19/06/2022 | Yazar: Sa Bahattin
Mertcan Karakuş’la ilk romanı, “Yüzen Küçük Şeyler – Hatıra Gazer’in Toplama Albümü”nü konuştuk: Bu çağda yaşayan birçoğumuz gibi ben de en çok gözleriyle algılayan biriyim. Bu da romanın görsel dünyasına yansıdı.
2003 yılında, Ankara’da okuyan bir lubunya olarak Kaos GL’ye gidişim, heyecan vericiydi; bunu bekliyordum. Ancak, beklemediğim bir şey vardı ki, bunun için hâlâ minnettarım: hayatım değişti! Okuduğum kitaplar, gördüğüm/duyduğum/tanık olduğum şeylerde ilgilendiğim detaylar; gittiğim barlar, oturduğum kafeler ve hatta arkadaşlarım. Elbette, bu tek bir kez Kaos GL’ye gitmekle olan bir şey değildi, oraya mümkün olduğunca çok kez gitmemle ilgiliydi…
Her neyse, bu gidişler sayesinde tanıdım Mertcan’ı. O da ben de öğrenciydik o sıralar. Barlarda, sokakta, dernekte, partilerde, yol üstlerinde, kaldırımlarda karşılaşıyor, her karşılaşmamızda mutlaka bir şeyler konuşuyorduk. Ondaki entelektüel birikim fark edilmeyecek gibi değildi. Söylediği herhangi bir cümlede kullandığı bir kelime ile, size, aklından geçenin dilinin ucunda olduğundan fazlası olduğunu hemen hissettiriyordu.
Kitabının çıktığını Nisan ayının sonunda, facebook hesabından duyurunca çok heyecanlandım. Mert’in yazdığı herhangi bir şeyi mutlaka okumam gerekiyordu ki, onun Velvele.net’teki yazılarını ya da kendi blog’undan paylaştığı şiirleri zaten takip ediyordum. Ve çok geçmeden, Mayıs ayının ikinci haftasında, Ardis kitaptan çıkan “YÜZEN KÜÇÜK ŞEYLER Hatıra Gezer’in Toplama Albümü” isimli kitabı elime geçince bir çırpıda bitirdim. Mertcan’ın yazı dilinin, tıpkı konuşma dilinde olduğu gibi, derinlerle temas halinde olduğunu ispat etmişti bana…
Bu fazlasıyla şahsi girişten sonra, kendimden vazgeçmek ve bu yılın ‘Türkiye’deki kuir edebiyat için’ en önemli olaylarından biri sayılabilecek kitabın yazarı Mertcan Karakuş ile yaptığımız söyleşiyi sizlere takdim etmek isterim. Buyrunuz.
Merhaba Mert. Öncelikle teşekkür ederim teklifimi kabul ettiğin için. Ve tabii hayırlı olsun. Bu senin ilk kitabın. Oldukça heyecanlı olmalı…
Hem de çok. Hala inanamıyorum bazen
Kitabı okuduktan sonra (ya da belki önce) seni tanımak, hakkında fikir sahibi olmak isteyenler için biraz kendini tanıtabilir misin?
Ben kendimi ne kadar tanıyorum acaba. Bu soru cevaplamakta çok zorlandığım bir soru oldu hep. O yüzden neler yaptığımı anlatayım cevap olarak. Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümünden mezunum. İstanbul’da uzunca bir zaman iç mimarlık ve mobilya tasarımı alanlarında çalıştım. Sonra kendimi sahilde bir barda içki servis ederken buldum. Şimdi de Ankara’da yaşıyorum. Yazıyorum.
Kitabını okudum. Güzel bir kitaptı. Üzerine uzun uzun konuşmak istiyorum aslında, ama spoiler vermekten korkuyorum. O yüzden kitaba temas ederek yazarlığın ve tarzın üzerine yoğunlaşmaya çalışacağım. İlk olarak isimler konusuna değinmek istiyorum. Ana karakterlerin isimleri gerçekten ilginç. Orçin örneğin… Orçun diye bir isim biliyoruz da, bunu bilmiyoruz. Bergüzar, Hatıra, Rüya… Burada (isimlerde) bir mesaj yattığını hissediyorum. Haksız mıyım?
Haklısın. Karakterlere isim koyarken isimlerin anlamlarına dikkat ediyorum. Anlam arayışlarında küçük çabalar sanırım bunlar. Orçun ve Orçin aynı anlama geliyorlar bendeki adlar kılavuzuna göre. Orçin romanda okuyucunun gözü gibi. Bu yüzden bilindik bir isim olmasın; önce yabancı gelsin, yavaş yavaş tanış olsun istedim.
Kitabı yazma süreci nasıl ilerledi? En çok kimlerden/nelerden beslendin, nelerden ilham aldın, neler seni yazmaktan soğuttu?
