30/06/2023 | Yazar: Umut Güven
“Beden ve kimliğin sınırlarını biraz esnetmeye çalışıyorum. Bu yüzden amorf bedenler, maskeler, orantısız uzuvları çok kullanıyorum. Biraz da çirkinliği seviyorum galiba.”
Burak Kaçi’nin çalışmalarına ilk kez rastladığımda kendi hikâyemden parçalar bulduğumu hatırlıyorum. Fotoğrafların sadece izleyicisi değildim, o fotoğraf benden bir parçaydı. “Öteki’nin hikâyelerini” bizlere aktaran Kaçi, çalışmalarıyla “güzel” ve “çirkin”, “normal” ve “ucube” gibi ikiliklerin ötesinde ve aynı zamanda hepsinin merkezinde olan bir deneyimi sunuyor bizlere.
Burak selamlar, davetimi kabul ettiğin için çok teşekkür ederim! Nasılsın?
Ne demek, çok mutlu oldum davetine.
İyiyim, teşekkür ederim. Sen nasılsın?
Birazdan uzun uzun konuşmayacakmışız gibi dünyanın en kısa cevabını vererek başladım.
Çok çeşitli alanlarda çalıştığını biliyorum. Sanatçı kimliğinle ürettiklerine baktığımızda da fotoğraf, kostüm tasarım, video… Liste uzayıp gidiyor. Seni senden duymayı isterim, neler yapıyorsun?
Aslında derdim hikâye anlatmak. Bunu yaparken de nasıl anlatacağım konusunda kendimi özgür bırakmak. Bazen anlatmak istediğim şeyi anlatmanın yolu bir kostüm, bazen sürekli tekrarlayan bir ses, bazen amorf bir beden. Ya da hepsi.
“İşlerimin merkezinde kimlik, hafıza ve toplum bilincinin çatışmaları var.”
Peki kimin hikâyeleri bunlar?
Biriktirdiğim hikâyeleri anlatıyorum. Hatta “Öteki’nin hikâyeleri” de diyebiliriz. Freak kavramını merkeze almamın sebebi de bu. Herhangi bir nedenden ötekileştirilmiş bireylerin hikâyeleri, farklı halleri.
Hem kendimden hem de çevremden hikâyeler. İşlerimin merkezinde kimlik, hafıza ve toplum bilincinin çatışmaları var. Bu çatışmalardan doğan yeni ifade şekilleri bulmaya çalışıyorum. Beden ve kimliğin sınırlarını biraz esnetmeye çalışıyorum. Bu yüzden amorf bedenler, maskeler, orantısız uzuvları çok kullanıyorum. Biraz da çirkinliği seviyorum galiba.
Bir işin bizlere ulaşmadan önce nasıl aşamalardan geçiyor. Üretim sürecini ve çalışmalarının hikâyelerini merak ediyorum.
Tüm ön çalışma sürecini şekillendirecek bir protagonist koyuyorum merkeze. Bu karakter kim, derdi ne, nasıl hareket ediyor, neler giyiniyor, ne anlatmak istiyor bunları düşünüyorum uzun uzun. Sonra tasarım süreci başlıyor, kostüm tasarlanıyor, hikâyesi yazılıyor. Mesela Gocag serisi en sevdiğim serilerden biri. Çok da kişisel bir yerden çıkıyor bu hikâye. Gocag kelimesi Ermenice (ben Ermeniyim) argoda eşcinsel anlamında kullanılıyor. Ama kelimenin asıl anlamı düğme. Benim hafızamda önemi de duyduğum ilk “hakaret” kelimelerinden biri.
Bu kelimeye uzun süre kafayı taktım, gittiğim her yerden de düğmeler topladım. Eski tuhafiyelerden, aile büyüklerinin evlerinden, kendi dolabımdan... Kafamda da iki karakter yaratmak vardı, hem bu kültürün taşıyıcısı feminen bir karakter (belki bir anne) ve küçük oğlu. Fotoğraflar ve video boyunca aralarındaki ilginç ilişkiyi gözlemliyoruz. Aralarındaki bir sevgi mi nefret mi adını koymak kolay değil. Ama bir huzursuzluk olduğu kesin.
