13/02/2007 | Yazar: Kaos GL

‘Şimdiye kadar aşk tattığımı söyleyemem. Ama aşk adı altında yaşadığım acı bir beraberliğim oldu. Bu beraberliğimi sizlerle paylaşmak istedim. Bu yaşadığım beraberlik tamamen abartısızdır ve hiçbir şekilde katkım yoktur. Bu olayda benim suçum ise sevdiğim insana her zaman inanmak ve güvenmek olmuştur.’

‘Şimdiye kadar aşk tattığımı söyleyemem. Ama aşk adı altında yaşadığım acı bir beraberliğim oldu. Bu beraberliğimi sizlerle paylaşmak istedim. Bu yaşadığım beraberlik tamamen abartısızdır ve hiçbir şekilde katkım yoktur. Bu olayda benim suçum ise sevdiğim insana her zaman inanmak ve güvenmek olmuştur.’

KAOS GL

Alkan

Şimdiye kadar aşk tattığımı söyleyemem. Ama aşk adı altında yaşadığım acı bir beraberliğim oldu. Bu beraberliğimi sizlerle paylaşmak istedim. Bu yaşadığım beraberlik tamamen abartısızdır ve hiçbir şekilde katkım yoktur. Bu olayda benim suçum ise sevdiğim insana her zaman inanmak ve güvenmek olmuştur.

Geçen sene Temmuz ortalarıydı. Lambda toplantılarına katılalı henüz 2 ay olmuştu.

Toplantılara her Pazar gitmeye çalışıyordum. Toplantılara gitmek beni oldukça rahatlatıyordu. O yüzden hemen hemen her hafta gitmek hoşuma gidiyordu. Özel yaşamımda duygusal bir beraberliğim yoktu. Olsa da fena olmazdı diye düşünüyordum.

Yine bir Pazar toplantısında bana sürekli bakan birini fark ettim. Hoş bir genç adamdı. Ben de ondan hoşlanmaya başlamıştım. Artık her Pazar onu görüyordum. Ama yanıma yaklaşmıyor, sadece uzaktan beni seyredip gülümsüyordu. Arada göz kırptığı oluyordu. Bu da benim hoşuma gitmeye başlamıştı. Derken bir Pazar ben, kendim yanına gittim ve tanıştık. Utangaç bir yapısı olduğunu, yanıma gelmeye cesareti olmadığını söyledi. Birbirimizden hoşlanmıştık.

Gün kararlaştırıp buluşmaya karar verdik. Ve bir Cumartesi akşamı buluştuk. Buluştuğumuz akşamı ilk çıktığımız gün olarak 2 Ağustos günü olarak kutladık. 2 Ağustos artık benim için çok önemliydi. İlk çıkmamız ve ilk sıcaklığımızdı. O gece çılgınlar gibi eğlendik. Sabaha karşı hüzünlü, buruk bir şekilde evlerimize gitmek üzere ayrıldık. Ertesi gün, Pazar toplantısında bana bir şiir verdi. Şiiri kendi yazmış ve şiirinin adını 2 Ağustos koymuştu. Şiirinde bana çok değer veriyor, bana aşık olduğunu yazıyordu. Bana yoğun duygular beslemişti. Ben de onu seviyordum. Ama ona aşık değildim.

Çok mutluydum, bana değer veren, aşık olan birisi vardı. Ve ömrümde ilk kez duygusal bir beraberlik yaşıyor, bitmesin istiyordum. İkimiz de mutluluktan uçuyorduk.

Ama ufak bir sorun çıktı, senelik izni gelmişti ve onun memlekete gitmesi gerekiyordu. 20 gün ayrı kalacaktık. Bana, eğer istersen gitmem, dedi. Ama gitmesi gerekiyordu. Çünkü annesi, kardeşleri oradaydılar. Ben de, ben seninle her zaman buradayım. Ama aileni her zaman göremiyorsun, gitmen gerek, dedim.

