26/12/2006 | Yazar: Yıldırım Türker

‘Çocuk tacizi-çocuk pornosu konularında basınımızın da ısrarla savunduğu 'ibretlik' dilin ticari bir kılıf, porno filmlerdeki 'bahane konu' kadar inandırıcı olduğunu söylemek zorundayız. İlle de 17 aylık bir bebeğin resmini gözlerini flulaştırarak basmak, Adli Tıp raporlarını en fütursuz dille yorumlayarak okuru infiale kışkırtmak konusunda hiçbir geçerli gerekçe bulmak mümkün değildir.’ Yıldırım Türker’in kaleminden.

‘Çocuk tacizi-çocuk pornosu konularında basınımızın da ısrarla savunduğu 'ibretlik' dilin ticari bir kılıf, porno filmlerdeki 'bahane konu' kadar inandırıcı olduğunu söylemek zorundayız. İlle de 17 aylık bir bebeğin resmini gözlerini flulaştırarak basmak, Adli Tıp raporlarını en fütursuz dille yorumlayarak okuru infiale kışkırtmak konusunda hiçbir geçerli gerekçe bulmak mümkün değildir.’ Yıldırım Türker’in kaleminden.

KAOS GL

Yıldırım Türker

Çocuk pornosu ticareti yapan çocuk doktorunun, sitelerinden birinde rastlanan, ticari serüvenini anlattığı yazı, konunun nabzıdır. Şöyle başlıyor: "9 sene önce internetten para kazanmak bana çok garip gelmişti. 10 dakikada bir site kurdum. Bir anda bin kişi siteye girdi. Daha sonra bu işe kafa yordum. Sonra para kazandım. İlk olarak reklam karşılığı
5 bin dolarlık çek aldım. İnternetten para kazanmak hoşuma gitti." Daha sonra çocuk doktoru -çocuk pornocusu- hastane sahibi-işadamı- yeni zanlı, pornodan 'güneş enerjisiyle çalışan uçak gibi' para kazandığını yazıyor.

Bu dilin kemiği, kapitalizmin girişimcilik ruhunun pornonun ta kendisi olduğunu bir kez daha müstehcen bir açıklıkla ortaya koyuyor. Bu ruhu yücelten, ticari zafer serüvenini diğer hevesli girişimcilerle paylaşmayı amaçlayan, dolayısıyla diğerkâm bir dil bu. Bu anlamda havaalanı edebiyatı diyebileceğimiz sağlık-güzellik-mutluluk-başarı-gençlik rehberlerinin munis, okurunu 'sen de yapabilirsin' dolduruşuyla ponpohlayan ortaklık diline de selam çakıyor. Girişimcilik ruhunun magazini ne de olsa. Roland Barthes'ın pornografik fotografı anlatırken altını çizdikleri bu anlatı için de geçerli: 'Tek bir mücevheri aydınlatan kuyumcu vitrini gibi, tek bir şeyin sunumundan oluşur: seks. Hiçbir ikincil, zamansız nesne onun birazını dahi gizlemeyi, geciktirmeyi ya da ilgiyi başka yana çekmeyi başaramaz." Girişimci çocuk doktorunun ticari başarı anlatısı da tevazuyla (fazla uğraşmak zorunda kalmadığının altını çizerek) kaleme alınmış, ama 'yaratıcılığı' karşısında elbette alkış bekleyen bir vurguya sahip. Kazanmak dışında en ufak bir etik kaygının sızmadığı bir dünyanın sesi. Anlayana, paylaşmaya hazır olana sunulmuş. Ahlâk ve benzeri geciktiricilerle işi yok.

Dolayısıyla, kabul etmek zorundayız ki samimi, hatta masum bir anlatı.

Çocuklarımızın sağlığını böylesi doktorlara emanet etme fikri elbette yurt çapında infial uyandırdı.

