31/01/2007 | Yazar: Kaos GL

‘Ne de olsa ben bebekken altımı o temizlemiyor muydu? Şimdi de o bebekti. İlkokul yıllarında sabahın kör vaktinde benden önce kalkıp kahvaltımı hazır etmiyor muydu? Şimdi de ben onun kahvaltısını hazırlıyordum. Lokmaları teker teker masaya dizip, her birinin üzerine peynir, reçel, zeytin koymuyor muydu? Şimdi de ben aynını ona yapıyordum.’ New-GHB rumuzlu okurumuzun kaleminden.

Canımdan can koptu Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

‘Ne de olsa ben bebekken altımı o temizlemiyor muydu? Şimdi de o bebekti. İlkokul yıllarında sabahın kör vaktinde benden önce kalkıp kahvaltımı hazır etmiyor muydu? Şimdi de ben onun kahvaltısını hazırlıyordum. Lokmaları teker teker masaya dizip, her birinin üzerine peynir, reçel, zeytin koymuyor muydu? Şimdi de ben aynını ona yapıyordum.’ New-GHB rumuzlu okurumuzun kaleminden.

KAOS GL

New-GHB - Mersin, 12/01/2007

1920 senesinin Temmuz ayıymış doğum günü. 87’sine girmişti 6 ay önce. Kendini hâlâ 40’larında sanıyor, vücudunu saran ağrılarının sebebini sorguluyordu. Ağzında diş kalmadığı, takma dişleri de kullanamadığı için, gıdaları fazla öğütemeden, tadına eremeden tüketiyor, her defasında da doymadığını söylüyordu. Oysa en az normal bir insan kadar o da yemek yiyordu.

Üç sene öncesiydi. 84 yaşındaydı. Her işini kendi görür, evini baştan aşağı temizler, yemek dahil tüm işlerini sabahın 8:00’inde bitirirdi. Sonra sokağa çıkar, boylu boyunca caddeyi dolaşır, esnafla sohbet ederdi. Hiçbirinin gönlünü kırmazdı. Peyniri şarküteriden alırsa, şekeri yan bakkalından alırdı. Sebzeyi her çarşamba günü kurulan pazardan temin edip, meyvesini, sokağındaki manavdan sipariş ederdi. Yine böyle bir günün ortasında, alışverişini tamamlamış eve dönmüştü. Bir yorgunluk kahvesi içmek için yan komşusuna geçmiş, bir süre sonra sol tarafında yoğunlaşan bir ağrı ve kolunu kıpırdatamama, soğuk terleme şikayeti başlamıştı. Haber verdiler bana. Hemen koştum.

İnci gibi parlayan gözleriyle bana baktı. Konuşmaya çalıştı ama anlayamadım ne dediğini. Kucakladığım gibi hastaneye götürdüm. Beynin sol tarafında bir pıhtılaşma. Sonucunda kısmi felç.

Her geldiğimde beni kapıda, kocasını bekleyen hanımlar gibi karşılardı. Terliğimi kapı önünde hazır eder, o gün en sevdiğim yemekleri yapardı. Buhara pilavı, vruvez salatası, etli oksalübrüs, marata, hohlis ve daha nicesi. En çok sevdiğim ise yumurtalı patatesti. Teflon tava icat olmadan önce, alüminyum tavada yapıştırmadan, bir kalıp halinde, sanki pasta gibi, üstü ve altı yumurtayla kaplı, içinde kızarmış patatesler… Nasıl yapardı, nasıl yapıştırmazdı hayret ederdim. Son 3 yıldır kendi eli ile yaptığı hiçbir yemek olmadı. Yapamadı…

Çocuk masumiyetinde geçti 3 sene. İlk aylar konuşması düzeldi. Sonra kalkıp yürümeye başladı. Sağlam bir insan değildi artık. 84 yaşına kadar her türlü işini kendisi yaparken, bir anda her türlü işini yaptırmak zorunda kalmıştı. Tuvalet ihtiyacını bile başkalarına gördürüyordu. Hiç tiksinmedim. Lavman yapıp onu rahatlamak, hacetini gidermesine yardımcı olmak bana öylesine zevk veriyordu ki, artık normalleşmişti benim için bu olay. Ne de olsa ben bebekken altımı o temizlemiyor muydu? Şimdi de o bebekti. İlkokul yıllarında sabahın kör vaktinde benden önce kalkıp kahvaltımı hazır etmiyor muydu? Şimdi de ben onun kahvaltısını hazırlıyordum. Lokmaları teker teker masaya dizip, her birinin üzerine peynir, reçel, zeytin koymuyor muydu? Şimdi de ben aynını ona yapıyordum.