Daha tanışalı 1 hafta olmamıştı. O yüzden bu ayrılık bana zor gelmişti. Hem beni aramıyordu. Aradan 20 gün geçtiği halde hiç aramamıştı. Hem merak ediyor, hem de içimden üzülüyordum. Giderken kendisinden telefon numarası istediğimde, veremem, demişti. Bir bildiği vardır diye diretmemiştim. Ben seni ararım, deyip, beni rahatlatmıştı. Ama 20 gün boyunca hiç aramamıştı. Sonunda geldi ve görüştük. Görüştüğümüzde, beni niye aramadığını sorduğum zaman, doğrusu aramak aklıma gelmedi, cevabını verdi. Ama beni hep düşündüğünü, aklından hiç çıkmadığımı söylüyordu. Şaşırmıştım. Önceleri kafa buluyor ve dalga geçiyor sandım. Ama baktım ki ciddi ciddi konuşuyordu. Olayın üzerinde durmadım ve ilk hatamı işte o zaman yaptım.

Artık birbirimizin olmak için can atıyorduk. Tanışalı birkaç hafta olmuştu ve daha beraber olma fırsatı henüz gerçekleşmemişti. Aslında nedense ona tam güvenemiyordum. Ve bir süre daha ilişkiye girmek istemiyordum. Onun günü birlikçi ve maceracı olmasından korkuyordum. Çünkü yakın bir arkadaşım onu görür görmez, bu kesinlikle günübirlikçi insanlara benziyor, dikkat et, demişti. Ama onun diretmelerine daha fazla karşı koyamadım. Ve yalnız yaşadığı eve gittik. Evinde saatlerce baş başa kaldık ve beraber olduk. Ve mutlu bir şekilde Pazar toplantısına gittik.

Aradan 1 hafta geçti, hafta sonu buluştuğumuzda arkadaşlarla bara gittik. İkimiz de kafayı çabuk bulmuştuk. Oradan çıkıp diskoya gittik. Fazla zaman geçmemişti, baktım, sevdiğim insan tanımadığım erkeklerle öpüşüyordu. Bir an ne yapacağımı şaşırmıştım. Dünya başıma yıkıldı sandım. Arkadaşlarımın bana seslenmelerini umursamadan diskodan çıktım. Bir sigara yaktım. Ne yapacağımı düşünüyordum. Sağ olsun arkadaşlarım, beni teselli etmeye çalıştılar ama neye yarar ki, gözlerimle görmüştüm. Diskoya tekrar döndüğümde onu niye bıraktığımı sordu. Hayli sarhoştu, o gece onunla hiçbir şekilde konuşmak istemiyordum. Beni çok sevdiğini söylüyor, adeta haykırıyordu.

Sabaha karşı çorbacıya gittiğimde onunla konuşmaya karar verdim, artık ayılmıştı. Doğruca arkadaşlarla bir arkadaşın evine gittik. Pişman olduğunu, artık böyle şeyler yapmayacağını söyledi ve kendisini affetmemi istedi. Onu çok seviyordum. Söylediklerine dayanamadım. Benden kendisini yıkamamı istedi. Onu yıkadım. İnanır mısınız, ilk defa birisini yıkamıştım. Onu da ilk defa birisi yıkamıştı. İkimiz de bu durumdan çok etkilenmiştik. Yıkandıktan sonra bana, benimle beraber olmak istediğini söyledi. O gece onunla beraber olmak istemiyordum. Ama onun isteğiyle onu yıkadım ve onun isteğiyle onunla beraber oldum. Ve yine büyük bir hata yaptım.

Ertesi sabah uyandığımızda ise hiçbir şey söylemeden çekip gitti. Bu olay beni çok etkilemişti. Uzun bir zaman onu aramadım. Sağ olsun, o da beni hiç aramadı.

