08/01/2016 | Yazar: Kaos GL

Başladığında devrim diye sunulan sağlıkta dönüşüm programı her anlamıyla çökmüş durumda.

Çünkü serbest bir pazar her şeyi bozar Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Başladığında devrim diye sunulan sağlıkta dönüşüm programı her anlamıyla çökmüş durumda. Hastaların sağlığa erişimi kısıtlanmış, hasta–hekim güven ilişkisi zedelenmiş, şiddet kimsenin reddedemeyeceği bir hale gelmiş, hekimler performans sistemiyle, vicdanıyla, cebi arasına sıkıştırılmış, öğrenciler sürekli hasta bakmak zorunda olan hocasından yararlanamıyor.

Eren Gülçiçek, Kaos GL Dergisi’nin Sağlık dosya konulu 143. sayısına yazdı:

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) sağlığı sadece hastalık veya sakatlığın olmayışı değil, kişinin ruhsal, fiziksel ve sosyal olarak da tam bir iyilik hali içinde olması olarak tanımlamıştır. Bu açıdan baktığımızda sağlıklı olma hali, uygulanan sosyal, siyasal, ekonomik politikalardan bağımsız sağlanamaz. Söz gelimi asgari ücretin açlık sınırının altında olması da, güneydoğuda yıllardır uygulanan baskı ve şiddet politikası da, toplumda LGBTİ’lere uygulanan dışlanma da, her karışı betona boğulmuş bir çevrede yaşamak da, sürekli vatandaşın ne yapıp ettiğine karışan bir devlet yöneticisi de sağlığı bozan etmenlerden sayılabilir. Bu yazıda ise 10 yıldan uzun bir süredir uygulanan sağlıkta dönüşüm programının sağlık ortamına etkilerini elimden geldiğince tartışmaya çalışacağım.

2003 yılından beri yeni bir sağlık sistemini yaşıyoruz. Her ne kadar 2003’den beri tam anlamıyla uygulanmaya başlanmış olsa da adımları 1980 darbesinden itibaren atılmakta. 1961 anayasası herkesin tıbbi bakım görmesini, sosyal güvenlik hakkını ve uygun konut gereksinimini devletin görevi olarak görmekteyken, ‘82 anayasasında sağlığın korunması bireyin ve devletin sorumluluğuna ve devletin yalnızca kamu ve özel sağlık kuruluşlarının denetleyiciliğine indirgenmiş durumda. Ve yine en büyük farklardan biri de, ilk defa genel sağlık sigortasından ve katkı payından söz edilmiş olmasıdır. Bu piyasacı mantığın yavaş yavaş ilerlediğini söylemek eski sistemin de iyi olduğu anlamına gelmez elbet. Zaten sağlıkta dönüşüm programına halkın verdiği destek ve AKP’nin de en başarılı göründüğü alanlardan birinin sağlık olması bundan kaynaklı. SSK hastanelerinin durumu, yeşil kartlıların sadece yatakta yapılan tedavilerinde ilaçların karşılanması, bir gelenek halini almış ‘bıçak parası’ hükümetin son seçim sürecinde dahi vazgeçmediği argümanlarından oldu. Ne yazık ki bu sorunları aşmak isterken uyguladığı çözümler tamamen piyasa mantığı içinde, toplumsal bir iyileşmeyi değil bireysel bir sağlığı öncelediği için yarattığı pek çok tahrifat oldu.

Sağlığa Erişim

Hükümetin ilk günden beri savunduğu gibi SSK, yeşil kart, bağ-kur ayrımı kalktı. Artık herkes istediği hastaneye, hatta istediği özel hastaneye gidip tedavi olabilecekti. Bu durum ilk süreçte de böyle oldu. Uzunca bir süre prim ödenmesi-ek ücret-sevk zinciri kullanılmadı; vatandaşın cebinden para çıkmadı. Özel sağlık kuruluşlarına ulaşmada hiçbir sıkıntı çıkmadı, maliyeti SGK karşıladığından özel hastaneler de bu durumdan oldukça memnundu. Sağlık çalışanlarına ödenen yüksek bedeller ile de müşteri memnuniyeti sağlanmış oldu. Ne yazık ki bu döngünün ilelebet gitmesi mümkün değildi. 2012 yılından itibaren Genel Sağlık Sigortası ile birlikte prim ödenmeye başlandı ve asgari ücretin 3’te 1’i kadar geliri kadar olanlar için minimum düzeyde olmak üzere (50,94 lira) aylık zorunlu sigorta primi ödenme yükümlülüğü getirildi. 25 yaşını aşmış öğrenciler de bu sisteme eklendi ve bu satırların yazarı da dâhil olmak üzere birçok insan primlerini ödeyemediği için sağlık hizmeti alamamakta. Katkı payları arttı. Her seferinde gittiği sağlık kuruluşuna göre belirlenen muayene katılım payları ödenmeye başlandı. Başta SGK’nın karşıladığı özel hastanelerde tedavi olabilme imkânı, yüzde 200’e çıkan fark ücretleriyle sıradan bir insan için hayal noktasına geldi. Tüm bu uygulamalardan sonra herhalde sağlığa erişimin çok daha iyi olduğunu söyleyemeyiz.