İşleri çok detaylı anlatırken de rahatsız olduğumu hissediyorum, yine hissettim durdum. Biraz gizemli ve yoruma açık kalmasını seviyorum işlerin.
Peki ya birlikte çalıştığın modellerinle nasıl buluşuyorsunuz? Bir ortak noktaları var mı, sizi bir araya getiren şey nedir?
Bu konuda hep çok şanslı oldum, mükemmel insanlarla kesişti yollarımız. En başta onlara model gibi yaklaşmıyorum, bir hikâye anlatımına ortak olmak isterler mi bunu soruyorum. Onlara işin altındaki hikâyeyi anlatıp ne hissettiklerini soruyorum, çünkü onlar için de anlamlı olursa gerçekten o performansın içine girebiliyorlar. Hepimiz için böyle tabi durum, ne kadar tanıdık bir hikâye varsa o kadar hissediyoruz.
Mesela en son SKIN serisi için Unai Alvarez ile çalıştık. Kendisi Berlin’de yaşayan bir dansçı. Çok basit bir hikâye vardı performansın altında. Psikolojik problemlerin neden olduğu deri hastalıkları hayatım boyunca yaşadığım bir şey. Ben susuyorum belki ama derim susmuyor. Her dermatolog ziyaretimden de “ben anlatacağım bunu” diyerek çıkıyorum. Sonra bunun için bir konsept tasarladım. Uzun parmaklı latex eldivenler, tüm vücuda dolanan kırmızı bir ip ve silikondan yapılmış kırmızı prostetikler. Unai ile konsepti konuşurken kendi çocukluğunda yaşadığı cilt problemlerinden bahsetti. Hatta prostetikleri taktığımızda o günler gibi ağırlaştı yüzüm dedi. Böyle olunca hem o hem be gerçekten hissettik fotoğrafları çekerken.
Bunun gibi çok tesadüf (ya da nasıl adlandırırsak) oluyor. Büyülü anlar bence bunlar.
“Duyması çok çirkin ama bakması güzel diyorum bazı işlerime”
Çalışmalarında toplumsal bellek, normlar, toplumsal cinsiyet, din, erkeklik gibi birçok farklı temayı işliyorsun. Çalışmalarının politik bir derdi olduğunu söyleyebilir miyiz? Toplumsal bir değişim ve dönüşüm arzusu belki…
Kesinlikle söyleyebiliriz. LGBTİ+’ların sadece var olması bile yeterince politik günümüzde. Üzerine bir de tepkisel üretimler iyice politik.
Ama her ne kadar politik bir tarafı da olsa işlerin dış katmanlarında korumaya çalıştığım naif bir estetik var. Duyması çok çirkin ama bakması güzel diyorum bazı işlerime. Bazı işlerim ilk baktığında rahatsız ediyor insanları, ama bazılarına “ne kadar güzel” gibi tepkiler alıyorum. Tabi tüm tepkiler okay hiçbirini yargılamıyorum ama anlatmak istediğim hikâyeden bahsedince tatlar kaçıyor. Güzel sıfatı bir anda tek başına çok yetersiz kalıyor.
Beden ve çıplaklık da aslında çalışmalarında ilgimi çeken noktalardan. Aynı zamanda az önce bahsettiğimiz gibi birçok konuşulması zor konuya değiniyorsun. Hiç kendini sansürlemek durumunda hissettiğin oluyor mu? Özellikle Türkiye’de yaşayan bir sanatçı olarak neler deneyimliyorsun?
Ben kendime bir toplumsal baskı sansürü koymuyorum. Aslında biraz önce de dediğim gibi görsel anlatımda naif bir estetik kullandığım için belki gerek kalmıyor. Çıplaklığı da, çirkinliği de vulgar bir yerden uzak tutmaya çalışıyorum.
Ama yine de ne yaşıyorum? Fotoğraf çekimi için kiraladığım bir alandan kovuluyoruz. Ya da çekime hiç izin verilmiyor. Şimdi neresi olduğunu söylemeyeyim ama İstanbul’da terkedilmiş bir azınlık binasında çekim yapmak istedim, gerekli izinleri aldım. Zaten küçük bir ekip, kısa sürecek bir çekim.