Bir gün aradı ve benimle mutlaka buluşması gerektiğini söyledi. Buluştuğumuzda bana İstanbul’dan gitmesi gerektiğini, ailesinin yanına Düzce’ye gitmesi gerektiğini söyledi. Gelmeyebilirim, kan davalılarım var, belki beni öldürebilirler, dedi. Çok üzülmüştüm, belki hiç görüşemeyecektik, tuhaflaşmıştım, ne diyeceğimi bilmiyordum. Kendimi toparlamaya çalışarak, ona, eğer istersen ömrümün sonuna kadar seni beklerim, ama geleceğine dair bir garanti vermelisin, yoksa beklemem nereye kadar ki, dedim. Eğer istersen ayrılalım, dedim. Ayrılmak istemediğini belirtti. Ama gelmesine dair bir garanti de vermedi. Hatta annesinin onun burada çalışmasına kızdığını söyleyerek, annem burada çalışmama karşı çıkıyor, dedi. Yıkılmıştım, ama nedense onda bir üzülme göremiyordum. Ona bunu sorduğumda ben üzüldüğümü belli etmem, diye karşılık verdi. Sabaha kadar dolaştık. İstiklal caddesi benim üzüntülerime sahne olmuştu. Acı çekiyordum. Ayrılmak mı, beklemek mi bilemiyordum. Ve en acısı sevdiğim kişiden beni teselli edecek bir söz, bir kelime duyamıyordum.

Kendisinden Düzce’deki evinin telefon numarasını istedim, vermedi. Çok istememe rağmen numarayı vermedi. Neden, diye sorduğumda ise, nedeni yok, nedensiz, diye cevap verdi. Aslında mutlaka bir neden vardı ama ben bilmiyordum. Diskoya gitmek istediğini söyledi. Oysa ben onunla baş başa kalıp konuşmak, sanki bir şeyler çözmek istiyordum. Beraber diskoya gittik. Diskoda ben eğlenemiyordum ama o çılgınlar gibi dans edip eğleniyordu. Sanki İstanbul’dan gideceğine seviniyordu. Onu bir türlü anlayamıyordum. Bense bazen onunla dans ediyor, bazen bir köşede onu seyrediyordum. Çok üzgün ve çaresizdim, ne yapacağımı bilemiyordum. O gittiğinde kendimi nasıl avutacağımı bilmiyordum. Gecenin sonlarına doğru slow parçalar çalmaya başlamıştı, birlikte dans etmeye başladık. Artık kendimi bırakmıştım, ağlıyordum. Bana gerçek değeri veriyor muydu kararsızdım ama ben ona fazlasıyla değer veriyor ve onu kaybetmekten korkuyordum. Çünkü onu hâlâ seviyordum.

Sabaha karşı diskodan çıktık, dediğim gibi sabaha kadar dolaştık çünkü en azından sabaha kadar dolaşalım diye kararlaştırmıştık. Beraber otele gidelim, dedi. Niyeti belliydi. Benimle yatmak istiyordu. Kabul etmedim, edemezdim, adam giderken bile tatmin olup, öyle gitmek istiyordu. Sinirleniyordum ama ne yapabilirdim bu ortamda bir şey diyemezdim. Yürürken bir ara bana dönerek yıllar sonra beni karımla ve 2 çocuğumla görürsen ne yaparsın, bana merhaba der misin, diye sordu. Şimdi nerden çıktı bu, dedim. Öylesine sordum, diye cevap verdi. Ben de üstünde fazla durmadım. Sabah olduğunda vedalaştık. Birbirimize sarıldık, "belki ona son sarılışımdı," belki onu son görüşümdü. Otobüse binerken, artık göz yaşlarıma engel olamıyordum. Otobüs gözden uzaklaşıncaya kadar birbirimize el salladık. Ben de doğruca eve gittim.

O gün, günlerden pazardı. Doğru dürüst uyuyamadım bile. İçim sıkılarak ve istemeyerek toplantıya gittim. Belki gelir, gitmemiştir diye içimde bir ümit vardı. Ama gelmedi. Aradan 3 gün geçti. Bir telefon geldi, gitmediğini, sonra gideceğini söylüyordu. Bense onu gitti sanıyordum. Hâlâ gitmediyse beni niye aramamıştı. Bu ne genişlikti böyle, anlayamıyordum. Telefonda, gittikten sonra gelme ihtimali olduğunu, orda işlerin tatlıya bağlandığını söylüyordu. Aradan günler geçmişti artık aramıyordu. Merak etmeye başlamıştım. Gitti mi? Gitmedi mi? Emin değildim. Uzun zaman geçmiş, hâlâ aramamıştı. Çok merak ediyordum. Bu arada ne işime adapte olabiliyordum, ne sevdiğim insanlarla ilgileniyordum. Belirli sorumluluklarım vardı. Bense hiçbir şeyle ilgilenecek durumda değildim. Dayanamayıp çalıştığı işyerini aradım ve şaşırdım. Telefona kendisi çıkmıştı, beni niye aramadın, diye sorduğumda, yeni geldiğini ve fırsat bulamadığını söyledi. Kırılmıştım, o aramadan onu aramak niyetinde değildim.

