21/01/2014 | Yazar: Kaos GL

Heteroseksizm Eleştirisi ve Alternatif Politikalar dersi öğrencilerinden Meral Çolak Karaköse, Ankara Üniversitesi Kadın Platformu koordinatörlerinden Emine Güneş’le söyleşti.

Cinsiyet Ayrımının Irkçılıktan Farkı Yok Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Kaos GL Derneği’nin Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları Programı ile birlikte yürüttüğü Heteroseksizm Eleştirisi ve Alternatif Politikalar dersi öğrencilerinden Meral Çolak Karaköse, Ankara Üniversitesi Kadın Platformu koordinatörlerinden Emine Güneş’le söyleşti. 
Kendinizi tanıtabilir misiniz?
Ben Emine Güneş, aslında Şahin Güneş. Ben sembolik anlamından ötürü Güneş’i kullanıyorum. Aslında çok da fark etmiyor, eşimden ya da babamdan aldığım soyadını kullanmak, ikisi de erillik içeriyor bana göre. Evliyim iki kızım var, ikisi de yüksek öğrenim görüyor. 84 yılından beri bir sağlık kurumunda sağlık çalışanıyım. Ankara Üniversitesi Kadın Platformu’nda da görev alıyorum. Kendimle çok ilgiliyim ama bu ilgi son on yıldır yoğunlukta. Yıllar içerisinde deneyimler, sorgulamalarla kendimi keşfettim beraberinde yazıyı da keşfettim. Kadın öyküleri yazıyorum, yaklaşık üç yıldırda Kanguru yayınlarında tanıtım yazıları ve eleştiri yazıları yazıyorum.
 
Kadın olmak nedir, nasıl bir deneyim?
Yaşadığımız çevre, toplum… kadın evde iş yapar evi düzenler. Evin temiz olması kadının itibarını arttıran bir durum toplumda. Cinsel deneyimini evlendiği kişiyle yaşamış, öncesinde babanın kontrolünde yönetilen kadın... Kadın olmak ev kurmak, anne olmak, eş olmaktı önceleri. Eskiden evin düzeni, temizliği benim için çok önemliydi, başka türlüsünü düşündüren bir çevre içinde değildim. Çocuklarımdan sonra öncelikli yani evin temizliği. Sonraları hiçbir anlamı olmadı, o emeği başka bir yere evriltiyorum. Evlenmeden önce temizlik yapmadım, uzunca bir süre tek çocuktum bana iş kalmazdı, annemin alanıydı. Okul, aşk derken evle çok ilgili değildim zaman zaman yardım ederdim. Ama evlendikten sonra, kendi evim imajı ve o ev içini yöneten kişi olarak tabii ki evin temiz olması, çocukların temiz olması, güzel yemek yapabilmek, hüner göstermek ve etraftan onaylanmak hoşuma gidiyordu. Oysaki şimdi bu beni acıtır, birinin bana “çok güzel yemek yapıyorsun” demesi umurumda değil yani istemem de. Ama o dönemde birileri böyle desin diye de yapmıyordum, rahatta ediyordum temiz evde, güzel beslenmekten. Kadın olmak doğuştan değil yani sonradan fark ediyorsun, sorguluyorsun ve kadının ikincilleştirilen, öteki olduğunu öğreniyorsun.
 
Erkek olmak?
Doğuştan ayrıcalıklı bir konumda olmak demek erkeklik. Aslında doğuştan da erkek olunmuyor ama içine doğulan toplum, kültür vs tarafından erkek oluşturuluyor. Ayırımcılık ilk elden cinsiyetle başlıyor. Parasal ve cinsel güç erkekliği oluşturuyor.
 
