23/01/2007 | Yazar: Kaos GL

‘Yok edilmeye uğraşmaktan çok, korunması, kollanması, ‘eşsizliğinin’ incelenmesi gereken bir figür, bir tane ve bizim, hepimizin Bülent Ersoy’u.’ Oray Eğin’in kaleminden Bülent Ersoy.

‘Yok edilmeye uğraşmaktan çok, korunması, kollanması, ‘eşsizliğinin’ incelenmesi gereken bir figür, bir tane ve bizim, hepimizin Bülent Ersoy’u.’ Oray Eğin’in kaleminden Bülent Ersoy.

KAOS GL

Oray Eğin

Bülent Ersoy bir başarı hikayesi. Türkiye dışında bir hayal gücünün kabul edemeyeceği kadar normu tehdit eden bir figür başta: Dünyanın ezan okuyan ilk ve tek transeksüeli - bildiğimiz kadarıyla. Pek çok transeksüel gibi, transeksüel olduğunu kabul etmeyen bir cinsiyet-kırıcı; buna kendi kendini ikna etmiş bir obsesif. Her seferinde, her fırsatta, her gündeme geldiğinde ‘Ben kadınım’ deyip pembe nüfus kağıdını göstermekten çekinmiyor. Radikal: Putlarla savaşıp, galip gelecek kadar da inatçı, kuvvetli, dirençli. Onun televizyona çıkışı Türkiye’de 12 Eylül’ün resmen bitişidir aynı zamanda. Bir de sırf şu yüzden her türlü alkışı hak ediyor Bülent, Bülent Abla, Babla ya da bu futüristik karaktere ne isim vermek isterseniz: Herkesin ayağına kapanıp elini öpme fırsatını hiç kaçırmadığı Kenan Evren’i asla affetmeyeceğini bir tek o olanca yüksek sesiyle söylüyor.

Sabah’ın Cumartesi ekinde, can dostu Oya Aydoğan her ne kadar oğlunun Bülent Ersoy’la aşk yaşamasına gönlünün pek razı olmayacağını ima etse de yine de kıyamamış: ‘Bülent’in sevmeye hakkı yok mu?’ diyordu. Birileri transeksüel de sever, bunda o kadar abartılacak bir taraf yok ama kolektif bilinci birini sırf transeksüel veya transeksüeli sevdi diye tehdit etmesinin her zaman için korkutucu bir tarafı vardır.

RTÜK’e yağan şikayetler Bülent Ersoy’a yıllar sonra ikinci ekran yasağının gündeme gelmesi, Vatan gazetesinin ona karşı başlattığı popülist kampanya sadece tehlikeli bir lincin habercisi. Ahlakı korumak değil, bir kurban vererek ikiyüzlülüğümüzü sürdürmek.

Jean Baudrillard, 1987’de artık hepimizin transeksüel olduğunu söylemişti. Transeksüelliğin salt cinsellikten ibaret olmadığını, ameliyat masasına yatmadan da bunun mümkün olduğundan bahsetmişti: Taktığımız maskeler, çelişkili ideolojilere yaptığımız yatırımlar, politikaya karşı kayıtsız ve farksızlaştırılmış varlıklar olarak.

Bir tahmini de cinsel devrimin belki de transeksüelliğe varınca tamamlanacağıydı: ‘Her devrimin çelişkili bir sonucu vardır: Belirsizlik, bunalım ve karışıklık kendisiyle başlar. Ama aynı zamanda, seçme, çoğulluk, demokrasi gibi başka birçok olumlu öğeler de onunla başlar.’

Bülent Ersoy’un yarattığı da her anlamda bir devrimdir Türkiye’de. Bugün yaşanan kaos da bu devrimin sonucudur işte. Müslüman bir ülkede, üstelik Müslüman kimliğini de kullanarak kendine -yeniden- yer açması ve kendini yeniden icat edebilmesi. Kendisini reddeden devletin televizyonuna çıkıp, yılbaşı mesajı da verdi, onu yasaklayan aynı devletin bir Cumhurbaşkanı’yla sofraları paylaştı. Çocuklarının bir transeksüelle beraber olmasını istemeyen ailelerin evlerine girmeyi başardı; televizyondan, radyodan, albümleriyle.

Bugün ona karşı yürütülen ‘Değerler elden gidiyor’ temalı kampanya aslında Bülent Ersoy’la ilgili değil; bu toplumun kendi transeksüelliğiyle daha fazla ilintili. Onun sarstığı sadece ikiyüzlülükle korunan birtakım sahte kimlikler, maskelerdi.

Yine de insan düşünmeden edemiyor: Acaba Zeki Müren gibi gerçek bir ‘con-artist’, bir sahtekârlık abidesi olsaydı bütün hayatı daha sancısız, daha gürültüsüz mü geçerdi? Bülent Ersoy’un ‘pre-op’ olduğu günlerden kalma bir sinema filmi var mesela: Ezan okunacak bir kasabada, müezzin bir sebepten dolayı yok, Bülent’in okuması öneriliyor, ama ‘tipinden’ dolayı tepki topluyor.

Hiç mesela sosyal içerik ya da kendince devrimcilik adına böyle bir filme girişmeyip ameliyat öncesi günlerini Yeşilçam’ın sahte sarışınlarıyla, onlardan daha da sahte selüloit aşklarla geçirebilirdi oysa. Herkes de bunu yerdi, inanırlardı onun da büyük bir kadın tüketicisi olduğuna, hatta alkış bile tutulurdu. Bugün aynı yolun yolcusu, evlenme delisi gey şarkıcılara duyulan saygı gibi.

Ama yapmadıysa eğer, yapmıyorsa bunun da, bir tercih olduğunu algılamak gerek.

Armağan’la Bülent Ersoy’un aşkından öte, bütün onun var oluş mücadelesinde - çünkü her adımı mücadele - en çok bir ‘karakterin’ kendini kabulü göze çarpıyor. Abarttığını düşünenler, bizzat transeksüel olmanın bir abartının sonucu olduğunun da farkında değil; ‘politikada, mimaride, teoride, ideolojide, hatta bilimde bile.’

Yok edilmeye uğraşmaktan çok, korunması, kollanması, ‘eşsizliğinin’ incelenmesi gereken bir figür, bir tane ve bizim, hepimizin Bülent Ersoy’u.

Kaynak: Akşam, 15 Ocak 2007


Etiketler: insan hakları
İstihdam