Nihayet bir gün aradı ve benimle buluşmak istediğini söyledi. Hemen o akşam buluştuk. Bir tuhaftı, yorgun ve kederli bir hali vardı, belli ki bir şeyler onu yıpratıyordu. Ama ben de oldukça yıpranmıştım. Kendimi salmıştım. Onu gördüğümde onu ne kadar sevdiğimi ve onu özlediğimi anladım. Birbirimize hasretle sarıldık. Bana, çok hatalı olduğunu, beni çok ihmal ettiğini, artık beni üzmeyeceğini ve bana aşık olduğunu söyledi, oysa ben ondan ayrılmak istiyordum. Çünkü daha fazla üzülmek istemiyordum. Bana, bir ara beni sevip sevmemek konusunda oldukça kararsız olduğunu, hatta bir ara beni unutmak istediğini ve beni unutmak için bir kadınla beraber olduğunu söyledi. O zaman ayrılalım, dedim. Sen ve ben acı çekmeyiz, dedim. İlişkimize bir şans daha vermemi, beni çok sevdiğini, bensiz bir hayat düşünmediğini, benim de onu çok sevdiğimi söyledi, evet belki seviyordum. Ama üzülüyordum da. Bazı şartlarımı kabul ederse tekrar başlayabileceğimi belirttim. Şartlarım şuydu; fazla vurdumduymaz olmayacaktı, ilgisini benden kesmeyecekti ve beni unutmak isterse, ayrılmak isterse, gelip yüzüme söyleyecekti.

Tamam, dedi, bütün şartları kabul etmişti. Tekrar konuştum, beni çok üzdün, bütün sorunlar senden çıktı, ben şimdiye dek bir sorun yaratmadım, benim yerimde sen olsaydın ne yapardın, diye sordum. Çok haklısın, seni fazlasıyla üzdüm, senin gibi insanı üzdüğüm için aptalın biriyim, dedi. Bana bakarak, sana aşığım, artık kötü günler bitti güzel günler bizi bekliyor, dedi. Bunları derken gözlerimin içine bakıyor ve gülümsüyordu. Bu arada ben çoktan kanmıştım ve ona bir daha inanmıştım. Ona tekrar inanmakla ve o an o beraberliği bitirmemekle en büyük hatayı yapmıştım. Tavırlarına hayret etmemek mümkün değildi, bana aşık olduğunu söylüyor ama beni günlerce aramıyor, bu adam deli miydi? Yoksa dengesiz miydi? Bilemiyordum. Bildiğim tek şey acı çekmeme rağmen, beni üzmesine rağmen ona karşı içimde hâlâ bir sevgi vardı. Belki de alışkanlıktı ama hâlâ yüreğimde bir şeyler vardı. Artık aramızda soğuk rüzgârlar dağılmıştı, beraberliğimize bir şans daha verecektik ve beni üzmeyecekti. O akşam çok mutluyduk, tam ayrılacakken yeniden beraberdik.

Eve giderken bana, hadi bize gidelim, seni arzuluyorum, dedi. Hayır, cevabını verdim. Her lafın arasında ikide bir bunu söylemesine bozluyordum. Bırak da benim de içimden gelsin, diye cevap verdim. Kendime saygım olmalıydı, o istediği zamanlar beraber olunca kendime kızıyordum. Benim de içimden gelmesi lazımdı. Açıkçası, onunla seks yapmak o sıralar içimden gelmiyordu. Onu her ne kadar sevsem de içimden bir ses ona güvenmemem gerektiğini söylüyordu. Onu sevmem, ona güveniyor olmam demek değildi.

