26/05/2021 | Yazar: Gözde Demirbilek

“Sivil Alan Olarak Kampüsler: Türkiye’deki Üniversitelerde 3 Temel Hak ve Özgürlük 2021” raporu çıktı: “LGBTİ+’ların ayrımcılığa uğramadan ve şiddete maruz kalma korkusu olmadan öğrencilik yaşantısını sürdürmesi için bir dizi idari önlem alınmalı.”

“Dekan, LGBTİ+ kulübüne izin veremeyeceğini açıkça belirtti ve kulübü kuramadık” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Sivil Alan Araştırmaları Derneği’nin (CSSA), “Sivil Alan Olarak Kampüsler: Türkiye’deki Üniversitelerde 3 Temel Hak ve Özgürlük 2021” raporu çıktı.

Raporun giriş yazısında çalışmanın amacı şöyle belirtiliyor: “Sivil Alan Olarak Kampüsler: Türkiye’deki Üniversitelerde 3 Temel Özgürlük” araştırmamızın amacı, bir yandan niceliksel yöntemle Türkiye’deki kampüslerde ifade, örgütlenme ve barışçıl gösteri yürüyüşü hakkının ihlallerine dair genel bir tablo çizebilmek, diğer yandan niteliksel yöntem yoluyla bu üç temel özgürlüğe erişimdeki eşitsizliklerin üniversitelere göre nasıl değişiklik gösterdiğini derinlemesine incelemekti. Araştırmamızı yaptığımız dönemin arka planında yemekhane boykotlarından ODTÜ Onur Yürüyüşüne, Barış Akademisyenleri’nin KHK’larla ihracından rektör atamalarına uzanan sancılı ancak bir o kadar da dirençli bir üniversite savunusu yatıyordu. Araştırmamızı yürüttüğümüz sırada ise Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesine rektör atanmasıyla başlayan ve ülke çapına yayılan protestolar yeni bir toplumsal hareket dalgası başlatmıştı. Tüm bu gelişmeler, araştırmamızın vizyonunu oluşturan, kampüsün bir sivil alan, üniversite bileşenlerinin ise sivil toplumun önemli bir parçası olduğu ilkesini, bu nedenle alanda tabandan örgütlenmelerle yapılacak araştırmaların sivil toplum dayanışmasının örülmesi için hayati önem taşıdığını bize bir kez daha göstermiş oldu. Bu içgörünün üzerine kurduğumuz araştırmamızı mümkün olduğunca farklı koşullarda, farklı yerel çevrelerde, farklı akademik ve idari kadroların yönetiminde üniversite okuyan öğrencilerin kendi hikayelerine kulak vermek, bilgi üretimine öznelerin kendi failiklerini dahil ederek sürdürmeyi amaçladık.”

Raporun ikinci kısmı “Araştırmaya Giden Süreç ve Bağlam”da Kaos GL Derneği’nin Pandemi Buluşmaları kapsamında LGBTİ+ öğrenciler ve öğrenci topluluklarıyla gerçekleştirdiği toplantıya, akademide eril şiddete karşı birbirinden güç bulan kadın ve LGBTİ+ öğrencilerin dayanışmasına, 2020’den sonra İstanbul Sözleşmesinin yürürlükten kaldırılması girişimini takip eden sürece, Resmi Gazetede “2021 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı”na eklenen kadın üniversitelerinin kurulması kararının da eklenmesiyle kadın ve LGBTİ+ öğrencilerin “güvenli kampüs ve şiddetsiz yaşam” amacıyla bir araya gelerek ne İstanbul Sözleşmesinden vazgeçeceklerini ne de kadın üniversitelerinin açılmasına izin vereceklerini sosyal medya eylemlerinde ve meydanlarda talepleriyle yinelemelerine ve LGBTİ+ öğrencilerin nefret söylemine maruz bırakıldığı ve hedef haline getirildiği, birçok öğrencinin polis şiddetine maruz kaldığı ve devam etmekte olan Boğaziçi Direnişi sürecine yer veriliyor.

