29/05/2007 | Yazar: Kaos GL

‘Yürürken bir yandan da şarkımı söylüyordum. Yıllardır dinlediğim ve bir türlü anlamını çözemediğim Şebnem Ferah’ın şarkısı bu dinleyişimde birden anlamlı gelmişti! Üvey insanlık da neymiş derdim hep… Ya üvey aşklar? Şimdi ta kendisiyle karşı karşıyayım…’ 2. Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda Ah Gençlik! Özel Ödülü’ne değer görülen Honeycomb rumuzlu yarışmacının öyküsü.

‘Yürürken bir yandan da şarkımı söylüyordum. Yıllardır dinlediğim ve bir türlü anlamını çözemediğim Şebnem Ferah’ın şarkısı bu dinleyişimde birden anlamlı gelmişti! Üvey insanlık da neymiş derdim hep… Ya üvey aşklar? Şimdi ta kendisiyle karşı karşıyayım…’ 2. Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda Ah Gençlik! Özel Ödülü’ne değer görülen Honeycomb rumuzlu yarışmacının öyküsü.

KAOS GL

Honeycomb

''2. KADIN KADINA ÖYKÜ YARIŞMASI – Ah Gençlik! Özel Ödülü'' – 2007

‘Biraz sarhoş biraz aşığım ben

Uyurken siz umudu ararım

Yok!.. Ellerimde aşkın…

Yok!.. Ne üzgün ne kırgınım…

Üvey çocuk olmadım

Üvey anne olmadım

Üvey insanlık mı alın yazım

Aşkına doyamadım

Karardı aydınlığım

Üvey aşklar mıymış alın yazım…’

Yürürken bir yandan da şarkımı söylüyordum. Yıllardır dinlediğim ve bir türlü anlamını çözemediğim Şebnem Ferah’ın şarkısı bu dinleyişimde birden anlamlı gelmişti! Üvey insanlık da neymiş derdim hep… Ya üvey aşklar? Şimdi ta kendisiyle karşı karşıyayım…

Yeni şehrime, yeni okuluma, yeni arkadaşlarıma alışmaya çalışıyordum…
Ama aklımda geride bıraktıklarım vardı hep… Kimi zaman belki de ufak bir benzerlik yakalamak için geldiğim yer ile yeni şehrim arasında iyi bir izleyici olmuştum bu aralar. ‘Ne kadar garip bir yermiş burası, insanlar ne kadar da garip, ne kadar farklı bir ortam böyle?’ diye düşünüp bir yandan da oturduğum yerden insanları seyrederdim çoğunlukla. Yine o zamanlardan birinde onunla göz göze geldim. Daha ne olduğunu bile fark edemeden sanki ikimiz dışındaki her şey yok olmuştu. Başka hiçbir şey görmüyor, işitmiyordum! Sadece ona bakakalmıştım… O kadar güzel, o kadar mükemmeldi ki… Ne kadar tatlı bakıyordu! Şüpheye yer bırakmayacak şekilde tanı koydum o an: ilk görüşte aşk!

Başlarda garip bir şekilde hep karşılaşıyorduk. Gün geçtikçe, her karşılaşmamızda ona daha da çok âşık oluyordum! Onun gözlerine bakmayı o kadar çok seviyordum ki her karşılaşmamızda, fırsatını bulduğum her an büyülenmiş bir şekilde bakıyordum! Nasıl yorumluyordu bunu merak ediyorum. Adı neydi acaba veya kaçıncı sınıftaydı? Hakkında her şeyi merak ediyordum. Onunla konuşmayı o kadar çok istiyordum ki… Bir bahane uydurup fırsat bulduğum ilk anda yanına gidip konuştum. Daha doğrusu konuşmaya çalıştım. Çok garip bir şeydi. O kadar heyecanlanmıştım ki kelimeler birbirine karışıyordu! Kalbim zaten son sürat atıyordu. Ela… Adının Ela olduğunu öğrendim! O benim adımı neden sormadı ki?

