28/09/2011 | Yazar: KAOS GL

Demokratik anayasadan söz edenlere, ‘yani ne demek istiyorsun?’ sorusu yöneltilebilir. Türkiye’de anayasa yapılacaksa herhalde bütçe kanunu ya da dokunulmazlık için değil, Kürt sorununda yol alınsın diye yapılacak.

Demokratik Anayasa! Yani Ne Demek İstiyorsun? Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Demokratik anayasadan söz edenlere, “yani ne demek istiyorsun?” sorusu yöneltilebilir. Türkiye’de anayasa yapılacaksa herhalde bütçe kanunu ya da dokunulmazlık için değil, Kürt sorununda yol alınsın diye yapılacak.
Demokratik özerklik ile Kürtler, diğerleriyle her anlamda eşit olmak, yönetime katılmak, insan gibi yaşamak istiyor. Irkçılığa muhatap olmak ve bir “sorun” olarak algılanmak istemiyor. İnsan gibi yaşamak için gerekli koşulların yaratılması yalnızca Kürtleri değil, dört yılda bir hatırlanıp kalan zamanda “aklı yetmez” muamelesi gören Türkleri de ilgilendiriyor.
 
Murat Sevinç (AÜ, SBF) yazdı
 
1982 Anayasası’nın yarısından fazlası değiştirildi ancak kalanı, darbenin ruhunu yeterince yansıtıyor. Son zamanlarda sürdürülen anayasa tartışması, öncekilerden farklı olarak genelgeçer kavramlarla yapılıyor. Anayasa’nın bütün olarak değiştirilmesine yönelik düşünce ve bunun iktidar partisinin seçim vaadi olması, elbette ifadelerin genelliğini destekliyor. Fakat genellik, bir süre sonra “aslında bir şey söylememek” riskini de doğuruyor. Örneğin farklı ideolojilere mensup eli kalem tutanlar, Türkiye’nin “demokratik bir anayasaya gereksinimi olduğu” dışında bir şey söylemez oldu. “Demokratik anayasa” ifadesi, çeşitli cümleler içinde yer değiştiriyor yalnızca. İyi, güzel ve kulağa da çok hoş geliyor. Peki, ne anlamı var? 

Öncelik haklarda 
İfadenin tümüyle anlamsız olmasını engelleyen, anayasaların bir kısmının yurttaş devlet ilişkisine dair düzenlemelere yer vermesi. Dolayısıyla “demokratik anayasa” denildiğinde, günümüz uygar ülkelerinde bireyin devlet karşısındaki konumunun nasıl düzenleneceği, az çok belli. Örneğin artık idam cezası getiremezsiniz. Ya da eğer laikseniz anayasanızda din dersinin zorunluluğu saçmalığıyla yaşayamazsınız. Belli sınırlamalar dışında ifadeye, inanca, siyasal görüşe vs. müdahale edemezsiniz. Canınızın istediği gibi gözaltı süresi belirleyemezsiniz. Seçme yaşını 25’e çıkaramazsınız, vs. Haliyle bu alanda hiçbir şeyi yeniden keşfetmek zorunda değiliz. Demek ki demokratik anayasa ifadesi, kişi hakları, sosyal ve siyasal haklar konusunda bir şey ifade eder. 
Ancak anayasanın geri kalanı söz konusu olduğunda biraz boş laftan ibaret. Çünkü: Her demokratik sistem kendi demokrasisini farklı bir iç örgütlenme ile kurar. Biri için sistemin emniyeti federe yapılar, diğerleri için bölge meclisleri ya da yerel yönetimlerdir. Üstelik hiçbiri de birbirine tam olarak benzemez. Türkiye’de anayasa yapılacaksa herhalde bütçe kanunu ya da dokunulmazlık için değil, Kürt sorununda yol alınsın diye yapılacak.
 