“Dağılırken bile beraber hareket etmemizi istemiyorlar”

18 yaş üzeri, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan ve (COVID-19 salgını öncesi) kampüste örgün öğretimde öğrenim gören öğrencilere açık olacak şekilde çevrimiçi anket ve Zoom uygulaması üzerinden yapılan yarı yapılandırılmış mülakatlarla yapılan araştırmanın “Kampüste Bir Araya Gelmek Mümkün Mü?” bölümünde mülakat çalışmasına da katılan Tarık, üniversitede ayrımcılık üzerine konuştukları esnada, üniversitesinde yapılan Onur Yürüyüşü ile alakalı diğer etkinlik ve eylemlerde olmayan sürekli bir kısıtlamaya nasıl tabi tutulduklarını şöyle paylaşıyor:

“(...) (LGBTİ+ etkinlikleri) daha dikkat çekici oluyor. Daha fazla dikkat ediliyor. Hiçbir topluluğun etkinliklerini izlemiyorlar ama bizimkileri izliyorlar. Onları söylediği şey şu; içeride olumsuz bir şey yaşanabilir ve sizi koruyoruz. Ama etkinlik yapma isteklerimizin çoğu zaman önü kesiliyor. Onur Yürüyüşü için bize bir rota çizildi ama birkaç gün önce rotanın kısaltıldığını öğrendik, bütün dövizlerimiz kontrol ediliyordu. Güvenlikler etrafımızı sarıyordu ve açıklama yaparken güvenlikler ‘onu söyleme, bunu söyleme’ gibi müdahale ediyordu. Dağılırken bile beraber hareket etmemizi istemiyorlardı.”

Tarık’ın bu aktarımıyla birlikte raporda; eylem esnasında hem güvenlik hem de üniversite yönetimi tarafından denetime tabi tutulmanın öğrenci topluluğu olarak sürdürülebilirliği sağlamak adına bir çeşit otosansüre dönüşerek öğrencilerde, istedikleri kadar politik olamamaları durumunu yarattığına değiniliyor. Bu bağlamda Ankara Valiliği’nin 2017 yılında Olağanüstü Hal Uygulaması (OHAL) koşullarını gerekçe göstererek LGBTİ+ etkinliklerini yasaklaması ve bu kampüsteki etkinlik ve eylemlerini etkilemesi örneklerine yer veriliyor.

“Dekan, LGBTİ+ kulübüne izin veremeyeceğini açıkça belirtti ve kulübü kuramadık”

Kampüste örgütlenme pratiklerinin nasıl olduğuna, üniversitelerin resmî kulüplerinin işleyişleri, statülerinin düşürülmesini, kapatılmasını, hiç açıl(a)mamasını ve açılmasının teklif dahi edilemediği durumların incelendiği “Öğrencilerin Örgütlenme Sorunu: Topluluk Olarak Kalmak Mı Kulüpleşmek Mi?” bölümünde; pandemi kaynaklı çevrimiçi bir şekilde yapılan oryantasyon programına Hacettepe Üniversitesinin resmî kulübü olan Kuir Araştırmaları Kulübünün (QueerDeer) videosu dahil edilmeyişi ve bu fobik sansürün Ankara’daki LGBTİ+ etkinliklerine yönelik OHAL döneminden kalan yasak kararı gerekçe gösterilerek meşrulaştırılmaya çalışılması örneğiyle birlikte mevcut iktidar ideolojisiyle ters düşebilecek bir görünürlüğe sahip kulüplerin (ör. toplumsal cinsiyet eşitliği, insan hakları, LGBTİ+ çalışmaları) sayısının oldukça az olduğunun altı çiziliyor.

Marmara Bölgesinde bulunan, öğrenci örgütlenmesine ve öğrenci hareketine dair çok ciddi baskı mekanizmalarının işletildiği, disiplin soruşturmalarına maruz kalan öğrenci sayısının fazla olduğu bir devlet üniversitesinde okuyan 2018 girişli Deniz,  az sayıda kişiden oluşan topluluklarını resmî bir kulübe dönüştürürlerse hem daha fazla kişiye erişebileceklerini hem de üniversite bütçesinden de faydalanabileceklerini düşündüğü için kurmak istedikleri kulübün neden “çok dikkat çekmemek” için LGBTİ+ Çalışmaları gibi bir isim de taşımayacağını; “eşitlik kulübü ya da toplumsal cinsiyet eşitliği” adı altında olacağını şöyle paylaşıyor:

“Önce bölüm başkanımıza danıştım. Ondan pek olumlu bir dönüş alamadım. Daha sonrasında biraz daha araştırdım yönetmeliği. Okudum ettim. Ve dekanımıza gittim böyle bir fikirle. Uzun bir konuşmamız olmuştu orada dekanla. Ben dekanı ikna etmeye çalışıyorum, dekan beni ikna etmeye çalışıyor bu konuda. Ben bir ayrımcılık olduğunu iddia ettiğini ediyorum. Dekansa hiçbir şekilde ayrımcılık olmadığını, gayet her şeyin güllük gülistanlık olduğunu, X Üniversitesinde yaşayan herkesin X şehrinde ve X Üniversitesi öğrencisi olmaktan gayet mutlu olduğunu, herhangi bir sorun yaşamadığını söyleyerek bu konu üzerine beni ikna etmeye çalışıyordu. Ama ben orada biliyordum ki o da bunun böyle olmadığının farkında. Yani tamamıyla aslında bana, beni direkt olarak kırarak reddetmek değil de hani daha çok beni ikna etmeye çalışarak bunu yapmaya çalışmıştı. Ama sonunda böyle bir şeye izin veremeyeceğini açık bir şekilde belirtti ve [kulübü] kuramadık.”

Marmara Bölgesinde bir devlet üniversitesinde Sosyal Hizmetler alanında okuyan bir öğrenci olan Güneş, üniversitede daha önce kurulması için çalışılan toplumsal cinsiyet ve LGBTİ+ çalışmaların dair bir topluluğa daha önce ülkücü öğrenciler tarafından saldırı olduğunu öğrendiğini ve üniversite yönetiminin konuya dair bir yaptırım uygulamamış olduğunu belirtiyor. Kendisi gibi feminist ve queer arkadaşlarıyla kulüp fikrini düşündüklerini ama daha önceden bir araya gelmenin bile çeşitli yaptırımlar yarattığını öğrendiklerinde sonradan vazgeçtiklerini şöyle anlatıyor:

“(Kulüp için) Biz bir başvuruda bulunmadık ama konuşuldu. 3-5 öğrenciyiz bizbirimizi tanıyan. Onlarla birlikte düşündük ama daha önceki deneyimlerden bir arkadaş bizimle bunları paylaşınca, rektörlüğün büyük tepkisi ve disiplin suçu aldıklarını söyleyince hiç girişmedik. Ben ortalaması yüksek bir öğrenciyim, bunu göze alamadım. Biz kafelerde yine buluşuruz, illa akademik ortamda olmasına gerek yok dedik ve anlaştık.”

“Dışlanma yoğun bir şekilde yaşanıyor”

Derslerde öğretim üyelerinin sık sık ayrımcı ya da nefret söylemi içeren ifadeler sarf etmesi, önyargıları ya da ahlaki yargıları ders içeriğiymiş gibi aktarmaları ve kendileriyle hemfikir olmayan öğrencilerin kendilerini ifade etmesini engellemeleri; bu durumda not kırma, danışmanlık görevini üstlenmeme, hakaret ve mimleme gibi yaptırım yollarına başvurmaları yaygın bir biçimde ifade özgürlüğü ihlallerine neden olmasına Akdeniz Bölgesinde lisans eğitimi gören Ayşe’nin şu paylaşımıyla yer veriliyor:

“Sınıflar içerisinde din-dil ve ırk ayrımı var. Dışlanma yoğun bir şekilde yaşanıyor. Bunun önünde durmak isteyen öğrenciler de farklı yaftalamak yiyerek önü kesilmeye çalışılıyor. Bunun dışında cinsiyet kimliği. LGBTİ+ bireylerin ikinci planda olduğu. Sadece öğrenciler arasında değil, hocalar arasında da. Bunu sınıfta hocaların cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği üzerinden uygulanan hakaretler de görebiliyoruz. Ya da öğrencinin Kürt veya Arap olduğu için dışlanma, onlarla konuşulmaması gerektiği, onların kendilerine zarar vereceği için sosyal ilişki kurmama eğilimi oluyor.”

“Queer hareket üzerine bir tez yazılmak istendiğinde karşı çıkıldı, kabul edilmedi”

“İfade Özgürlüğünün Akademinin Sürdürülebilirliğine Etkisi” bölümünde LGBTİ+, toplumsal cinsiyet, diyalektik materyalizm ve kuir teori konularında çalışan bazı katılımcılar bir dizi sorunla karşılaştığını paylaşıyor.