Korkuyordum, sanki beraber olduktan sonra benden bıkacağından korkuyordum. O yüzden beraber olmaktan çekiniyordum. O haftaya oldukça güzel başlamıştık. Her gün telefonla konuşuyorduk. İlişkimizin hep böyle güzel gideceğini sanmıştım. Ama yanılmışım. Hafta sonu görüşmek üzere sözleştik. Ama olmadı, aksilik çıktı. Bana tekrar Düzce’ye gideceğini söylüyordu. Yine sinirlenmiştim ama belli etmemeye çalıştım. Kendisinin arayacağını söyledi. Aradan 4 gün geçti, aramadı. Ömrüm onun telefonlarını beklemekle mi geçecekti böyle?!…
Dayanamayıp tekrar işyerini aradım, gene telefondaki ses onundu. Kızdım, hiç konuşmadan telefonu kapattım. Ve çalıştığı işyerinin bayan müdürüyle konuştum. Kendisinin Düzce’ye gitmek için izin alıp almadığını sordum. Hayır, hiç izin almamıştı. Yani Düzce’ye gitmemişti. Adam bana karşı resmen yalan söylüyordu. Bu sefer Düzce’ye gerçekten gitmemişti.
Bir gün beni aradı ve yeni geldiğini, tüm işlerini hallettiğini, artık kesinlikle Düzce’ye gitmesine gerek olmadığını söylüyordu. Bundan böyle tamamen seninleyim, diyordu. Çok sevdiğim bayan dostum vardı, onunla her şeyimi paylaşıyordum. İçimi ona döküyordum. Benim gey olduğumu biliyordu. Ve sevdiğim kişiyi tanıyor, ilişkimi, en küçük ayrıntılara kadar her şeyimi biliyor ve bu ilişkiye tanık oluyordu. Bu ilişkiye karşı çıkıyordu, bana bu ilişkiyi bitir ve bu dosyayı kapa diyordu. Benim iyiliğimi istiyordu ama onunla olan ilişkimi bitirmek oldukça zordu. Bu dostumun tüm tavsiyelerini dinlerdim ama bu son söylediği ‘bu ilişkiyi bitir’ sözleri bana oldukça koyuyordu. Hatta, dostum bana sevdiğim kişinin evli olabileceğini söylemişti. Dostuma inanmak zordu, sevdiğim insan evli olmazdı, olamazdı. Evli olsaydı bana mutlaka söylerdi. Hem zaten defalarca kendisine ‘sen evli misin’ diye sormuştum ve hayır cevabını almıştım.

Bu çok sevdiğim dostum ‘artık bu ilişkiyi bitirmenin zamanı çoktan geldi’ diyerek uzatmamam gerektiğini açıkladı. Dostumu kırmamak için o an ona zamanı geldiğinde bitireceğimi söyledim. Keşke o zaman canım arkadaşımı dinleseymişim. Her zamanki gibi yine onu dinleseydim, ama dinlemedim ve pişman oldum.

Artık tatil iznim yaklaşıyordu ve bir an önce tatile gitmek istiyordum. Ama sevdiğim kişinin yüzünden tatile gidemiyor, sürekli erteliyordum. Durumu ona açıkladım. Tatile gideceğim, beraber gider miyiz, diye sordum. Çok sevindi, hemen kabul etti. Zaten onun da 1 haftalık izini vardı ve nasıl değerlendireceğini düşünüyordu. Tatile çıkmamıza 2 gün vardı, buluştuk, ne zaman çıkacağımızı kararlaştırdık. Pazar toplantısından sonra baş başa tatile çıkacaktık, çok sevinçliydim. Artık kötü günler geride kalmıştı. O an onunla şakalaşırken yanlışlıkla nüfus cüzdanı bende kalmıştı. Ayrıldığımızda bunu fark ettim. Neyse, önemli değildi, nasılsa 2 gün sonra görüşecektik, o zaman verirdim. Ertesi gün neşeyle çantamı hazırlıyordum. İlk defa sevdiğimle tatile çıkacaktım. Pazar günü geldi çattı, Pazar toplantısına benden yarım saat sonra geldi, hali bir tuhaftı, bir şeyler olduğunu sezinlemiştim.