Her gün yataktan onu göreceğim sevinciyle kalkıp okula gider olmuştum. Ama bir süre sonra hislerim kontrolden çıktı! Dünya’nın dizginini kaybetmiş gibi hissediyordum. Kafamda hep o vardı… Her anımda, yaptığım her şeyde onu düşünüyordum. Güne onu düşünerek başlıyor onun dışında hiçbir şeye konsantre olamıyor, dersleri bile dinleyemiyordum. Günler, haftalar hatta aylar hiçbir anı edinemeden, sadece onu düşünerek geçip gidiyordu…

Yine onu düşündüğüm bir geceydi. Benim dışımda uyanık kimse kalmamıştı yurtta. Saat de iyice geç olmuştu. Ertesi gün erken kalkacağım için tüm gücümle uyumaya çalışıyordum ancak bir türlü uyku tutmuyordu. Aklıma Ela’nın röntgenden kafasını kaldırıp onu dikkatle izlediğimi gördüğünde yüzündeki büyük şaşkınlık ifadesi geliyor ve gülüyordum, yine ayni şekilde hastasından basını kaldırdığında da. Bu ve bunun gibi şeyleri düşünmekten uyuyamamıştım bir türlü. ‘Bilse ne düşünürdü onu bu kadar sevdiğimi,’ diye geçirdim içimden. Birden elime kâğıt kalem alıp bütün duygularımı, hissettiklerimi o kâğıda yazmaya karar verdim. Onunla konuşuyormuş gibi bir mektup yazacaktım! Uzun bir süre yazdım ve yazdıkça rahatladığımı fark ettim. İçimden fışkırıyor gibiydi duygularım kâğıda. Bitirdiğimde güneş doğmaya, etraf aydınlanmaya başlamıştı. Yazdıklarıma baktım ve o an bu yazdıklarımı bilmesini o kadar istedim ki… Ne düşünürse düşünsün, benden nefret bile edecek olsa bilmesini istedim!

Zaman çok hızlı geçiyordu… Ne ara şubat olmuştu? Sevgililer günü yaklaşıyor, etrafımdaki insanlar da bundan büyük bir heyecan duyuyorlardı. Hep o gün konuşulur olmuştu… ‘Hetero bayramı!’ diye geçirdim içimden ‘Ne yazık ki benim için hayatım boyunca bir şey ifade etmeyecek!’ diye geçirdim içimden ve Ela’ya hediye alacak olsam ne alırdım diye düşünmeye başladım. Madem hayal dünyamda yaşıyordum hiçbir zaman verilmeyecek de olsa ona sevgililer günü hediyesi almaya karar verdim. Şizofreni başlangıcı! Komik geliyor şimdi düşününce… Bütün şehri gezip ona alınacak en mükemmel hediyeyi aramaya başladım. Veremeyeceğim hediyeyi beğenir mi diye bile düşünüyordum.

Akşam yurda döndüğümde kızlar hediye kaplamakla ve o özel gecede ne giyeceklerini düşünmekle meşguldüler. Öyle görünüyordu ki yarın gece yurtta tek başıma oturup televizyon izleyecektim… Yatağıma uzanıp çalışma masamın üzerinde yan yana duran mektuba ve kalp şeklindeki hediye paketine baktım. Birden kafamda bir şimşek çaktı. Ben neden vermiyordum ki hediyemi? Hatta mektubu da… Neyim eksikti onlardan? Ben de o heyecanı yaşamak istiyordum! Evet, evet kararımı vermiştim! Onun için bu kadar acı çekiyorsam onun da bir şekilde bundan haberdar olması gerekiyordu. Zaten o mektuptan kurtulmalıydım meraklı oda arkadaşlarım yüzünden. Ela’ya vererek kurtulacaktım mektuptan!