Oysa birkaç yıl öncesinden kimi rakamlar çocuk konusunda çok hassas geçinen Türkiyelinin gerçek yüzüne flaş patlatıyor. Hatırlatalım: Türkiye, çocuk işçi çalıştırmak konusunda Kenya, Bangladeş ve Haiti'den sonra dördüncü sırada yer alıyor. Yüz binlerce çocuğun çalıştığı işyerinin hiçbir kaydı yok. Türkiye'de çocukların beşte birinden fazlası, 12 yaşın altında çalışmaya başlıyor. Üstelik yüzde 60'ı günde 11-12 saat çalışıyor. Türkiye, UNICEF tarafından kız çocuklarının okula gönderilme oranının en düşük olduğu 25 ülke arasında belirlenmiş. Sanık sandalyesine çıkan çocuk sayısında hızla artış var. Çocukların yüzde 72'si anababa, yüzde 22'si öğretmen dayağı yiyor. Her üç çocuktan biri istismara uğruyor. Türkiye'nin Çocuk Hakları Sözleşmesi'ni onaylamasının üzerinden 10 yıl geçmiş olmasına rağmen bir yol kat edilebilmiş değil. Sözleşmedeki ana maddelerden biri olan, güç koşullar altındaki çocuklar başlığı altında anılan, suça itilen, madde bağımlısı, ailesinden uzaktaki çocuklara ilişkin alınan önlemler nedir? Ailede sokakta, okulda cinsel istismar mağduru, ucuz emek olarak sömürülen çocukların sayısında azalma yok. Çocuk mahkemeleri sorunu çözülebilmiş değil.

Kısacası milyonlarca çocuğu 'eti senin, kemiği benim' diye sokaklara, atölyelere satan, kendisi de çocukken satılmış insanların oluşturduğu bir toplum gerçeği karşısında yeterince incinmeden çocuk pornosu sitelerinin en hızlı takipçilerinin Türkiye'den çıkıyor olmasına dizlerini dövenlerin içtenliğine inanmak mümkün mü?

Tam da bu noktada bu kez Susan Sontag'ın bir saptamasını hatırlıyoruz, kaçınılmaz olarak. Sontag da müstehcenin tanımını belirleyen tabu hissiyle bizi ürkütüp ıstırap veren tabu hissinin benzer biçimlerde yitirildiğini anlatıyordu, fotograf üstüne yazdığı denemelerinde. Pornografinin yarattığı şok birkaç kez izlendiğinde nasıl eriyip tükeniyorsa dünyayı saran acı ve adaletsizlik görüntülerinin de zamanla dehşet verici olanı sıradanlaştırdığına, aşina ve kaçınılmaz kıldığına dikkat çekiyordu. (Sadece bir fotoğraf işte, ne var bunda?)

Çocuk tacizi-çocuk pornosu konularında basınımızın da ısrarla savunduğu 'ibretlik' dilin ticari bir kılıf, porno filmlerdeki 'bahane konu' kadar inandırıcı olduğunu söylemek zorundayız. İlle de 17 aylık bir bebeğin resmini gözlerini flulaştırarak basmak, Adli Tıp raporlarını en fütursuz dille yorumlayarak okuru infiale kışkırtmak konusunda hiçbir geçerli gerekçe bulmak mümkün değildir.

Bizim porno

Medyanın porno dilini keşfetmesiyle başlatmış olduğu atak bütün hızıyla sürmekte. Zamanında alanın öncülerinden Reha Muhtar'dan yola çıkarak altını çizmiştim: Onu çok cazip kılan öğe, programlarının bütün başarılı pornografi yaratılarında rastlanan sonuna kadar gitme, en korkulanı, en tiksinileni, hazzın en suçlu alanlarını 'serbest bırakıp' fantezi üretiminin tezgâhına sürme özelliklerine dayalı bir dramaturjisi olması.
Pornonun bir üretim alanı olarak ufkumuzda nasıl belirmiş olduğunu şöyle bir hızla hatırlayalım.