Anayasa’nın temel haklar sonrasındaki kısımları devletin örgütlenmesine, güçlerin dağıtılmasına yöneliktir. Türkçesi: TBMM’yi, Cumhurbaşkanı ve hükümeti, yargı organlarını ve bunların aralarındaki ilişkileri düzenler. Eğer bir kurucu iktidar Kürt sorununa dair bir şeyler yapacaksa, öncelikli konuların en başında, devletin örgütlenmesi gelecektir. Buradaki sorun şu: Temsili demokraside her iktidar, kurulmuş olan üzerinde değişiklik yaparken temsil ettiğini hesaba katmak zorunda. Hâl böyle olunca, Türkiye’nin seçmen gerçeğiyle yüzyüze kalıyoruz. Yani, Kürt siyasetinin yıllardır farklı isimlerle de olsa dillendirdiği ama şu aralar ilk kez duyuluyormuş şaşkınlığıyla karşılanan “demokratik özerklik” konusu, eğer “Kürt talebi” şeklinde gündeme getirilirse, seçmenin, iyi ihtimalle yüzde 8-9’u tarafından desteklenir. Bir sistemde, seçmenin yüzde 8’inin, kalan yüzde 90 küsuru herhangi bir konuda ikna etmesi nasıl mümkün olabilir? İşte bu zorluk karşısında, BDP’nin “tüm Türkiye için demokratik özerklik” sloganı çok değerli hale geliyor. Aksi takdirde, Bağdat Caddesi’nde gezinti yapan bir yurttaş, yaşamı boyunca görmediği ve belki de görmeyeceği bir şehrin, bölgenin ya da yurttaş topluluğunun sorunuyla neden ilgilensin? Üstelik o yurttaş terörist ilan edilmişken. İlgi, ancak kendisiyle bir bağ kurabildiğinde ortaya çıkacaktır. Yurttaşın, yerel düzeyde belli konularda yönetime katılabileceğini, kendi yaşamında pay sahibi olabileceğini düşünmesi çok önemli. Örneğin bir Kürt siyasetçi “demokratik özerklik” dediğinde, ona yönelmesi muhtemel kızgınlığı gidermenin bir yolu, kızgın yurttaşın kendi bölgesinde yapılacak HES’i engelleyebileceğini düşünmesi olamaz mı? Ya da İstanbul’da yaşayanlar, bir gün kimsenin hatırlamayacağı bir siyasetçinin çılgın projeleriyle binlerce yıllık şehrin coğrafyasının değiştirilmesini neden yalnızca seyretsinler? Nükleer santrallere komşu olacaklara, komşuluk isteyip istemedikleri sorulmamalı mı? Burada kastedilen, “oya tapınma” fantezisi değil elbette; yönetime katılmanın yol ve araçlarını aramak. 

Sığ polemiğe girmeden 
Peki; hükümetin ve yeni ordusunun bir süre daha dağı taşı bombalayacağı, milliyetçiliğin, mezhepçiliğin harlanacağı belliyken, eli kalem tutanlar ne yapabilir? 
Herkes, genelgeçer, dile getirene prestij kazandıran sohbetlere ara verip “demokratik anayasa”dan ne anladığını anlatabilir. Demokratik anayasadan söz edenlere, “yani ne demek istiyorsun?” sorusu yöneltilebilir. BDP’nin içi doldurulmamış ve tartışılmadan doldurulması mümkün olmayan “demokratik özerklik” meselesi enine boyuna ele alınıp yeni bir idari yapılanma, dünyadaki örnekleri de gözönünde bulundurularak, rasyonel tercihlerle oluşturulabilir. Çözüm, üniter yapı içinde “yerelleşme ya da bölgeselleşme” ile mi yoksa “federal benzeri yapılarla mı” gelecek sorusu yavan ve sığ polemiklere savrulmadan ele alınabilir. Ancak gerçek bir tartışma, karından konuşarak ve had bildirerek yapılamaz. BDP, Türklerden bahşiş istemiyor. Ferman niteliğinde mevzuat da istemiyor. Demokratik özerklik ile Kürtler, diğerleriyle her anlamda eşit olmak, yönetime katılmak, insan gibi yaşamak istiyor. Irkçılığa muhatap olmak ve bir “sorun” olarak algılanmak istemiyor. İnsan gibi yaşamak için gerekli koşulların yaratılması yalnızca Kürtleri değil, dört yılda bir hatırlanıp kalan zamanda “aklı yetmez” muamelesi gören Türkleri de ilgilendiriyor. İşte bu nedenle herkes, kendi anladığı demokrasinin, hangi devlet biçimi içinde uygun gelişme koşullarına sahip olduğunu tartışmalı. Osmanlı/Türk anayasacılığı hiçbir zaman batıdaki gelişme ve kendi sorunlarından bağımsız evrilmedi. Bu kez de olmayacak; çünkü olamaz! “Aklı” hakim kılmak zorundayız. 

Son bir söz 
Yukarıdaki satırların yazarı yaşamı boyunca Diyarbakır’a, Hakkâri’ye, Siirt’e gitmedi. İşkence görüp öldürülen, kim olduğunu açıklayamayan insanların duygularını anladığını söyleyemez. Çünkü Cebeci’de bilgisayar karşısında oturduğu rahat sandalyesinde, o insanları anladığını dile getirmeyi, çok ayıp buluyor. Bir tarafın cenazelerini üç saniye gördü TV’de ve gariban ailelerini, diğerinin yalnızca sayısını duydu. Düşü, herkes ile eşit, aynı fırsatlara sahip yaşamak. Yapabildiği, yazmak. Herkesi, yalnızca Kürtlerin olmayan insanlık ve yönetim sorunlarını ve tüm anayasal sistemi, demokratik özerklik sözcüklerini bir “başlangıç” yaparak tartışmaya davet ediyor; ısrarla! (Radikal İki)

Etiketler: insan hakları, sivil anayasa
İstihdam