Ve işte sevgililer günü sabahı… Erkenden kalkıp herkesten önce yola koyuldum. ‘…bir ağacım ormanda, dallı budaklı baharı bekler dururum, gövdemde adın yazılı… Dudağımda bir damlan denize döndüm, şiirler yazdım sana okur musun söyle (…) Yüreğimde her şeyin koruyup sevdiğim, uzanıp ellerimden tutar mısın söyle…’ Otobüste bir yandan plan yapıyor bir yandan da dinlediğim şarkıya anlam vermeye çalışıyordum. Galiba sadece âşık olunca şarkıların anlamları çözülüyordu… Nasıl yapacağıma odaklanmalıydım. Aklıma gelen en güzel fikri uygulama kararı aldım: Kızlar soyunma odasında bulunan montunun cebine koyacaktım hediye ve mektubu! Kız olduğumu anlaması ihtimalinin ne kadar yüksek olduğunu düşünmeyerek…

Okulda pek fazla kimse yoktu. Soyunma odasının da öyle olmasını umarak uzun bir koridor kat ettim. Pür dikkat etrafı dinlememe rağmen duyabildiklerim kalp atışlarımdan ve ayakkabımın gıcırtısından ibaretti. İçeri girdiğimde günlerdir incelediğim montunu bulmam zor olmadı. Mektup ve hediyeyi koyarken burnuma gelen mükemmel kokuyu içime çektim. Parfümü ne kadar da güzel kokuyormuş… Çıkmak için kapıya yöneldiğimde gıcırtıları uzun zamandır duyduğumu ama daha yeni anlam verebildiğimi anladım: Birisi geliyordu! Ortalığı olabildiğince eski halinde bırakıp çıkarken Ela’yla karşılaştım. On saniye önce gelseydi de elim montunun cebindeyken yakalasaydı olabilecekler geçti gözlerimin önünden birkaç salisede.

Ela’nın hediye ve mektubu benimle bağdaştırması uzun sürmedi. En yakın arkadaşı Güldem’e anlattı ilk… Konuşulduğumu anlamam zor olmadı. Artık son derece dikkatli olmam ve hiçbir şekilde açık vermemem gerekiyordu. Ben ne kadar dikkatli olursam olayım onlar benden sayıca fazlaydılar. Hem de sayıları gittikçe artıyordu. Korkunç bakıyorlardı bana. Bazen hepsinin benim paranoyam olduğunu, aslında her şeyin eskisi gibi olduğunu düşünüyordum. Nasıl bir kız, hangi kendine güvenle ‘Şu kız bana âşık,’ diyebilirdi ki zaten…

‘Yeter ki bir kerecik olsun baksın bana. Sonsuza kadar onun gözlerinin içine bakabilirim, ne kadar yasak olsa da… Bir saniyeliğine bile olsa! Ve o bir saniye günün en güzel ani iste benim için! O günü onun için yaşıyorum. O bir saniye gelsin de kalbim duracakmışçasına çarpsın, yürüyorsam adımlarım birbirine dolaşsın, konuşuyorsam kelimeler birbirine karışsın diye… Zaman dursun istiyorum, o an hiç geçmesin… Ne olursa olsun bu aşkta yapabileceğim tek şey olan ona bakmaktan vazgeçmeyeceğim! Ama bütün bunlara karşılık o ne hissediyor acaba? Bir tür şaşkınlık? Yoksa nefret mi?’

Yazdım günlüğüme.

‘Duygularımdan sadece haberdar olması bile benim için büyük mutluluk kaynağı. Bu yüzden iyi ki yapmışım diyorum... Sonuçlarına da katlanacağım o zaman. Nefretle bakan, izleyen, merakla takip eden gözlere… Eğer bedeli buysa...’

İlk defa ondan bahsediyordum günlüğümde… Büyük ihtimalle bir kız yurdunda lezbiyen olduğumun anlaşılmasının doğuracağı sonuçlardan korktuğum içindi! Asıl şaşırtıcı olan artık neredeyse hiç günlük yazmaz olmuştum, yazma özgürlüğüm kısıtlanınca. Bu kadar çok sevdiğim bir şeyi artık yapamıyor olmam ne kadar acı!