Türk porno üretiminin, kitlesel açılımla zenginleştiği 70'li yıllarda daha çok komedi ağırlıklı, çoğunluk fiziksel defosuyla karikatürleştirilmiş kahramanın hiç 'hak etmediği' gösterişli kadınların koynuna atlaması üstüne kurulu filmlerle karşılaşırız. Sırıtışın, kirli esprilerin, pandik atmanın, dil şaklatmanın cinselliği. Henüz hazmedilememiş, 'enfantil' bir haz alanını kahkahayla demokratikleştirmek. O güne kadar Yeşilçam'ın tüketicisinden bin bir gayretle uzak tuttuğu, imalarla geçiştirdiği cinsellik gramerinin bir anda kaba saba bir argoyla özgürlüğünü ilan edişinde şaşacak bir şey yok elbet. Yeşilçam, çoğunluk kötü niyetlinin türlü hile ve desiseyle tehditkâr bir silah olarak kullandığı cinsellik imkânlarını, iyinin, güzelin, masumun hiç dahli olmadan bulaşıvereceği bir bataklık olarak tanımlıyordu. Orada kandırılıp gayrimeşru bir hayatın çukurlarına yuvarlanıvermekten başka bir çıkar yol gösterilmiyordu. 'Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla' savsözü, bu çukurda debelenmesine rağmen yenilmeyen iffeti işaret ediyor, melekler çoğunluk sahip çıkamadıkları bedenleri ve şişip bütün dünyayı kaplayan ruhlarıyla rüyalar âlemine kanat açıyordu. Salon filmlerindeki kemiksiz kötü kadınların jönün komik arkadaşlarıyla güle oynaya 'iş tutabileceği' akla geldiğinde Türk pornosunun formülü çatılmıştı. O bir türlü sahip olunamayan ruh, çoktan uçup gitmişti.

Küf kokan, kadın ayağı değmemiş izbe sinemalarda tüketilen porno dünyasının hazmedilip hayata yedirilmesiyle televizyonun saltanatını ilan etmesi aynı döneme rastlar.
Magazinin Batılı 'hayat stili'nden ödünç aldığı gecekondu işi bir şıklıkla sınıf atlaması da elbette, bununla bağlantılıdır. Magazin, aç sınıfların mastürbasyon malzemesi olmaktan çıkıp hayali bir burjuvazinin cinsel özgürlük takvimine dönüştüğünde artık 'kendini taşıyabilecek adam' arayan şöhretli kadınlarla karapara playboy'larını 'suçüstü' yakalayan
'Türk paparazzisi' tiplemesinin elindeydi. Her dönem bir avuç sivrilmiş adam ve kadının aşk trafiği etrafında dönen bezdirici bir kovalamaca. Oysa bunun da kışkırtılmış tüketiciyi bir noktadan sonra kesmeyeceği belliydi. Nitekim, gitgide kartonlaşmış 'ünlülerin' Laila-Reina gibi ulaşılmaz hayal mekânlarında sahneye çıkması eski reytingi yapmıyor. Kaldı ki o muhabbet, klişelerle inşa edilmiş, profesyonel aktörler tarafından oynanan, uzun süre erotize edemeyecek erotik yapımlar.

'Hardcore', her zaman Reha Muhtar ve takipçileri oldu.

Tecessüsle salyalı, bastırıldıkça irin toplamış linç cinselliği.

Şimdi eğitimli adamlar sonunda kavuşmuş oldukları 'dünya standardının aracısı' internette her şeyin mubah olduğu hissiyle coşmuş, çocuk pornosu pazarlıyor. Ya da izliyor. Hiçbiri bunun suç olduğunun farkında değil. İnterpol gündeminde olmasa suç da olmayacaktı besbelli. Çocuk tacizi konusuna gelince. Gerçekten yadırgayanımız var mı?
Ekşi sözlükte 'çocuk pornosu' başlığı altına baktığımızda ilk karşılaştığımız tanım belki de jilet gibi keskin sinisizmi ile bu konuda söylenebilecek her şeyi kısa yoldan özetliyor: "İzleyince çocukluğuma geri dönmemi sağlayan belgesel türü."

Kaynak: Radikal, 18 Aralık 2006

Etiketler: insan hakları
İstihdam