29/09/2014 | Yazar: Kaos GL

Piper ve Alex’te kendi isteklerimi ifade edebilme şansı ve geleceğimin nasıl görüneceğine dair küçük bir parıltı buldum.

Eşcinsel olduğumu ‘Orange is the New Black’i yazarken anladım Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Orange is the New Black dizisinin yazarlarından Lauren Morelli, diziyle birlikte kendi cinsel yönelimini keşfetmesini yazdı:

 

Orange is the New Black’in ilk sezonunda, Larry’nin Piper’la yaptığı o çok önemli telefon konuşmasını çektiğimiz gün, havaya göre ince giyinmiştim. Beşinci Cadde’de hava 9 dereceydi ve ben New Balancelarımla bir çift yün çorap giyiyordum ama şikâyetlerimi kendime sakladım, çünkü bu, bütün sezonun olay örgüsünün en önemli anıydı: Birbirlerine aylarca yalan söyledikten sonra, en sonunda ikisinin de dürüst olmak zorunda kaldığı sahne. Kendi hayatımdan, utanıp sıkılmadan aldığım kelimelerle yazılmış bir sahneydi ve Jasson Biggs’in, Piper ona hatalarını düzeltmesine izin vermesi için yalvarırken, “Yapabilir misin bilmiyorum” deyişini izlediğimde; etrafımdaki dünya, hayatın kopyası olan sanatın baş döndürücü bulanıklığı içinde şiddetle dönüyordu. Ya da bunun tam tersi- bazen tam olarak söyleyebilmek zor. Günün sonunda çoğunlukla ağlamamaya çalışıyor ve ayrıca ayaklarımı hissetmiyor oluyordum. Anlatmaya değer her hikâyede bir çatışma vardır. Ve bu yüzden, kendimi tanıdığım otuz yılın ardından cinselliğimi sorgulamaya başlamak son derece kafa karıştırıcıydı. Sadece birkaç ay önce evlenmiş olmam, durumu daha da kötüleştiriyordu. Sizi mutlak birlikteliğe ve eşimin ilişkimizin büyük kısmında mücadele ettiği ölümcül hastalık gibi zorluklarla yüzleşmekten gelen güce inandıracak türden bir düğündü. Eşim sonunda sağlıklıydı, bu yüzden de yılbaşı ışıklarının altında dans ediyor, cam kavanozlarda servis edilen havalı kokteyller içiyorduk. Bütün bunlar olurken geçtiğimiz altı yıl boyunca bizi destekleyen arkadaşlarımız ve ailemiz de yanımızdaydı.

 

Şu an tam olarak da bu yüzden, her “eşcinsel olduğum için boşanıyorum” demek zorunda kalışımda mideme yumruk yemiş gibi hissediyorum. Geçtiğimiz altı ay boyunca bu cümleyi yaklaşık 5,223 kez tekrar ettim. Aranızda böyle kayıt tutanlar varsa, kesinlikle abartmıyorum ve mübalağadan hiçbir zaman hoşlanmadım. Genelde bunu sesimi olabildiğince normal tutmaya çalışarak söylememin ardından, bir sonraki soru “biliyor muydun?” oluyor. Bu duymaktan nefret ettiğim bir soru, çünkü insanların aynı zamanda içlerinden “nasıl bilmiyor olabilirsin ki?” diye sorduklarını da duyabiliyorum.

 