Konuşmak için alt kata indik. Bana, tatile gitmiyoruz, sen tek başına gidiyorsun, benim işim çıktı Düzce’ye gidiyorum, dedi. İçim sıkılmıştı yine kahrolası Düzce gelip beni buluyordu. Sözlerine devam etti, zaten kimliğimi almak için gelmiştim, dedi. Öyle ya, kimlik kadar değerim yoktu.

Tokalaşmak için elini uzattı, ben uzatmayınca bağırdı. Bir daha ne İstanbul’a, ne toplantıya, ne diskolara geleceğim, artık beni göremeyeceksin, diye haykırarak çekip gitti. Birden merdivenlere çöktüm, ayakta duracak halim kalmamıştı. Nasıl biri olduğunu anlayamadığım insanın sanki oyuncağı olmuştum. Her şeyi o yönetiyordu adeta. Olayları onun istekleri doğrultusunda gerçekleşiyordu. O akşam arkadaşlarımın teselli edici sözleri pek işe yaramamıştı. Hevesle hazırladığım çantamla öylece kalakalmıştım.

O akşam arkadaşımın evinde kaldım, ertesi gün eve geldiğimde annem bile şaşırmıştı. Bu kadar çabuk beklemiyordu. Eşyalarımı tekrar yerlerine yerleştirirken her şeye lanet ediyordum. Kimseyle görüşmek istemiyordum, bir an önce bir karara varmalıydım. Şu Düzce, orada ne vardı, sık sık niye gidiyordu anlamıyordum. Sanki Düzce kafamdaki tüm soru işaretlerini çözecekmiş gibi geliyordu bana. Evet, kararımı vermiştim. Düzce’ye gidecektim. Hemen hazırlanıp evden çıktım. Otogara gidip bilet alırken doğru mu, yoksa yanlış mı yaptım diye düşünüyordum. Ama ne olursa olsun vazgeçmek niyetinde değildim. Anketime yazdığı adrese göre onu bulacaktım. Düzce’ye 15 km. kala inip oturduğu kasabaya giden minibüse bindim.

Kasabaya vardığımda öğlen olmuştu. Kasaba oldukça küçüktü. Yazdığı adrese göre kendisi köyde oturuyordu ve köye gitmek hayli zordu. Kasabayla köyün arası yaklaşık 20 km vardı. Sadece akşamları minibüs oluyordu köye. Taksiciler de dünyanın parasını istiyorlardı. Köye gitmek için akşamı bekleyemezdim. Ne yapacağımı düşünürken aklıma güzel bir fikir geldi. Köydeki evinin numarasını postahaneden alabilirdim. Telefon onu üstüne kayıtlı olmasa bile soyadından bulabilirdim. Adını soyadını verdim, tesadüf onun üstüne kayıtlı numara vardı. Bin bir yalvarmayla istediğim numara sonunda elime geçmişti. Bu numarayı almak için bir zamanlar adeta çırpınıyordum. Heyecanla numaraları çevirdim. Beni görmek ister miydi acaba? Sesimi duyunca ne yapacaktı, merak ediyordum. Telefonu bir bayan açtı. Sanırım annesidir diye tahmin ettim. Onu istedim, yok diyordu karşıdaki ses, kendisini nasıl bulabilirim diye sordum, işi olduğunu, akşama geleceğini söyledi.

İstanbul’dan geldiğimi mutlaka görüşmek istediğimi belirtim. Tekrar arayacağımı söyledim. Bu arada, ben kiminle görüşüyorum, dedim. Eşiyim, diye cevap verdi karşımdaki ses. Bir an nefes alamadım, sanki boğazım düğümlenmişti, ama hemen kendimi toparladım. Bir şey hissettirmeye izin vermiyordum. Çocuklarınız nasıllar diye oyun oynadım, maksadım çocuklarının olup olmadığını öğrenmekti. İki çocuğum da iyi, dedi. Sonra gene ararım diye kapadım telefonu.

