22/06/2006 | Yazar: Kaos GL

‘Kesin olan bir şey var ki, nasıl kadın psikolojisi varsa, nasıl erkek psikolojisi varsa, bir de eşcinsel psikolojisi var. O halde kimse eşcinsel olduğunu saklamamalı! Günlük yaşam cinsiyete bağımlı yargılardan aşırı derecede etkileniyor.’ Ali Atıf Bir, eşcinsel köşe yazarlarına sesleniyor: Cinsel kimliğinizi açıklamanız gerekiyor.

‘Kesin olan bir şey var ki, nasıl kadın psikolojisi varsa, nasıl erkek psikolojisi varsa, bir de eşcinsel psikolojisi var. O halde kimse eşcinsel olduğunu saklamamalı! Günlük yaşam cinsiyete bağımlı yargılardan aşırı derecede etkileniyor.’ Ali Atıf Bir, eşcinsel köşe yazarlarına sesleniyor: Cinsel kimliğinizi açıklamanız gerekiyor.

KAOS GL

Ali Atıf Bir

Jean-Marc Vallee’nin "Çılgın" adlı filmini izlemek yeni nasip oldu. Çok da beğendim. Vallee şahaser yaratmış. Keşke daha önce izleseymişim.

"Çılgın", eşcinselliğin kaynağı konusunda "taraf" olan bir film.

Zac, Kanadalı geniş bir ailenin beş erkek çocuğundan biri. Eşcinsel genlerle doğuyor ancak babasının "erkek adam ol" baskıları sonucunda gelişme çağında bitip tükenmek bilmeyen acılar yaşıyor.

Bir yanda Zac’ın kendini benliğini arama mücadelesi, bir yanda müthiş bir baba sevgisi, diğer yanda toplumun eşcinsellikle ilgili önyargıları.

Ha bir de Zac’ın gökten seçilmiş Neo olarak indirildiğine inanan anne var tabii ki.

Film Kanada’nın Quebec bölgesinde 1960’larda başlıyor, Kudüs çöllerine kadar uzanıyor. Film müziklerinde bol bol David Bowie imzası var. Bu arada Pink Floyd, Rolling Stones’dan da parçalar kulağınıza çalınıyor. 1968 kuşağı için "Çılgın" tam bir retro zihin banyosu olacaktır.

Baba rolünde Michel Cote, Zac rolünde Marc Andre Grondin ve anne rolünde Danielle Proulx, bence devleşiyorlar.

Tahmin edin bakalım filmin sonunda kim kazanıyor Zac mı, yoksa onu "erkek adam kalıplarında" davranmaya zorlayan toplum mu? Zac iki arada bir derede kalmayı başarabiliyor mu sizce?

İzleyin, öğrenin...

Bugüne kadar okuduğum araştırma sonuçlarına baktığımda eşcinselliğin genlerden geldiğine inananlardanım. Ama bu inanç! Çünkü bilimsel araştırmalar henüz kesin bir sonuca ulaşabilmiş değil...

Kesin olan bir şey var ki, nasıl kadın psikolojisi varsa, nasıl erkek psikolojisi varsa, bir de eşcinsel psikolojisi var.

O halde kimse eşcinsel olduğunu saklamamalı! Günlük yaşam cinsiyete bağımlı yargılardan aşırı derecede etkileniyor.

Örneğin kadın yazarsanız "Aaaa, ben de kadın olsam böyle yazardım" okuması yapılıyor. Erkek yazarsanız "bekara karı boşaması kolay" okuması. Ya yazar, çizer, yönetmen ya da en yakın arkadaşınız eşcinsel ise... Ve sizden bu gerçeği toplumsal baskı sonucu saklıyorsa?

Belki bir yazarın, bir arkadaşın eşcinsel olduğu bilinse onunla ilgili bütün okumalar değişecek.

Diyeceksiniz ki bu insan haklarına aykırı! Kimseye cinsel tercihini açıklattırmayız. İyi de karşı cinse ilgi geniyle doğanların, cinsel tercihleri, onlar istemese de açıkta değil mi?

Bir yol bulunmalı... Örneğin bazı yazarlarının gözü yazarken o kadar dönüyor, o kadar hırçın oluyorlar ki, bu yazıların erkek ya da kadın psikolojisi ile yazılmadığı ortada.

Okur köşe yazarının eşcinsel olduğunu bilse kesin yazıları farklı şekilde yorumlayacak.

Bazen de "tarafsız" duygulardan arınmış bir yazı bile olsa okur yazarın eşcinsel duygularına verecek.

Mutlaka bir yol bulunmalı.

Hem okura, hem yazara, sanatçıya hem de eşcinsel genlerle doğmayanlara yazık...

Eşcinsel olmayanlar açık cinsiyetlerine bağlı önyargılarla "değerlendirilirken" eşcinsellerin asıl "cinsiyetlerine" yönelik önyargılarla "değerlendirilmemeleri" haksızlık değil mi?

Tırtıl

Michelangelo heteroseksüel olsaydı Vatikan’daki Sistine kilisesi sadece beyaza boyanır ve birkaç yuvarlaktan ibaret olurdu.

(Rita Mae Brown)


Kaynak: Hürriyet Kelebek, 22 Haziran 2006


*İlgili haberler:

[['Çılgın' olmanın dayanılmaz ağırlığı]]


Etiketler: medya
nefret