğrendiğimiz için, aslında tehdit unsuru olmadığımızı kanıtlamak için nafile ve canhıraş bir çaba göstermek zorundaydık. Okulda öğrenilmesi muhtemel marşların tamamını, milliyetçi duyguları en kabarık şiirleri, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni, İstiklâl Marşı’nın on kıtasını ezbere bildiğimi ve benimle aynı sınıfta olan farklı şehirlerinden gelen Türk arkadaşlarımın benim bunları kadar iyi bilmediğini fark ettiğimde üniversitedeydim.
- Sosyal hayatındaki yansımalar neler oldu, oluyor?
Ermeni olduğumun anlaşılmasıyla, kim olduğumdan ve karşımdakiyle ilişkimin nasıl olduğundan bağımsız olarak bakışlar, ses tonu bir anda değişiyor ve bir anda tehdit’ unsuruna dönüşüveriyordum. Üniversitede bir dilekçe eylemi sırasında, yardımcı doçentler tarafından zaten Ermeni olduğum için’ arkadaşlarımı kötü amaçlarla’ örgütlediğimin söylendiğini duydum. Ya da bir dağ köyünde adım yüzünden Jandarma’ya çağırılıp, jandarmanın elinde tuttuğu T.C. kimliğime bakarak hangi ülkeden olduğumu sormasına, ortada hiçbir sebep yokken, ideolojik faaliyetlerde bulunmamam gerektiğini söyleyerek uyarmasına maruz kaldım. Üstelik, bu jandarma ziyaretinden sonra çevremdekilerin benle olan bütün ilişkilerini değiştirdiklerini kurulan bütün güven duygusunun yok olduğunu hissettim. İstanbul içinde depremle ilgili bir STK çalışmasında bir grup insanın bunların zaten hepsi Ermeni’ diyerek grubu karalamaya’ çalışmasını bunun bir sivil hareket değil, ayrımcı girişim olduğu suçlamasını duydum.
- Peki bu kimliklerle Türkiye’de bir arada yaşamanın koşulları nelerdir sence?
Türk kimliğinin erişilmez onuru karşısında olabilecek en onursuz’ kimliklerden biri olan Ermeni kimliğini gönül rahatlığıyla taşıyabilmenizin ana koşulu sonsuz bir sabrınızın ve mangal gibi bir yüreğinizin olmasıdır. Üzerinizdeki tehdit’ algılamasıyla da bu rahatlığı ve sabrı yakalamak da epey zordur. Bugün artık bu kadar azalmış ve Elif Şafak’ın deyimiyle çoraklaşmışken, bir arada yaşamak’ kavramı büyük bir sorun mu bilmiyorum. Milliyetçilikle ve buna bağlı reflekslerin, uygulamaların, politikaların muhasebesi yapılıp kökten bir arınma gerçekleşmedikçe bir arada yaşamamız da bugünkü durumumuzdan daha iyi olmayacak.
Caretta Carettalar Gibiyiz
Mihail Vasiliadis, Rumca Yayınlanan Apoyevmatini Gazetesi'nin Sahibi
Çevremden ve yaşadığım muhitten son dönemlerde bir ayrımcılık gördüğümü söyleyemem. Ama bu son dönem zaten Rumların artık eriyip bittiği, etkin bir azınlık niteliğini kalmadığı bir dönem, bu nedenle de pek kimse bizimle ilgilenmiyor. Ama özel bazı durumlar dışında. Mesela yolda bir kavga olsa, sen de içine karışsan ve Rum olduğun anlaşılırsa pek çok kişi "hadi lan gavur" da diyebiliyor. Bu her zaman var.
Yine de eskiden olduğu gibi çocuklarımızın ağızlarını elimizle kapatıp konuşmalarına engel olmaya çalışmıyoruz. Zaten önceleri 1 milyonluk İstanbul'un içinde 120-130 bin Rum vardı. Şu anda 15 milyonluk İstanbul'da 3 bin Rum varsa, artık bu önemsenmez bir azınlık olunduğunu gösteriyor. Ama nedense bu muhtelif hukuk dernekleri başkanlarının devamlı bizim Patrik'le uğraştığını, bizim 2 bin kişiyle Bizans İmparatorluğu'nu yeni baştan kuracağımız fobisine kapıldıklarını anlayamıyorum.
Şu anda kişisel düzelde çocuklarımızın durumu çok çok iyi. Çocuklarım arkadaş edinmekte sıkıntı yaşamıyorlar. Hani şu Yabancı Damat diye bir dizi var ya; herhalde onun da etkisi var, birazcık moda olur gibi olduk. Nasıl Caretta Caretta'lar yok olmaya giderken bir hareket başlar da "bunları nasıl kurtarabiliriz" deyip severler, biz de böyle bir durumdayız. Diyebilirim ki; 70 milyonluk Türkiye'de şu anda Rumlara karşı husumeti olan 70 veya 700 kişi bulunabilir. Ama ne tesadüftür ki bu 700 kişi tamamen bizimle ilgili konular hakkında karar veren bürokratlar. 70 milyon içinde 700 kişi bize ayrımcılık uyguluyor, onlar da yönetici. Bilmem anlatabiliyor muyum.