Yüzen Küçük Şeyler, hayatımın zaman zaman özlemle, zaman zaman da ‘‘ay, resmen ucuz kurtulmuşum’’ hissiyatıyla andığım bir döneminde geçiyor. Dönem romanı diyemem belki ama yakın dönem romanı uygun olabilir. Yalnızca benim bir dönemimde geçmiyor tabii; yakınlarımın, İstanbul’un, ülkenin, dünyanın da bir döneminde geçiyor. Ayrıca başka başka zamanlara, başka başka yerlere, başka başka boyutlara da uğruyor. Bu başka başkalıkları anlatabilmek için izlediğim, dinlediğim, okuduğum, gördüğüm… birçok şeyden yardım aldım, hepsi hikayenin bir ucundan tuttu aslında. En çok da tanıştığım insanlardan ilham aldım. Hayata bakışlarından, duruşlarından etkilendiğim birçok insandan romanda bir şeyler var.
Ya Alice? Ya da onu bize ulaştıran yazarın ismiyle anacak olursak Lewis Caroll hakkında ne söylemek istersin? Alice’in hikayelerine sıkça gönderme var kitabında. Bunun nedenini merak ediyorum doğrusu.
Alice özellikle hayran olduğum bir metin ama asıl merakım baş karakterin başka bir gerçekliğe geçtiği ve o gerçeklikte çeşitli maceralar yaşadığı (ve çoğu zaman maalesef geri döndüğü) hikayelere. O ‘‘öteki’’ gerçekliğin kurgusu ve ‘‘sıradan’’ gerçeklikle olan ilişkisi beni büyülüyor. Bu tür hikayelere çok gönderme var romanda. Alice en baskını tabii.
Kitap, yer yer Japon animelerindeki kadar büyülü, yer yer Yeşilçam filmleri kadar bildik yer yerse Amerikan Aksiyon Filmleri gibi hareketli. Böyle bir sentezin mümkün olduğunu görmekse ayrıca keyifli. Cümlelerime dikkat edersen, filmlerden bahsediyorum. Çünkü okurken gerçekten bunun “filmi yapılacak bir kitap” olduğunu düşündüm. Senaryo yazmayı hiç düşündün mü?
Aslında kağıt üzerinde birbirlerinden çok farklı görünseler de bu saydıklarının hepsi çeşitli hikaye anlatma biçimleri. Bu biçimlerle oynamayı, onları birbirine yedirmeyi seviyorum. Bu çağda yaşayan birçoğumuz gibi ben de en çok gözleriyle algılayan biriyim. Bu da romanın görsel dünyasına yansıdı. Senaryo yazmak kendine ait dili olan, roman yazmakla akraba olsa da yine de farklı bir alan. Roman yazmakta kendimi rahat hissetmem 40 yılımı aldı, senaryo dilinde kendimi -en azından yakın zamanda- rahat hissedebileceğimi sanmıyorum. “Filmi yapılacak bir kitap” demen beni çok mutlu etti. Bir gün olsa, hatta animasyon bir film olsa (senaryosunu ben yazamam belki ama) ne güzel olur.
Değinmek istediğim bir diğer nokta; kelime hazinenin genişliği. Bilgili, duyarlı ve derin bir insan olduğun konusunda bir fikrim vardı, ama eski Türkçe kelimeler de dahil bu kadar zengin bir dağarcığın olduğunu bilmiyordum. Dahası, kitap ismini (Yüzen Küçük Şeyler) Einstein’in ışık ve madde etkileşimi üzerine yazdığı bir yazıdan alıyor. Bir fen-sever olduğum için bunun beni ne kadar mutlu ettiğini tahmin edemezsin. Okumaların bu denli çeşitli midir?
Evet, okumalarım da Spotify listelerim kadar dengesiz. Romanın geçmişle, dolayısıyla da zamanla ilgili çok ciddi sorunları, soruları var. Zaman kavramına Einstein’dan, Hawking’den daha fazla kafa yormuş kimseyi bilmiyorum şahsen. Bu sorulara bir karşılık ararken ikisine de sık sık başvurdum. Sağ olsun, kitabın ismini de Einstein verdi. Yaş itibariyle artık çok da kullanılmayan kelimelere (eski demeye dilim varmıyor) kulak aşinalığım var. Bu kelimelerin birtakım politikalar sebebiyle tedavülden kaldırılmaları teşebbüsüneyse hayretle bakıyorum. Birtakım objelere, duygulara, tanımlara vs. karşılık geliyorlar bu kelimeler zaten ve halihazırda varlarken, sırf orijinleri yüzünden yerlerine yeni kelimeler türetme çabasını üstten ve gereksiz buluyorum. Romanda anlatmaya çalıştığım bir durumla, geçmişin pek de öyle gelip geçen bir şey olmaması durumuyla da denk düştü o kelimeler. Bu yüzden de sık sık boy gösteriyorlar.
Kitapta bir yerde ana karakterlerden biri koli kesiyor. Heyecan verici bir fantezi. Otobiyografik bir yanı var mı bunun?
Aslında iki yerde kesiyor, hangisini kastettiğini merak ettim. Kolinin genel olarak otobiyografik bir yanı var tabii ki, ama romanda anlatılan koşullarda olup olmadığını soruyorsan cevabım hayır.