Evliymiş ve iki çocuğu varmış vay, vay. Ne kadar aptalmışım, nasıl kanmışım. Bir an tepki veremedim, şok olmuştum sanki. O an İstanbul’a gelip gelmemek arasında kararsızdım. Sonunda karar verip onu beklemek, her şeyi ondan öğrenmek istedim. Aradan saatler geçti. Tekrar aradım, telefona kendisi çıktı. Sesimi duyunca çok sevindi. Şaşırmayla sevinci karıştırarak benimle konuşuyordu. Nerede olduğumu belirttim ve gelmesini istedim. Hiçbir yere ayrılma, hemen geliyorum, dedi. Yaklaşık 1 saat sonra karşımdaydı. Bir an sadece bakıştık, hiç konuşmadık. Onun anlatmasını bekledim, ama hiçbir şey anlatmıyordu. Sadece havadan sudan konuşuyordu. Epey sakal bırakmıştı. Peki karısının yanında mutlu muydu bilmiyordum.

Niye evli olduğunu söylemedin, diyerek konuyu ben açtım. Tekrar gözlerimin içine bakarak gülümsedi ve ekledi; eğer evli olduğumu söyleseydim, beni bırakırdın, hep beni bırakmandan korktum, dedi. Sözlerini şöyle sürdürdü; aslında senin buraya geleceğini tahmin ediyordum, dedi. Bana ne istiyorsan söyleyebilirsin, diye devam etti. Ona çok şeyler söylemek istedim, yüzüne tükürmek istedim, haykırmak istedim ama nedense hiçbir şey yapamadım. Sevgimden değil, sadece bunları yapmanın yararsız olacağını biliyordum. Artık neye yarardı ki.

Hâlâ bana, akşam Düzce’ye gidelim, orada gezelim ve sonra otele gidelim, diyordu.
İstanbul’a gitmek istediğimi söyledim. Bana bakarak, nasılsa artık evli olduğumu biliyorsun, dedi, haydi köye gidelim, dedi. Bana neler söylüyordu. Bana karısından memnun olmadığını, zorla evlendirildiğini ve mutlu olmadığını söylüyordu.

Artık gözümde küçülmeye başlamıştı. Otobüse binerken bana bir ara evli olduğumu hiç kimseye söyleme, dedi. Kardeşi de gelmişti yanına, otobüsten ona bakarken o gülerek kardeşiyle traktöre binmiş, gidiyordu.

İstanbul’a gelirken onun gibi birini nasıl sevdiğimi düşünüyordum. Kendime lanet ediyordum. İstanbul’a sabaha karşı geldiğimde hayli bitkin ve üzgündüm. Kendimi bir sahil kenarına atıp saatlerce hıçkıra hıçkıra ağladım. Kendime ağladım. Çaresizliğime ağladım. O dostumu niye dinlemedim, aptallığıma ağladım. Ve biraz olsun kendime geldim. Veda ederken bana, beni bırakacak mısın, ayrılacak mıyız diye sormuştu. Ama ne teselli edici bir söz, ne şefkat göstermişti.

Artık silkinip kendime gelmeliydim. Beni üzmesine izin vermemeliydim. Ve bir an önce toparlanmalıydım. Aradan zaman geçmişti, işime dönmüştüm ve onunla yaşadığım her şeyi rafa kaldırmak istiyordum. O yüzden, onu hatırlatan her şeyden uzak kalmaya kararlıydım. Uzun süre Pazar toplantılarına katılmadım. Onunla gittiğimiz barlara ve diskolara gitmedim. Bir süre kimseyle görüşmeyip yalnız kalmak istiyordum.

Bir gün tesadüfen onun çok yakın arkadaşına rastladım. Bana, onun gibi bir insanı nasıl sevdiğimi sordu, ardından senin sevgine asla layık biri değildi, dedi. Neden böyle konuştuğunu sordum. Meğerse benimkisi benden başka genç bir çocukla berabermiş. O çocuk 18 yaşlarındaymış ve hemen hemen her akşam benimkinin yanına uğruyor, beraber oluyorlarmış. Ben de onu zaman zaman ihmal ettiğimi düşünüyordum. Ama yanlış düşünmüşüm, zaten boş durmuyormuş. Ve arkadaşlarına hava atıyormuş, kimin hem karısı, hem duygusal birlikteliği, hem her akşam seks yaptığı sevgilisi var, diye herkese söylüyormuş.
Arkadaşı konuşmasına devam etti. Bu adamın hayatı yalanlar üzerine kurulu, kendinden başka kimseyi düşünmez, yaşamını paylaştığı insanları sadece acıya ve felakete sürükler, dedi. Bu adamda ne buluyorsun, dedi. Kendine iyi bak, dedikten sonra tokalaşıp ayrıldık. Acaba arkadaşı yalan mı söylüyordu diye düşündüm. Ama niye yalan söylesin ki, ne çıkarı olabilir dedim kendi kendime...