Sizi Burada Yaşatmayacağız
Buse, KAOS GL
Daha geçen hafta gece saat 24'te arkadaşımla Ankara'da dolaşırken polislerin müdahalesine maruz kaldık. Oradan Emniyet'e götürüldük, sabaha kadar tuttular bizi. Bize "sizi burada yaşatmayacağız, insanlar burada kalmanızı istemiyorlar" gibi şeyler söylüyorlardı. Polislerle ilgili suç duyurusunda bulunduğumuzda da çıktığımız duruşmada hakim bizi önemsemiyor görünerek "tamam tamam hadi gidin" gibi bir tepki verdi bize.
Sokakta insanlar, transeksüeli eşittir seks işçisi gibi görüyorlar. İnsanlar direkt seni öyle görüyorlar. Hem fiziksel hem lafta sürekli şiddete maruz kalabiliyoruz. Toplumun genel bir bakışı var, kolay elde edilebilir diye görünürsünüz. "Aaa dönme", "ne enteresan, erkekten kadın olmuş" tarzında tepkilerle karşılaşıyoruz.
Türkiye'de bu kimliklerle bir arada yaşamanın koşulları elbette ki var. Biz zaten buna inandığımız için dernek girişiminde bulunuyoruz ve uğraş içindeyiz. Biz bugüne kadar hep sustuk ve susturulduk. Hem toplumdan, hem aileden her taraftan reddedildik. Kimliğimiz yok sayıldı. Senin konuşmaya hakkın yok denildi. Biz de artık diğer insanlar gibi evimizde yaşayan, sevgililerimizle birlikte düzgün bir yaşam içinde olan, devlet kurumlarında çalışabilen, avukatlık gibi herhangi bir iş için başvurduğumuzda yalnızca cinsel tercihimizden dolayı yargılanmayacağımız ortamları oluşturmak istiyoruz.
‘Bazı hayvanlar daha eşittir’
Şabo Boyacı, İşletmeci
Sırf Süryani olduğum için bireysel anlamda zaman zaman ayrımcılığa uğradığım anlar oluyor. Özellikle ismimden dolayı farklı kimliğim kolayca deşifre edilebildiği için toplum ve kurumlar içerisinde çok kötü durumlarda kalabiliyorum. Eğitim sürecimde, askerlik yaptığım zamanlarımda bundan dolayı hep bir tedirgin ruh hali içerisinde oldum. Mümkün olduğunca kendi içinize dönük yaşamak zorunda kalıyorsunuz. Herhalde bu da bir insana reva görülebilecek ağır cezalardan biri. Tıpkı yazar George Orwell'in söylediği ünlü cümle hayatınız boyunca aklınızdan hiç çıkmaz "Bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar daha eşittir". Zaman zaman insanlardan kaynaklanan tacizlere uğrayabiliyorum ama bunlar bizleri eskisi kadar üzmüyor çünkü bir anlamda bu tür söylemlere çok alıştık diyebilirim. Sayısal olarak çok azalmamıza rağmen bazı grupların azınlık karşıtı söylemleri oldukça korkunç bir hal almaya başladı. Bir birey olarak bunu anlamakta zorlandığımı belirtmek isterim. Son zamanlarda basın organlarında Türk toplumu ile ilgili yer alan bir araştırmada kendisi gibi olmayan insanlara karşı hoşgörüsüzlük oranlarının oldukça korkunç oranlarda arttığı gösteriliyor. Hepimize düşen görev toplumun neden bu hale geldiğini açık yüreklilikle tartışabilmektir.
Yasal Temellere İhtiyaç Var
Gençay Gürsoy, İstanbul Tabip Odası Başkanı
- Kampanyayı şimdi başlatmanızı tetikleyen ne oldu?
Son birkaç yıl içinde özellikle terör eylemleri ve silahlı çatışmaların artış göstermesi ve yer yer linç girişimlerinin Anadolu'nun çeşitli yerlerine yayılması Türkiye'de etnik bir çatışmanın ipuçlarını ortaya çıkarıyordu. Bu da birlikte yaşama endişesini paylaşan insanlarda büyük bir kaygıya yol açıyordu. Dolayısıyla birlikte yaşama iradesini hep beraber dile getirme girişimi Türkiye'nin şu sırada kesin olarak ihtiyacı olan bir çalışmaydı ve bundan hareketle oluştu.
- Türkiye'de bir arada yaşamayı sağlayacak somut koşullar neler olabilir?
Bu bir kültür ve süreç meselesi. Başkasının yerine kendimizi koyarak olaylara yaklaşma kültürünün, paylaşmanın, esnekliğin ve toleransın yaygınlaşması lazım. Ama bunu da harekete geçirecek yasal temellerin oluşturulması şart.