Üç sene böyle geçti. Ta ki 2 ay öncesine kadar. Son dönemlerde çok zayıflamıştı. Bir deri bir kemik misali. Dengesi de bozuluyor, sık sık düşüyordu. O kadar söylüyordum: "Babaanne yalnız kalkma, bakıcını çağır o seni kaldırıp götürsün nereye gitmek istiyorsan". Kime laf anlatırsın ki. Hayatının hiçbir evresinde kimseye yük olmamış bir kadın, bu hasta halinde bile kimseye yük olmak istemiyordu. Böyle bir yük olmama düşüncesiyle yatağından kalktığı bir gün, 2 ay önce sürüdüğü ayağı halıya takılıp, düşüp başını mozaik zemine çarpmıştı. Beni çağırdı bakıcı kadın. Fırtına hızıyla gittim. Yerde yatıyordu. Başında çok büyük bir yarılma olmuştu. Bezle tampon yapmış kadın. Kucakladığım gibi hastaneye götürdüm. Kuş kadar kalmıştı zaten. Bir elinle taşırsın…

Travma acilde dikiş attılar başına. Bir de röntgen çektiler. Ağrısını dindirmek için de bir iğne yaptılar. Müşahedeye almadılar nedendir bilmem. Eve gönderdiler bizi. Yatağına yatırırken usulca, dualar ediyordu dudaklarıyla. Ağrısı olup olmadığını, bir şey isteyip istemediğini sordum. Hiçbir şey istemedi. Derin bir uykuya daldı. Yorgunluktan zannedip rahatsız etmedik. Ama bu uyku garipti. Hiç tepki vermiyordu. Derin derin ve kesik kesik nefes alıyordu. Seslendim uyanmadı. Ellerini avucuma aldım havaya kaldırdım. Bıraktığım an yere düştü elleri. Böyle olmamalıydı. Telefon ettim hastaneye. Durumunu ilettim. Karşımdaki doktor komaya girdiğini ve derhal hastaneye getirmem gerektiğini söylüyordu…

Hastaneye geldiğimizde icabcı beyin cerrahı bekliyordu. Hemen yoğun bakıma aldılar. Ben de girdim. Yalnız kalmamalıydı. O beni hiç yalnız bırakmamıştı. Acil ameliyata alması gerektiğini söyledi doktor. Kılcal damar kanaması sonucu kafatasında kan birikmesi olmuş. Böyle kalırsa sabaha çıkmaz dedi. Ameliyat edersek kurtulma ihtimali var. 87 yaşındaki kadını nasıl ameliyat edecekti? Onayımı istedi benim. Hiç düşünmeden kabul ettim. Beraberce saçlarını kestik. Jiletle kazıdık kafatasını. Beyazlaşmamış simsiyah saçları kaldı elimde o ameliyathaneye girerken. Millet gıpta ile bakardı bu yaşta saçları hâlâ siyah diye.

Bir buçuk saat sürdü ameliyatı. Çıktığında dualar ediyordum. Yoğun bakıma aldılar. Koma hali devam ediyordu. Doktor hiçbir şey söylemedi. Yüzüme bakmadı… Görevli hemşireler beni uyardı. Çıkmam gerekiyordu. En nihayetinde üzerimde steril elbiseler vardı ama onlar da haklıydı. Burası yoğun bakım, benim işim yok burada.

Geceli gündüzlü kapısında nöbet bekledim. Hayatımın en uzun ve bir o kadar da kısa anı geçti o kapıda. Ve bu sabah… 12 Ocak 2007 Cuma günü…

Müezzinler sâba makamında sabah ezanını okurken… 05:45’de…

Canımdan can koptu…




Etiketler:
İstihdam