17/01/2012 | Yazar: Kaos GL

"Beş kadın bir erkek eder" kafasının hukukla ilgisi var mı? Gene egemenin dışında farklı cinsel yönelimler için toplumun hazır olmadığını söyleyecek ahlak bekçileri.

Bülent Ersoy, Erkekler, Anayasa... Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

"Beş kadın bir erkek eder" kafasının hukukla ilgisi var mı? Gene egemenin dışında farklı cinsel yönelimler için toplumun hazır olmadığını söyleyecek ahlak bekçileri

 

Bülent Ersoy, 12 Eylül ün gazabına uğrayanlardan.

Başlığın tuhaf göründüğü gerçek ama anayasacılık da tuhaf bir alandır. Hukukla siyaset, toplumsal/dini/ahlaki normlarla hukuk, hepsiyle iktisat ve gelişmişlik düzeyi, uluslararası gelişmeler, sınıf mücadeleleri vs. iç içe geçer anayasacılıkta. Bu nedenle, ne yalnızca hukukçuların ne de yalnızca diğerlerinin tek başlarına kavrayabileceği bir konudur. Anayasa metinlerinin oluşturulması, anlaşılması, yorumlanması, uygulanması, anayasal düzenin yani yukarıda sayılan tüm unsurların birlikte ele alınmasıyla mümkündür. Daha da Türkçesi: Anayasa metinleri, anayasal düzenin yalnızca bir parçasıdır.

Bu alanda bir hükmün yaratılması, metne girmesi ve uygulanması, “uygun ortamın” varlığına bağlı. Ortamın içeriğinin anlaşılması, son derece karmaşık ilişkiler ağının çözümlenmesini gerektirir. Hak ve özgürlük mücadelelerinin olgunlaşması ve toplumda genel kabul görmeye başlaması, karşılığını mevzuat dünyasında bulur. Bazen mevzuatı yaratanlar, mücadelesi verilmemiş hakları bahşedebilir elbette. Ama bu durumda geri alması da bir o kadar kolaydır. Her hak ve özgürlük demeti için aynı saptamayı yapmak mümkün.

İnsan hakları

Türkiye anayasacılığı da söz konusu kuralın dışında değil. Bahşedilen haklar olduğu gibi mücadeleyle kazanılanlar da var. Elbette insan hakları mücadelesi ve insan hakları alanındaki gelişmeler, diğer alanlar gibi (aslında daha hızlı) sürekli bir değişim içinde. 1982’de pek gündemde olmayan çok konu var 2012’de. Konular, uluslararası camia tarafından gündeme taşınıyor büyük ölçüde ve Türkiye kendi payına düşeni alıyor. Tam burada, “kendi payına düşen” ifadesinin anlaşılması gerekli: Türkiye iki asırdır Batı normlarının peşinde koşuyor. Avrupalı olmak gibi bir hedefi var. Ancak toplumsal ilişkileri biçimlendiren sonsuz sayıda ilişkiler ağının “Batılı” olduğunu düşünmek çoğu kez olanaksız. Örneğin 1982 Anayasası’nın “eşitlik” ile ilgili maddesi, çağdaşı muadillerinin çok da gerisinde değil. 2004 ve 2010 değişiklikleriyle devlete “kadın-erkek eşitliğini” sağlamak için gerekli düzenlemeleri yapma görevi verildi. Pozitif ayrımcılık bir anayasa hükmü oldu. Ancak gerekli yasal düzenlemeler yapılmadı ve 10. maddenin de boynu bükük kaldı. İşte bu “ihmalin” hukukla ya da anayasayla ilgisi yok. Bir başka örnek: Günümüz anayasa tartışmalarında kadınlar, seçimlerde kota istiyor. Fransa’da eşitlik esası kabul edildi; bir kadından sonra bir erkek aday gösterilecek. Oysa Türkiye’de (eğer olursa) yüzde 10-15 kotadan söz ediliyor. “Beş kadın bir erkek eder” kafasının hukukla ilgisi var mı? Son örnek: Kaos GL gibi örgütler, eşitlikle ilgili maddeye “cinsiyet kimliğinin” ve “cinsel yönelimlerin” konulmasından yana. Çok da haklılar. Ama tabii ki olmayacak. Gülecekler. En iyimser tahminle, toplumun hazır olmadığını söyleyecek ahlak müfettişleri. Anayasa’ya böylesi densizlikleri sokmak istemeyecekler. Türban, laiklik vs. söz konusu olduğunda örnek gösterdikleri batılı bazı ülkelerde, eşcinsellerin evlenip evlat ediniyor olmaları onları hiç ilgilendirmeyecek.