Artan Şiddet Vakaları

Özellikle son 3 yılda sağlık çalışanlarının en önemli sorunu yaşanan şiddet. 2012-2015 arası yaklaşık 31.000 şiddet vakası rapor edilmiş. Bu sayının 18.000’i de hekime yönelik şiddet. En son Samsun’da Dr. Kamil FURTUN’un öldürülmesiyle bir kez daha gündemimize girdi sağlık ortamındaki şiddet. Bu şiddetin de en önemli nedeni sağlıktaki piyasalaşma mantığıdır. Hekimlik, insan yaşamını ve sağlığını koruyan bir meslek iken artık basit bir sağlık hizmeti veren bir konuma indirgenmiştir. Getirilen performans sistemiyle az zamanda en çok hastaya bakmaya zorlanırken, hastaya daha az vakit harcamak zorunda kalmış, müşteri konumuna gelen hasta da memnuniyetsizliğini yer yer şiddetle göstermeye başlamıştır. Tabi bu noktaya gelinmesinde hekimleri para avcısı olarak gösteren, toplum gözünde güvenini zedeleyen devlet büyüklerinin açıklamalarının da büyük bir payı olsa gerek.

Tıp Eğitiminin Niteliği

Son yıllarda tıp eğitimi de büyük bir kriz içinde. Yer olmayan sınıflar, yemekhanelerdeki bitmeyen kuyruklar, yetersiz laboratuarlar bakanlığın daha çok doktor lâzım dayatmasıyla ortaya çıktı. Kontenjanlar 5000’den 13000’e çıktı ama okulların teknik donanımı, altyapısı değişmedi. Eskiden tıp fakültelerine hasta yatırılırken eğitim açısından işlevli olup olmaması da düşünülürken, şuan sadece SGK’nın ödeyeceği miktar göz önüne alınıyor. Yine önceden eğitim vakası adıyla ilginç, az görülen vakalar güvencesi olsun ya da olmasın giderleri devlet tarafından karşılanacak şekilde yatırılırken şu an böyle bir uygulama yok. Performans sistemiyle asıl amacı eğitim olan fakülteler önceliği hasta bakımına çevirdi. Bu da niteliksiz hekimlerin yetişmesine yol açacak.

Buradan eskiden tıp eğitimi çok iyiydi sağlıkta dönüşüm sonrası bu hale geldi diye de bir sonuç çıkmasın. Eğitimin temel mantığında da birçok sıkıntı var. Yine bu piyasalaşma mantığıyla paralel bir şekilde birinci basamak sağlık hizmetlerini öteleyen tıp eğitimi anlayışı sonucu doktorlar sık görülen hastalıklara artık daha zor tanı koymaktalar ve bu da dolaylı olarak devlet hastanelerinin ve eğitim-araştırma hastanelerinin yükünü artırmakta.

Sonuç: Çocuklar Aşılanmıyor, Bebekler Ölüyor!

Başlıkta da dediğim gibi serbest bir pazar her şeyi bozar. Başladığında devrim diye sunulan sağlıkta dönüşüm programı her anlamıyla çökmüş durumda. Hastaların sağlığa erişimi kısıtlanmış, hasta–hekim güven ilişkisi zedelenmiş, şiddet kimsenin reddedemeyeceği bir hale gelmiş, hekimler performans sistemiyle, vicdanıyla, cebi arasına sıkıştırılmış, öğrenciler sürekli hasta bakmak zorunda olan hocasından yararlanamıyor. Prof. Dr. Onur HAMZAOĞLU’nunTürkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA) 2013 raporundan aktardığına göre tablo çok ciddi. 1968 yılından itibaren 5 yıllık dönemlerle yapılan araştırmada ilk kez postneonatal(1-12 ay arası bebekler) ölüm hızı artış göstermiş; 2008’de 1000’de 4 olan postneonatal ölüm hızı 1000’de 6’ya yükselmiş. Ve bu durumun nedenlerinden biri de aynı araştırmada görülüyor. Aynı dönemde aşılanmış çocuklarımızın oranı %80,5’ten%74,1’e düşmüş.

Sağlıkta dönüşümün boyası dökülmeye başladı. Ve giderek de sağlıksızlık artacak. Hastasıyla, doktoruyla, taşeron sağlık işçisiyle ortak bir muhalefet geliştiremezsek, iktidarın hekimi hastaya, hastayı hekime düşman eden söylemlerine kulak tıkamayı beceremezsek, ne hastalar müşteri olmaktan, ne çalışanlar şiddet görmekten, ne de toplumumuz sağlıksızlıktan kurtulamayacak…


Etiketler: insan hakları, sağlık
İstihdam