Ertesi gün okula gelir gelmez bir şeylerin ters gittiğini anladım. Selam verip karşılığında öldürücü bakışlar aldığım insanlar, yanımdan geçerken birbirine fısıldayanlar, iğrenerek ve kınayarak bakan gözler… En yakın arkadaşlarım koridorda beni görüp yanıma koştular. ‘Hakkında söylenenleri duydun mu, bütün okul seni konuşuyor…’ diye anlatmaya başladı Beste. Böyle bir şeyin başıma geleceğini tahmin edip kendimi hazırlamaya çalıştıysam da başımdan aşağıya kaynar suların dökülmesini engelleyemedim. Çok iyi biliyordum ki yaşadığım çevre bunu anlayamayacak kadar bağnaz ve homofobikti. Oysa saklanmadan, rol yapmadan yaşamayı çok isterdim… Yalanlar üzerine kurulan bir hayat yasamaktan bıkmıştım ama yapacak bir şey yoktu. Ben de şartlara uydum: Seri bir şekilde yalanladım! Ama ne yazık ki bazıları için çok geçti. Melih duyduklarına çoktan inanmıştı bile, hatta ‘Bunu ben nasıl akıl edemedim’ diye düşünüyormuş! Senenin başında bana çıkma teklif ettiğinde hareketlerime anlam verememiş ve ‘Çok ilginç bir insansın sen’ demişti en son çözemeyince, işte şimdi eksik parçayı bulmuş tamamlamıştı bulmacasını.

Bana bunu neden yaptı ki? Amacı neydi? Bıraksaydı ben onu uzaktan, zararsız bir şekilde sevseydim… İnsan kalabalığından kurtulup önceden planlamış gibi dersliklerin olduğu kata çıktım. Kat bomboştu ve yaklaşık yarım saat daha boş kalacaktı.

ÇAMUR MU SÜRMEK İSTİYORSUN BAŞKASININ DUYGULARINA? ÖNCE SENİN ELLERİN KİRLENECEK!

Şarkının bu kısmına bayılırdım hep, çok güçlü bir anlam içerdiğini düşünürdüm. ‘Hiç aklıma gelmezdi bir gün kullanacağım,’ diye düşündüm tahtalarına yazarken büyük harflerle. ‘Bütün asklar çok büyük olacaktı, ama en büyüğü bizimkisi diyecektik...’ şarkinin devamını söyleyerek bir yandan da yokluğumun fark edilmediğini umarak arkadaşlarımın yanına geri döndüm. Ortadan kaybolmam kaçmama yorulabilirdi.

İnsanlara eğlence çıkmıştı! Daha önceleri de dikkat etmiştim nasıl da unutmuşum? Heteroseksüellerin en büyük eğlencesi bizi ortaya çıkarıp, herkese yayarak dalga geçmekti. Sakin, sıkıcı şehirlerinde ‘garip’ bir şey görmek en azından can sıkıntılarını atmalarına yarardı… Bunun yanında şaşkınlığımı kat kat artıran bir grup daha vardı ki: Son derece büyük tepki gösterenler. ‘Böylelerini asacaksın, yakacaksın!’ seklinde hararetli hararetli konuşan tipler. Kendilerine çok ateşli bir tartışma konusu bulmuşlardı anlaşılan: Eşcinsellik! ‘Eşcinselsen eşcinselsin kendi içinde yaşa! Ne hakkin var bize bulaşmaya?’ , ‘Belli marjinallik olsun diye yapıyorlar, yaptıkları sadece özentilik, sapıklıktan başka birsey değil, iyice yoldan cıkmış insanlar, hiç anlam veremediğim şeyler bak, sanki dünyada erkek kalmadı! Çok büyük günaha giriyorlar haberleri yok...’ Aslında bir ‘tartışma’ konusu bile değildi… Sonuca zaten varılmıştı! Kendimi bir çeşit virüs ya da vebalı gibi hissediyordum. Yan etkilerim; toplumun ahlak yapısını bozmak, çocukları da eşcinselliğe özendirmek… Kesin çözüm; yakmak, asmak… Arkadaşlığımı keserim diyenlerden hatta yanıma doğru dürüst yaklaşmayan kızlardan daha bahsetmedim bile. Artık resmen homofobiye karsı mücadele veriyordum!