Buradan, Bülent Ersoy meselesine gelelim. Anayasa metnini de kapsayan anayasal düzenin unsurlarından biri elbette yurttaş kitlesi. Farklı sınıflara mensuplar. O sınıfsal ilişkileri kesen başkaca aidiyetleri var; etnik, dinsel, cinsel kimlikleri gibi. İşte, “erkek, kadın ya da egemenin dışında farklı cinsel yönelime sahip olmak” bunlardan biri. Türkiye açısından başat olan ve başkaca değerlerle birlikte ete kemiğe bürünen kimlik ise erkeklik. Devlet, erkek. Bürokrasi, erkek. Özel sektör, erkek. Basın, erkek. Meclis, mahkemeler vs., erkek. Üstelik öyle bir erkeklik ki bu (kadın cinayetleri düşünülürse) giderek özgürleşen kadının çok gerisinde olduğu da açık. Boşanmak/ayrılmak isteyen kadınların karşısında; özgürleşmeyi algılamakta sorun yaşayan bir cins var. İşte bu erkek, hangi ideolojiye mensup olursa olsun, kadın konusunda ve özellikle de cinsel yönelimler karşısında benzer bir reflekse sahip. Söz konusu refleks tüm ideolojileri ortadan bölüyor. Bu nedenle Ersoy’un başına geleni anlamak güç değil.

Kadınlığını kabul ettirdi

Ersoy, 12 Eylül’ün gazabına uğrayanlardan. Sahneye çıkması yasaklanmıştı. Cinsiyet düzeltme ameliyatı oldu. Türkiye gibi bir ülkede, kendisini “kadın” olarak kabul ettirdi. İlişkilerini herkesin önünde yaşadı, sahiplendi. “Oğlum olsa askere göndermezdim” diyebildi. Sahtekâr basın milliyetçi çığlıklarla üzerine geldiğinde geri adım atmadı. Başbakan’ın askere gitmeyecek polislere “yırttınız” diyebildiği; herkesin “bedelli” beklediği bir ülkede, büyük hasletlerinden biri omurgasızlık olan kamuoyuna karşı, inadına “göndermezdim” dedi. Bugünlerde gündeme gelişi ise, 1972’de idam edilen devrimci Deniz Gezmiş ile ilgili öyküsü. Bir röportajda Gezmiş hakkında övgü dolu, içten sözcükler sarf edip ardından “Gezmiş’in kendisine gazoz ısmarladığını, kendisinin de ona şarkı okuduğunu” anlattı. Sonrasında yaşananlar ise, Türkiye’de tüm ideolojileri ortadan bölen erkeklik durumunun tezahürü. 68’lilerden kimileri, Gezmiş’in ağabeyi vb. Ersoy’u yalanladı. Bir ağızdan Gezmiş’in özel yaşantısını kurtarmaya soyundular. Özellikle içlerinden biri, Ersoy’u açıkça aşağılayıp hedef göstermekten kaçınmadı (bu şahıs 10 Ocak’ta özür diledi). Bazı TV sunucuları, “Nuri Alço’yu” hatırlattı pişkince sırıtarak. Yılışık erkek gülümsemesiyle. Diyelim ki Ersoy yalan söyledi ya da yanlış hatırladı. Bunun, gösterilen tepkiler açısından hiçbir önemi yok. Ülkenin basını ve Gezmiş’in kimi arkadaşları, devrimci genci Ersoy’dan, Ersoy’un cinsel kimliğinden kurtarmaya çalışıyordu. Halkların kardeşliğine, insanların eşitliğine gönül vermiş bir insanın kemiklerini sızlatırcasına. Doğru ya da yalan, Gezmiş’i, bu denli naif ve insancıl bir hikâyeden çıkarıp kurtarmak için canhıraş mücadele eden her kimse; yazık!

Yeniden anayasaya dönelim. Anayasa’da eşitliğe, cinsiyetler arası “eşitlemeye” dair düzenlemelerin yapılması ve yaşama geçmesi, öncelikle uygun toplumsal koşulların varlığına bağlı. Diğer tüm hak ve özgürlükler gibi yurttaşın mücadelesi, sahiplenmesi gerekli. Sahiplenecek yurttaş, egemenin dışında farklı cinsel kimliklere sahip. Erkek olanının durumu ise çok vahim. Hangi ideolojiye sahip olursa olsun; erkek dünyasının dokunulmaz, kapalı, egemen ahlaki/dini/toplumsal/siyasal değerlerle biçimlenmiş hali, eşitliğin önündeki en büyük engellerden. İşte 2012’de, kadınlardan ve egemenin dışında farklı cinsel yönelimlerden gelen eşitlik taleplerinin yöneldiği kitle ne yazık ki bu. Sonucu tahmin etmek çok mu güç? Kadınların sıklıkla yinelemesi boşuna değil: “Erkek değil mi, al birini vur diğerine!”

 

MURAT SEVİNÇ: Ankara Üni., SBF (Radikal İki)

 


Etiketler: insan hakları, sivil anayasa
İstihdam