Aradan 15 gün geçti, bu 15 gün içinde beni aramış ama bulamamıştı. Ama ben onu aramanın gereksiz olduğunu düşünüyordum. Acıyıp da ne olacaktı. Bir gün telefon geldi, arayan kendisiydi. Ayrılıp ayrılmadığımızı merak ediyordu. Yakında İstanbul’a geleceğini söylüyordu. Ona ne ayrılırız dedim, ne ayrılmayız dedim, sadece bu konuları telefonda konuşamayacağımızı belirttim. Bir gün Pazar toplantısına gittim, o gelmişti. Bana sarılmak istedi, bense sadece tokalaştım. Alt kata indik. Ona benden başka sevgilisinin olup olmadığını sordum, inkar etti her zamanki gibi. Ayrılmak istediğimi söyledim, beklemiyordu. Şaşırmıştı, hiçbir şey söylemedi, ne bir soru sordu, ne tek kelime konuştu. Sonra da masadan kalktı gitti. Bu ilişkiyi bitirmemek için sevgi uğruna neler yapmıştım ama bu kadar kolay bitiyormuş dedim kendimce. 2 Ağustos’ta başlayan bu beraberlik 2 Kasım günü bitmişti. Bitirmenin çok zor olacağını düşünmüştüm ama ağızdan çıkan 2 kelime yetiyormuş ayrılmamıza. Uğruna acı çektiğim bu acı dolu beraberlik, yıkmamaya çalıştığım bu beraberlik umduğumdan kolay bitti ne acı. 3 ay sürmüştü ilişkimiz ama 2 ayı acıydı. Sevgi sandığım bu acı beraberliğimi keşke hiç yaşamasaydım diyorum ama yaşadım işte. Çok yıprandığımı anladım uzun süre kendime gelemedim ve onun bana yaptıklarını içime sindiremedim.

Bir ara onu arayıp, dost kalmak istediğimi belirttim ve tüm bu olanlara hâlâ alışamadığımı söyledim, o da bana yaşamak için öldürmem lazım diyordu. Herhalde yaşamak için acımamam lazım demek istedi. Ve onun yaşamını karartmaya hakkım olmadığını söyledi. Nedeni ise bu birisiyle çıkıyormuş ve çıktığı benim arkadaşımın arkadaşıymış, tabi tesadüfen evli olduğunu öğrenmiş, bunu bırakmış. Bu yüzden bana kızgınmış.

Yaşamak için başkalarına acımayan bu adama ben acıyorum aslında. Kimliğini bulamamış ya da kendini bulamamış bu insancık zaman zaman beni arıyor ama onunla konuşacak bir şey bulamıyorum, daha doğrusu onu önemsemiyorum. Hiçbir zaman ne yapmak istediğini anlayamadım, anlamak da istemiyorum. Karısına ve iki çocuğuna acıyorum çünkü yaşamları boyunca bu adamla uğraşacaklar. Bu ilişkiden anladığım tek şey şu: Sevgilerin tek taraflı yaşamadığını anlıyorum. Bana acı veren sevgi istemiyordum. Sevgi neydi, sevgi emekti, sevgi fedakârlıktı, bütün bunlar olmayınca kupkuru bir sevgi işe yarar mıydı. Ben şu anda çok mutluyum, geleceğe ümitle bakıyorum ve 2 Ağustos gününü hüzünle anımsıyorum.


Kaynak: Kaos GL, Aralık 1998, Sayı 52



Etiketler:
İstihdam