Cinsiyet ayrımı nasıl yansıyor hayata?
Cinsiyet ayrımı doğuştan toplum tarafından yönlendiriliyor. Onlar sana roller biçiyor. Bu roller asimetrik tabi kadın aleyhine ya da diğer ötekiler… Mesela ben çalıştığım kurumda ve edebiyat alanında, sokakta her yerde benzer örnekler yaşıyorum. Geçen hafta Datça’da öykü günlerine katıldım. Çok heyecanla gittim ancak kadın edebiyatçıların gizliden gizliye aşağılandıklarını, önemsenmediklerini ya da ciddiye alınmadıklarını gördüm. Şaşırıyorsunuz tabi böyle bir camiada, okur yazar insanların arasında bu ayırımın psikolojik olarak ciddi boyutta hissettirilmesine. Farklı şehirlerden gelen katılımcıların geldiği yer, merkez İstanbul tabi kaç tane basılı kitabı olduğu, ne kadar popüler olduğu falan dikey bir hiyerarşi oluştu orada. Erkek yazar ne kadar sisteme içkinse yani o kadar statüsü oluşuyor. Bir başka kadın arkadaşım onlarla diyaloga geçmek için ne kadar çok çabaladı ama o kadar ulaşılmazlardı ki.. Anlatılan öykü kahramanları hep erkekti, bir tek kadın yazardan bahsedilmedi paylaşımlarda. Sohbetlerde kadın bedenine vurgu yapılıyor “çirkin kadın yoktur az içki vardır” gibi erotik çağrışımlı sözler havada uçuşuyordu. Kadın yazarlarda böyle bir toplum ve oradaki gibi bir havada, konuşmalarında daha kendine güvensiz çekiniktiler. Aslında kadın yazarlar çoğunlukta idi ama erkek hegemonyası çok hissediliyordu. Salona hakim olan erkeklerdi yani. Daha genel yerlere bakın, örneğin hastaneler.. bir yandan annelik kutsaldır dimi ama özel hasta değilseniz ve yoksul bir kadınsanız, evli de olsanız doğuma geldiğinizde erkek hekimler sanki çok kötü, iğrenç bir şey yapmışsınız gibi kötü muamele eder, hiç çekincesi yoktur. Ya da ne bileyim semt pazarlarını düşünün, sebzeler bile erotik göndermeler satılır “hıyara bak hıyara” gibi.. her yerde erkek önceliklidir, kadının değeri yanındaki erkeğe göre biçilir.
 
Küresel olarak, yaşadığımız yüzyılda ekonomik ve sosyal olarak erkeklik bir kriz yaşıyor. Siz bu konuda neler söylersiniz?
Evet erkeklik zorunlu bir kırılma yaşıyor. Parasal güç azaldıkça tahakküm gücü de azalıyor. Kadınların sosyal yaşantının içinde olmaları, toplum tarafından erkekliğini kaybetmiş olarak damgalanan erkeklerin ya da aslında LGBTİ bireylerin iyice görünür olmaları vesaire erkekliği yapı bozuma uğratıyor. Yani feminist ve LGBTİ hareketler, en son Gezi bu sürece ivme kazandırıyor. Maço erkekten daha ılımlı, uzlaşmacı erkeğe doğru erkekliğin tanımı değişiyor artık..
 
Feminist hareket ve LGBTİ (lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve interseks) hareket ortak zeminde hareket edebilir mi sizce?
Elbette, feminizm bütün ötekileri içine alan büyük bir yapı olma umudunu taşıyor. LGBT bireylerin mücadeleleri haklıdır, ekonomik ve sosyal sorunlarının çözümü, kamusal alanların cinsiyetsizlendirilmesi açısından önemlidir. İktidarın, toplumun, insanların cinsel yaşamını denetleme hakkı olmamalı, bu noktada da birlikte hareket etmek önemli. Feministler büyük yol kat etti, bu deneyimlerin LGBTİ hareketlere katkı sağlayacağı kanısındayım. Kadın, erkek, LGBTİ ayrımının olmadığı, daha eşit, adil bir dünya oluşabilse güzel olur, yaşanası olur. Cinsiyet ayırımının ırkçılıktan farkı yoktur ve her tür ayırımcılığa karşı ortaklaştırılmış bir zemin, bir hareket neden olmasın? 

Etiketler: insan hakları, eğitim
İstihdam