- Son yıllarda yaşanan ırkçı saldırılara devletin sesini çıkarmamasını nasıl yorumluyorsunuz?
Bu son derece ciddi bir endişe maalesef. Biliyorsunuz, yer yer AKP iktidarının belediye başkanları bile linç girişimleri karşısında bırakın engel olmayı bizzat dahil oluyorlar. Dolayısıyla bu konuda siyasi iktidara düşen çok önemli görevler var. Bu tabii, yalnızca siyasi iktidarla olmaz ama onların öncülük yapması, büyük sorumluluğun onlara düştüğünün bilincinde olmaları gerekir.
Kampanya Siyasi Lafta Kalmayacak
Alper Taş, ÖDP Genel Başkan Yardımcısı
- Kampanyayı daha çok emek örgütleriyle sınırlandırmışsınız. Siyasi partilere neden gitmediniz?
Biz daha çok İstanbul çapında ve diğer illerde yöre derneklerini ziyaret ettik. Siyasi partilere açık hale getirmedik. Bunun nedeni de birincisi böyle bir konseptin ÖDP'nin ön açıcı faaliyeti olarak gelişmesi ve diğer siyasi güçlerle bu mevzuyu ne kadar paylaşırız ve hareket ederiz noktasında yaşadığımız tereddütlerdi. Buna ÖDP faaliyeti olarak başladık fakat faaliyetten edindiğimiz deneyimleri ve sonuçları emek ve demokrasi güçleriyle paylaşacağız. 25 Haziran'daki mitingimiz bu açıdan tüm siyasi güçlere ve görüşlere açık olacak.
- Siyasi partiler dışındaki örgütlerden aldığınız tepkiler neler oldu?
Genellikle olumlu tepkilerdi. TMMOB, DİSK, Türk-İŞ, TTB ve yöre dernekleri bir biçimiyle mitinge katılacaklarını ve destek sunacaklarını ifade ettiler. Mitingin ortak örgütlenmesi içinde değiller ama bir arada yaşama eksenli bir faaliyet için ellerinden gelen desteği vereceklerini söylediler.
- Anadolu'daki örgütlerden?
Onlardan da çok olumlu tepkiler var. Bunun çok iyi bir zamanlama olduğu, önemli bir hassasiyeti ortaya koyduğu, ‘ya sev ya terk et’ zihniyeti karşısında toplumu bir arada tutan bir söylemin ortaya konulmasından oldukça memnunlardı.
- Olumsuz bir tepkiyle karşılaştınız mı?
Hayır, gördüklerimiz hep olumlu oldu.
- Kampanyanın toplumsallaşması nasıl sağlanacak peki?
Bu meselenin ÖDP'yi aşmasını, herkesin bulunduğu yerden bu süreci sahiplenmesini istiyoruz. 25 Haziran'da ÖDP yalnızca cesaretlendirici bir siyasi rol oynamış olacak. Ondan sonra da bu kampanya herkesindir ve isteyen herkesin bulunduğu yerden bunu geliştirmesi gerekir. Önemli olan bu kültürü, mantığı toplumsallaştırmak. Bu, solun memleket insanıyla geleceğini, kaderini ortaklaştırma halidir. Çünkü toplum parçalanıyor ve sol bu toplumsal parçalanmaya karşı toplumu yeniden inşa etmeye ve kurmaya aday oluyor.
- Miting dışında bir arada yaşama fikrini günlük hayata geçirecek projeleriniz var mı, olacak mı?
Evet, özellikle 25 Haziran'dan sonra toplumsal parçalanmayı ortadan kaldırabilecek bir takım girişimler yapmayı tasarlıyoruz. ‘Bir arada yaşamı savunalım’ inisiyatifleri oluşturmak istiyoruz mesela. Hem genel çapta olabilir, hem de özellikle Kürt-Türk çatışmasının ortaya çıkabileceği gerilimli yerlerde. Bir tür o toplumsal kesimler içinden karşılıklı dayanışma zeminlerini güçlendirecek bir paylaşım projesi...
- Somut olarak ne olabilir bu projeler?
Örneğin bir kardeş aile projesi... Türk ailesinin bir Kürt aileyi kardeş olarak kabul etmesi projesi yapacağız. Böylece iki aile olarak iyi-kötü günde karşılıklı dayanışmayla bir arada yaşamalarını sağlamak istiyoruz. Bununla da çabamızın siyasal bir laf olarak ortada kalmamasını, soruna daha aşağıdan projelerle yanıt üretebilmeyi amaçlıyoruz. Siyasi üst lafı zaten ancak böyle toplumsal çabalarla birleştirebildiğimiz oranda gerçekleştirmiş olabiliriz.
Kaynak: Birgün, 18 Haziran 2006
Etiketler: insan hakları