17/06/2021 | Yazar: Umut Güven
“Kadınların değersizleştirilen hayatlarına inat, Emine Hanım’ın bir romanı olsun dedim.”
Emine Hanım’ın Romanı’nı okuduğumda birkaç dakika durup düşündüğümü hatırlıyorum. İçinde bulunduğum duyguyu tanımlamaya çalışmıştım. Zordu. Bir yandan sıcacık bir aidiyet kurmuştum kitapla, o an yalnız olmadığımı hissettim. Bir yandan içim buruk ve biraz hüzünlüydü.
Emine Hanım’ın Romanı’nda her bir sayfa geride kaldıkça, kendi zihninizde yeni sayfalar açılıyor. Aslı Alpar’ın her bir çizgisi gelip sizin yaşamınıza temas ediyor. Bazen sırt çevirdiğimiz bir hikâyeyle bizi barıştırıyor; bazen unutulmuş bir anımıza götürüp, bizi iyileştiriyor.
Bugün, çok kısa sürede Emine Hanım’ın Romanı ikinci baskısını yaptı. Bu bana gerçekten umut verdi. Cinsiyetçi dünyanın sınırlarına sıkıştırılmış, değersizleştirilen tüm kadınların ve LGBTİ+’ların yaşamlarına dair daha çok konuşmaya ihtiyacımız var. Aslı Alpar’ın çizgileri ve Emine Hanım’ın hikâyesinin, tam bu yüzden hepimiz için bir ilham kaynağı olduğuna inanıyorum.
Bu kitabın bir derdi var Aslı, az sayfayla öyle çok şey anlatmışsın ki. Bu kitabın hazırlık yolculuğunu bizimle paylaşır mısın?
Aslında başka bir kitap dosyası üzerine çalışıyordum Umut’cum. O sırada bildiğin üzere bir ev taşıdık. Annemde kalması gereken aile albümü de benim eşyalarıma karışmış. Evi yerleştirdik, kalabalık dağılınca dağılmış aile albümünü (evet hem aile hem de albüm dağıldı) gözüme kestirdim, yeni bir albüm aldım ve fotoğrafları yerleştirmeye başladım.
Fotoğrafları yerleştirirken, özellikle anneannemin fotoğraflarını, unuttuğum, boğazıma düğümlenen, içimden atamadığım öfkeyle karışık bir üzüntüyü hatırladım. 2011’de kaybettim anneannemi. Üzerinden 9 yıl geçmiş ve ben bir şekilde onun yaşamını, ölümünü unutmuşken, fotoğraflardaki yalnızlığını, hüznünü, kayboluşunu görüp anneannemin hayatını anlatmak istedim.
Anneannemle büyüdüğüm için belki her zaman onun hikayesini anlatmak istemiştim ancak bir yandan da kim neden okusun, ülkede neler oluyor, gencecik insanlar ölüp gidiyor, kaygıları taşıdım hep. Fotoğraflara yıllar sonra yeniden bakmak, karşılaştığımız tüm dertlerin kökeninin hemen hemen aynı şey olduğunu hatırlattı bana, ilk çizim de bu sırada çıkmış oldu.
“Kimsenin dinlemediği bir kadının tek dinleyeni olmanın hayatıma büyük bir etkisi olduğunu düşünüyorum”
Emine Hanım’ın bir yanda unutmadığı aşkını, bir yanda huzursuz evliliğine dair anlatılarını okuyoruz çizgilerinde. Evliliği sırasında da kocası ile kürtaj konusunda tartışmamak için tam üç kez kendi kendine düşük yaptığı anları resmediyorsun. Emine Hanım’ın hikâyesini bugün konuşuyor olmanın kendisi, inanıyorum ki birçok kadın için güçlendirici olacaktır. Peki bunları konuşabildiğin, paylaşabildiğin bir anneanne ile büyümek senin hayatında nasıl bir etkiye sahip?
Yaşlı insanlarla çocukluğu geçirmenin çeşitli etkileri vardır sanırım, ben de nasıl bir etkisi var, başka türlü nasıl olurdum kestiremiyorum ama kimsenin dinlemediği bir kadının tek dinleyeni olmanın hayatıma büyük bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Dinlemeyi öğrenmişimdir sanırım. Merhamet duygusunu da anneannemin öğrettiğini düşünüyorum.
Kitap, ruh sağlığına dair de önemli alt metinler sunuyor. Manik Depresif Bozukluk tanısı alan Emine Hanım’ın yaşadıklarına tanıklık ederken bugün hâlâ ruh sağlığına yönelik ötekileştirmelerin ve ayrımcılığın bunları konuşulamaz kıldığını fark ettim. Bir yandan bu konunun toplumsal cinsiyet boyutu var, çok sayıda kadının günümüzde de terapiye erişemediğine değiniyorsun kitabında. Bu konuda ne düşünüyorsun ve Emine Hanım’ın bu mücadelesini bizlere ulaştırmak senin için nasıl bir deneyimdi?