Etraftan duyduklarımın daha fazlasını kaldıramayacak gibi hissettim ve bir bahaneyle ayrıldım oradan. Cümleler kafamda yankılanıyordu. Kimseyi görmek istemiyordum. Yeniden dersliklere doğru yürüdüm ve sınıflarının önünden geçerken onu gördüm. Uzaktan izlemeye başladım. Yazıyı okuduğu belliydi, halen tahtaya bakıyordu… Peki, ne düşünüyordu? Tahmin etmeye çalışmak faydasızdı. Yüzünden hiçbir şey belli olmuyordu. Kafasını çevirdiği anda her zamanki gibi beni gördü. Direk gözlerimin içine baktı. Yine her zamanki gibi gözlerimizle anlaşacaktık anlaşılan. İçimdeki bütün hüznü ve çektiğim bütün acıları gözlerime yansıttım. Onun da üzüldüğünü görmek benim için o kadar şaşırtıcıydı ki, bu kez o da hüzünlü bakıyordu… Hesapta olmayan bir şekilde gözlerimin dolduğunu ve ağlamaya başladığımı fark ettim. ‘Olamaz!’ Aklıma gelen ilk şey göz menzilinden olabildiğince uzaklaşmak oldu. O ise bana doğru yürüyordu. Anlam veremedim, neden geliyordu ki yanıma benden nefret eden bana bu kadar şey yapmış bir insan olarak? Boynunda parlayan şeye takıldı gözüm. Sevgililer gününde verdiğim hediyeyi takmıştı! Bir an her şeyi unutup kendimi çok mutlu hissettim ve elimde olmadan gülümsedim.

Birkaç saniye içinde konuşma mesafesinden daha yakınıma geldi. Kalbim deli gibi çarpıyordu. İkimizi bas basa sınıfta bırakacak şekilde uzanıp kapıyı kapattı. ‘Olanlar hakkında…’ dedi, elimi tuttu. ‘Sana büyük bir özür ve de açıklama borçluyum.’ Yine o parfüm… ‘Güldem Sevgililer Gününde yaptıklarını görmüş ve bana anlattı. Başkalarına söylemesine engel olmaya çalıştım ancak başaramadım, olay hemen yayıldı…’ Gözlerimin içine baktı. ‘Bu arada mektubundan o kadar etkilendim ki… Günlerce kim olduğunu düşündüm! Beni bu kadar çok seven bu insanı bulmak istedim.’ Elini boynuna götürdü. Hediyeyi beğendiğini anlatan bir ifade ile bana baktı. Ona hiçbir şey söylemeden sadece sımsıkı sarıldım, uzun bir süre. ‘Seni seviyorum! Seni o kadar çok se…’ Hiç bitmeyecekmişçesine uzun bir öpücükle susturdu beni. Hayatımın en mükemmel anı olarak tanımlayabilirim... Olayın yayılması, insanların ne düşündüğü, hiçbiri umurumda bile değildi. Bu rüya hiç bitmesin istedim!

Sınıfın kapısı açıldı ve insanlar belirdi. Ne yapacağımızı düşünmeme kalmadan Ela uygulamaya geçti bile. Elimi tuttu ve çıkışa yürüdük… Korkmadan, başımız dik bir şekilde! Hayatımın hiçbir döneminde yaşayamayacağımı düşündüğüm ‘Mutlu Son’ sonunda gelmişti iste. Şaşkın bakışlar arasında yürürken şarkıma devam ettim:

‘Acıyı da, derdi de severim ben!

Yanımdan geçer beni büyütürler…’






Etiketler: kültür sanat
İstihdam