Peki aynı karakterin Ankara’yı sevmediğine ilişkin yorumu… Bundaki gerçeklik payı nedir?
Romandaki karakter için gayet gerçek.
Kitabın yazım hatası yok denecek kadar az. Hatta benim gözüme hiç çarpmadı diyebilirim. Oysa, bazen iyi dediğimiz yayınevlerinden çıkan kitaplarda dahi böyle sorunlar bulabiliyorum. Siz nasıl mümkün kıldınız bu titizliği?
Bu yorumunu romanın ilk, ilk, ilk halini okuyan arkadaşlarım duysalar çok gülerler. Çünkü yazmaya başladığımda çalakalem girişeceğim; yanlışmış, doğruymuş düşünüp hızımı kesmeyeceğim dedim. Ortaokul ve lisede çok değer verdiğim bir edebiyat öğretmenim vardı: Aynur Öğretmen. Onun sayesinde bu konuda hayli hassasım. Herhangi bir yere göndermeden önce hem ekrandan hem de çıktılar üzerinden 3-4 kere düzeltme yaptım. Romanın editörü Ahmet’in bu konudaki katkıları da çok fazla: yanlışa teşne ağdalı cümle merakımı çok doğru yerlerde frenledi, kelime seçimleriyle ilgili çok yerinde müdahalelerde bulundu. Son okumayı da Salih yapınca böyle bir sonuç ortaya çıktı. Külyutmaz (küründen) lubunyalar olarak sağlam bir ekip olduk sanırım.
Kitapta hikayenin devamının geleceği müjdesi veriliyor. Bunun için belirli bir tarih var mı?
Hayır, maalesef henüz yok.
Ben seni Türkiye’de LGBTİ+ hareketinin yeni görünüre çıktığı zamanlarda tanıdım. Yani en azından 2003 yılından beri bu hareketin aktivisti/gözleyicisi/katılımcısı olduğunu iddia edebiliriz. Buna bakarak; ülkemizdeki hareketin gidişatı hakkında bir yorum yapabilir misin? İyisiyle, kötüsüyle…
Öncelikle hareketin ‘‘ilk’’ harfleri dışındaki muhataplarının da görünürlüğünü çok önemsiyorum. O sondaki + çok önemli bence. Bu konuda olumlu gelişmeler var. Ancak bu görünürlükle beraber bir kutuplaşma da başladı gibi geliyor bana. Belki de yaşanması gereken bir tartışmadır, diye düşünüyorum. Umarım buradan da dayanışmayla, birbirimizi anlamaya çalışarak, aynı şemsiyenin altında olma sebebimizin bizden çalınanlar olduğunu hatırlayarak, ‘‘düşmanı’’ doğru tanımlayarak galip çıkarız.
Senin daha önceden bir blog sayfan olduğunu, orada şiir yazdığını da biliyorum ki bazıları oldukça etkileyiciydi. Bunlar dışında üretim yaptığın sanat dalları var mı? Eğer uygun bulursan sayfanın web adresini de burada paylaşmak isterim.
Şiirlerimi henüz yalnızca Facebook arkadaşlarımla paylaşacak kadar kendime güveniyorum sanırım. Şiir bambaşka bir gerçeklik algısı gerektiriyor. Zaman zaman yaklaşıyorum oraya ama hiç içinde hissetmediğim bir boyut. O yüzden paylaşmasam olur mu?
Tabii ki, sen nasıl istersen.
Dönem dönem diğer sanat dallarıyla yakınlaşmalarım oldu. Dans ettim, drag yaptım… Performans sanatı beni çok etkiliyor ama popüler tabirle o sanatın gerektirdiği kadar ‘‘anda kalamıyorum’’ sanırım. Kafam hep o an dışında bir yerlere gidiyor. Belki de o yüzden döndüm dolaştım, sonunda yazarken buldum kendimi.
Birkaç yıldır da “Kuir Edebiyat” isimli bir facebook sayfasının yöneticisisin. Nasıl gidiyor sayfa işi? Bir getirisi/götürüsü oldu mu?
Sayfayı, senin de bildiğin gibi uzun zamandır boşladım. Devam ettirdiğiniz için sana ve Eylem’e ne kadar teşekkür etsem az. Sanırım sosyal medyada uzun süreli ilişkiler yürütemiyorum. Benim de dijital bilgilerimin raf ömrü yavaştan doluyor galiba. Sayfa kuir edebiyat alanındaki okumalarımı çok genişletti. Orada paylaşılan ve benim bilmediğim bir sürü roman vardı. Umarım üyeler için de aynı derecede yararlı olmuştur.
Çok teşekkür ederim tekrardan. Söyleşi büyük ihtimalle Onur Ayı’mız içerisinde yayımlanacak. Ben de bu vesileyle senin Onur Ayını kutluyorum. Bu konuda söylemek istediğin bir şey var mı?
Ben teşekkür ederim. Soru cevaplamak beni geriyor genelde ama hiç öyle hissetmedim. Hepimizin (ama hepimizin) Onur Ayı kutlu olsun. Sevgiler.
Etiketler: kültür sanat