Moodboard görmek isteyene kadar her şey yolundaydı. Moodboard görünce binanın şimdiki sahibi “binasında böyle çalışmalar görmek istemediğini söyledi” rahatsız olduğu da erkek çıplaklığıydı. Öznemiz bir kadın olsaydı acaba ne olurdu bilmiyorum. Ama benim çekimden rahatsız oldu, son dakika mekânsız kaldık.
Bu sansür müydü? Bence sansürdü.
2022 yazında performans gösterileri ve fotoğraflarından oluşan sergin seyirciyle buluştu. Tuhafier’de izlediğimiz Freak Mythology’den bahsetmek ister misin?
Mükemmel bir deneyimdi.
Tuhafier ile bir fotoğraf çekiminde tanıştık ve kafalarımız çok uyuştu. Tuhaf bir mekânda tuhaf bir sergi neden olmasın ki dedik ve Freak Mythology’yi hayata geçirdik. Sergide performanslar, video art, ses enstelasyonu ve fotoğraflar vardı. Aslında ziyaretçileri bir şekilde kafamın içine davet etmiş oldum. Mekânı metrelerce kumaş kullanarak 4 odaya böldük, ziyaretçiler mekân algılarını kaybetsinler, içerde de hafif tekinsiz hissetsinler istedik. Loş kırmızı bir ışık, nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan odalar, arkada sürekli tekrarlanan kelimeler…
Tek yol göstericiler performansçılar oldu.
Yine kendi karakterlerini inanılmaz benimseyen performansçılarla çalıştık, kimileri için ilk performans deneyimiydi ama canlandırdıkları karakteri o kadar iyi tanıyorlardı ki hiç zorlanmadılar. Buğra Büyükşimşek, Liana Georgi, Tara Demircioğlu, Barış Diker, Lisa Simonoğlu hepsi mükemmel bir iş çıkardı.
Ziyaretçilerin tepkilerini izlemek inanılmaz güzeldi. Birileri çok çekindi, performansçıların yanına gidemedi, birileri çok eğlendi performansa dahil oldu. Hatta önce ben kendi gözümden gözlemledim sonra performansçıların gözünden dinledim.
Performanslar bittikten sonra çok tatlı bir kadın geldi yanıma (okuyorsa affetsin adını hatırlamadım), Gocag işinden çok etkilendiğini ve tuvalete girip bir süre ağladığını söyledi. Sarıldık uzun uzun, benim için düğmelerin çok büyük bir anlamı var bir bilsen nerelere gittim performansı izlerken dedi. O kadar etkilenmişti ki. Bence bu da çok büyülü bir andı.
Sergindeki performansların koreografileri ve gördüğümüz kostümlerin tasarımları da sana mı aitti?
Kostümler bana aitti. Koreografileri de performansçılarla beraber çalıştık. Onlarla karakterleri derinlemesine konuştuk, kimler, bu sergideki görevleri ne… Hepsi kendi karakterini o kadar benimsedi ki başta benim bile düşünmediğim bağlantılar kurdular ve bunu performanslarda kullandılar.
Peki bundan sonra neler yapmayı planlıyorsun? Biraz hayallerinden konuşalım mı?
Hikayelerimi anlatmaya devam etmek istiyorum. Daha derine inerek, daha kişiselleşerek ve belki de bu coğrafyanın sınırlarından biraz da çıkarak.
Şu an yeni bir proje üzerinde çalışıyorum, hâlâ araştırma ve konsept oluşturma sürecindeyim. Hayatımın çok merkezinde bir kavramdan, yas kavramından çıktım yola. Yasın bir iletişim aracı olarak nasıl kullanıldığını başka duygularla kesiştiğinde ortaya neler çıkacağını düşünüyorum.
Mesela hayal kavramını da uzun zamandır çok düşünüyorum. Hayal kurmamızın ne kadar önünde duruyor değil mi ülkede olanlar? Yine de kuruyoruz, yine de yeşeriyoruz.
Çalışmalarını nerelerden takip edebiliriz?
En yoğun kullandığım mecra instagram sanırım. Burakkaci hesabından yeni işleri takip edebilirsiniz. Hatta selam da verebilirsiniz.
Çok teşekkürler vaktin için Burak!
Ben çok teşekkür ederim. Gerçekten çok keyifli oldu benim içim de.
Kaos GL Dergisine ulaşın
Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Esenlik dosya konulu 187. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.
Etiketler: kültür sanat