Marmara Bölgesinde lisans eğitimi gören Güneş, queer teori çalıştığı bitirme tezi sürecine ilişkin bir paylaşımda bulunuyor: “Bitirme tezimde bir ikilem yaşadım. Kuir teori çalıştım ben. Ve bu konuyu çalışmaya çalışırken ilk süreçte çok çekindim hocalardan. Bu evre yaklaşık 6 ay sürdü, hocalara söyleme evrem. Söyledikten sonra da söyleyebileceğim bir solcu hocayı buldum. ODTÜ çıkışlı bir hocaydı, ona söyledim. 3 kişilik bir jüri vardı bizim üniversitede, 3 kişilik bir jüriden geçirecek bir 3 hoca olduğunu düşünmüyordum açıkçası. Sonra jüri kalktı ve benim tezimi sunmam kolaylaştı. Ama bu aşamada bile bir tedirginlik yaşıyorum, sunabilir miyim vs. gibi.”

Doğu Anadolu Bölgesinde lisans eğitimi gören Civan’ın ise “Şöyle bir durum vardı: LGBTİ üzerine ya da queer hareketi üzerine bir tez yazmak istendiğinde buna karşı çıkılmıştı, kabul edilmemişti” sözlerine yer veriliyor.

İhtiyaçlar ve tavsiyeler…

LGBTİ+’ların ayrımcılığa uğramadan ve şiddete maruz kalma korkusu olmadan öğrencilik yaşantısını sürdürmesi için idari önlem alınmalı!

Raporun “İhtiyaçlar ve Tavsiyeler” isimli son bölümünde LGBTİ+ öğrencilerin temel hak ve özgürlüklerine ilişkin talepler şöyle:

“LGBTİ+ öğrencilerin cinsiyet kimlikleri ve cinsiyet ifadeleri nedeniyle ayrımcılığa uğramadan ve şiddete maruz kalma korkusu olmadan öğrencilik yaşantısını sürdürmesi için bir dizi idari önlem alınmalıdır. Rektörlüklerin ve akademik kadroların toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelimlerin çeşitliliği konusunda -gerekirse eğitimden geçmeleri, bu alanda çalışan öğrenci kulüpleri ve STK’lara danışmaları atılabilecek adımların en basitidir. Öğrencilerin atanmış toplumsal cinsiyetleriyle değil, beyan ettikleri toplumsal cinsiyetleriyle anılması, ölü isimlerinin kullanılmaması, trans öğrencilerin öğrenci kimliklerinin atanmış kimliklerine dayanarak hazırlanmaması, derslerde ve üniversite çapındaki etkinliklerde katılımcıların cinsiyet zamirinin sorularak toplumsal cinsiyet kimliklerinin beyanında varsayımlara dayanılmaması gibi davranışların akademik ve idari kadroca benimsenmesi gerekmektedir. Öğrenci kulüpleri ve topluluklarıyla gerçekleştirdiğimiz toplantılarda, LGBTİ+ öğrencilerin, İstanbul Sözleşmesinin kaldırılmasına yönelik tartışmaların olduğu dönemde, sözleşmenin yalnızca kadınlar için değil LGBTİ+’lar için de hayati bir önem taşıdığının sivil toplum tarafından yeterince vurgulanmadığını, bu nedenle zaman zaman yalnız hissettiklerini de not düşmekte fayda var.”

“Üniversitelerde bir araya gelerek resmî kulüp oluşturmak isteyen öğrenciler için başvuru esnasındaki bürokratik süreçler daha hızlı ve şeffaf bir şekilde engelleyici uygulamalara ve keyfi kararlara mahal vermeyecek düzeyde işletilmeli ve düzenlenmelidir. Özellikle düşünce, LGBTİ+ ve kadın hakları gibi kulüpleri kurmak isteyen öğrencilerin ‘fişlenme’ ve ‘ayrımcılığa uğrama’ korkusu olmadan rahatça örgütlenebilmelerine, bütçeden ve kampüsün imkanlarından daha rahat yararlanabilmelerine imkan sağlayacak alanlar açılmalıdır. Rektörlük, Dekanlıklar ve Öğrenci İşleri Müdürlüğü gibi üniversitenin içinde bulunan ve öğrencilere dair karar önemli kararların verildiği yapıların öğrenci dostu olmaları sağlanmalıdır.”

Sivil Alan Araştırmaları Derneği’nin “Sivil Alan Olarak Kampüsler: Türkiye’deki Üniversitelerde 3 Temel Hak ve Özgürlük 2021” raporuna buradan ulaşabilir, ayrıntılı olarak inceleyebilirsiniz.


Etiketler: insan hakları, eğitim
İstihdam