Hem kadın ve LGBTİ+ sağlık haberlerini hazırlarken okuduklarım hem de dinlediğim uzman ve danışan görüşleri nedeniyle ruh sağlığı alanında bu sorunların halen yaşandığını biliyorum.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği her yerde. Hem bu sebeple hem de Millî Eğitim Bakanlığı’nın açtığı sertifika programlarına katılıp sözüm ona ruh sağlığı hizmeti veren ve eşinden dayak yiyen kadına “boşanmaması, yuvayı yıkmaması”nı tavsiye eden çok sayıda kişi var.
Yasaklanması gereken “onarım terapileri”ni merdivenaltı veren, hayatı boyunca yok sayılmış, her hakkı elinden alınmış kadın ve kız çocuklarının yaşadığı ruhsal problemleri “cinsiyeti”yle yorumlayan da çok kişi var… Bu kişiler nedeniyle yeni travmalar yaşıyor elbette danışanlar… Bu kitapla bu konuya da temas edebilmek istedim. Emine Hanım da onlardan biri.
Anneannemin aracılığıyla konuyu yeniden tartıştırmayı güçlendirici bir yerden yapmaya çalıştım.
“Kamusal alandan dışlanmış, en temel hakları gasp edilmiş kişilerin eser üretmesini bekleyemeyiz”
Kitapçıda dolaşırken, Emine Hanım’ın Romanı’nın bulunduğu raflarda diğer çizgi romanları inceledim. Erkeklerin kaleminden “erkek” ve şiddet hikayeleriyle kuşatılmıştı raflar. Çizer ve karikatüristler arasında erkek dominasyonundan bahsedebilir miyiz? Queer ve kadın çizerler nerede Aslı?
“Neden hiç büyük kadın sanatçı yok” isimli makalesinde feminist sanat tarihçisi Linda Nochlin, bu soruyu “tuzak” olarak işaretliyor ve hem büyük sanatı ortaya çıkaran maddi koşullara hem de toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sonuçlarına bakmaya davet ediyor okurlarını.
Bu soruda da benzer bir durum var, kamusal alandan dışlanmış, en temel hakları gasp edilmiş kişilerin eser üretmesini bekleyemeyiz.
Diğer yandan bugün çok sayıda kadın, queer çizer var, harika işler yapıyorlar, örgütleniyorlar, örgütleniyoruz. Tecavüz komiğinin mizah olmadığını, hikâyenin yalnızca cis erkekler arasında geçmediğini onlara öğretiyoruz. Bu anlamda gelecek beni çok heyecanlandırıyor.
Daha çok kadının ve queerin kaleminden, cinsiyetçi olmayan, şiddetsiz çizgiler ve hikâyeler için yayıncılara ve biz okuyuculara neler düşüyor? Neyi farklı yapmalıyız sence?
Bu soru bir on yıl önce sorulsaydı yayıncılar cesur olsunlar ve kadınların, queerlerin hikâyelerine alan açsınlar derdim. Ancak bugün durum farklı, kadınların ve queerlerin hikâyelerinin sattığını biliyorlar. Yayıncılar artık bugün idari pozisyonlarda kadın ve queerlere alan açsınlar…
Okuyuculara da desteklemek düşüyor; seviyorlarsa okusunlar, paylaşsınlar… Mümkünse kendileri de kâğıdı, kalemi, boyayı, tuvali, nakışı, bilgisayarı önüne alıp üretsinler. Her birimizin hikâyesi biricik, anlatılmaya değer ve güçlendirici…
“Yayıncılar artık idari pozisyonlarda kadın ve queerlere alan açsınlar”
Emine Hanım’ın Romanı, hem diğer çizgi romanlardan farklı olması hem anlattıklarıyla, yalnız hissettiğimiz anlarda birçoğumuzun yaşamına temas etti bence. Peki, sana gelen geri dönüşler nasıl? Bu kitaptan sonra yeni hikâyelerle, yaşamlarla tanıştın mı?
Kitabı yazarken bir amacım vardı Umut’cum, hayatını yönlendirememiş, hep başkalarının istediği gibi yaşamış Emine Hanım’a bir hayat daha vermek. Okurlardan gelen her geri bildirimle anneannem Tunalı’da güvercin besliyor, İstanbul’da vapura biniyor, uçakla seyahat ediyor gibi geldi.
Diğer yandan “okur” tek yönlü bir şey, Emine Hanım’ın Romanı’yla yolu kesişen ve ona evini, kalbini, odasını açan herkesle bir duygudaşlık taşıdığımı hissediyorum, kitabın birçoğumuzu hiç ummadığımız yerlerden güçlendirdiğini düşünüyorum. Neredeyse kitabı okuyan herkes tek tek kitabın kendinde bıraktığı izleri anlattı, bundan değerli ne var…
Kitabın okurlarıyla olan iletişiminden yeni bir kitap çıkar, buna biraz daha sevinirim ben.
Son olarak! :) Bir okur olarak, kitaplar arasında gezinirken Emine Hanım’ın Romanı’na denk gelsen, en çok ilgini çeken kısmı ne olurdu?
Çizgi roman olması, kapakta bir kadının olması. :)
Kaos GL dergisine ulaşın
Bu yazı ilk olarak Kaos GL dergisinin Diyalog dosya konulu 176. Sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.
Etiketler: kültür sanat