Mesele şu ki; kendinizi bir azınlığın içinde bulduğunuzda, her zaman bir de çoğunluk vardır. Eğer gerçekten eşcinsel olsaydım, bunu daha gençken anlamam gerekirdi. Bu konuda tüm hatları belirlenmiş bir kalıp vardı ve benim durumumla ilgili her şey mevcut kalıba aykırıydı. Düğünümden beş ay sonra, Orange is the New Black’in bölümünün yapımına başlamak için New York’a geldim ve o andan itibaren hayatım, yalnızca birkaç ay içinde, Piper’ın hikâyesiyle, ilginç bir şekilde başlayıp korkunç hale gelen bir benzerlikte seyretmeye başladı. İlk birkaç ay boyunca insanlar, genellikle de yazarların odasında, “tam bir eşcinselsin!” diye neşeli çığlıklar atıyorlardı. Profesyonel olarak yaptığım ilk yazarlık işiydi ve kısa zamanda yazarlar odasının insanların son derece yakınlaşabildikleri bir yer olduğunu keşfettim: Burada sevgililerimizle ettiğimiz kavgaları ya da başka bir durumda utançla saklamak zorunda kalacağımız çocukluğumuza ait aile sırlarımızı detaylarıyla paylaşıyorduk ve günün sonunda tüm bu anlattıklarımız, diziyi daha gösterişli gösterecek malzemeler arasına katılabiliyordu. Karakterlerimizi şekillendirmeye ve kurmaca Piper karakterinin “gerçek” cinsel yönelimini tartışmaya başladığımız ilk sezonda, seks, cinsellik ve kendi deneyimlerimiz üzerine uzun uzun tartıştık. Ben de gençken kızlarla yaşadığım ufak tefek, masum maceraları hevesle anlattım. Hatta heyecandan, (şu anda gözlüğü eşliğinde Laura Prepon tarafından başarıyla oynanan) Alex rolü için seçmelere katılan oyunculardan biriyle “kesinlikle birlikte olabileceğimi” ağzımdan kaçırdım. O gece terapiye gittim ve kaçamak bir şekilde belki de Kinsey Ölçeğinde düşündüğümden daha yüksekte olabileceğimi söyledim.

 

Orange is the New Black’in New York City metro bölgesinde yaşayan lezbiyenlerin en az %64’üne iş verdiğimiz çekim stüdyosu, zaten kadınlardan ya da cinsellikten kaçınabileceğiniz bir yer değil. Ve eğer deneyecek olursanız, Lea Delaria (Big Boo) size kucağına oturmaya davet ederek bu sorunun başını küçükken ezecektir. Dolayısıyla, Alex ve Piper için yazacağım ilk aşk sahnesi yüzünden gerilmiştim. O sahneyi yazmayı, tutkunun hâkim olduğu ilişkilerinde, şefkatin ortaya çıktığını görmeyi sevmiştim, ama o zamana kadar kendimle ilgili o kadar büyük bir şüphe içindeydim ki, sürekli kendimi bir sahtekâr gibi hissediyordum. Bunun yazdıklarımla iç içe geçtiğinden emindim. Nasıl böyle olmayabilirdi? Bir erkekle evliydim ama heteroseksüel değildim. “Kalbimdesin.” “Kalbimdesin mi? Pısırıkların ‘Seni seviyorum’u gibi bir şey mi?”

 

Taylor Schilling ve Laura’yla çektiğimiz sahneyi izlerken, yapımcılarımızdan birisi (aslında eşcinsel bir kadın) omzuma hafifçe dokundu. Bana ekranı gösterip başparmağını havaya kaldırdı. Bu küçük bir jestti; ancak kendimi kabul edilmiş hissetmemin ve yavaş yavaş kendimi kabul etmemin ilk adımıydı. Piper ve Alex’te kendi isteklerimi ifade edebilme şansı ve geleceğimin nasıl görüneceğine dair küçük bir parıltı buldum.

 

Dizideki küçük başarıları saymazsak, hızla düşüşüm devam ediyordu. Hayatım, benim iznim olmaksızın baştan yazılıyormuş gibi hissediyordum. Hayatta istediğim her şeyi gerçekleştirmiştim! Mutlu bir evliliğim vardı ve işimi seviyordum. Eşcinsel olduğumu 2012 yılının sonbaharında, setteki ilk günlerimden birinde fark ettim. Bu, başlı başına tek bir şey olmaktan ziyade, kendimi lezbiyen grupların yakınında ne kadar rahatsız hissettiğim ya da kendimi (omuz silkerek) cinsellikle pek de ilgisi olmayan biri olarak tanımlamam gibi bir sürü küçük ayrıntının birleşimi gibiydi. Tek tek düşününce, bunlar beni ben yapan küçük tuhaflıklar gibi görünüyordu. Seks yerine kitap okumayı seçmek son derece mantıklı bir seçim, öyle değil mi? Ama sette, bütün bu küçük anlar çok daha açık ve önemli bir hale geliyordu ve kendimi, oyuncuların yeni öğretmenlerini merak eden bir grup anaokul öğrencisiymişçesine sordukları bitmek bilmez ve bütün bunların üzerine tuz biber eken sorularını cevaplarken buluyordum. “Kimseyle görüşüyor musun?” “Evli misin?” “Bir erkekle mi?” “Ama kızları öpüyormuşsun?” “Peki, bunu özlüyor musun?” En sonunda, daha önce hiç aklıma gelmeyen bir soruyu düşünmek zorunda kaldım: “Yok artık, ben eşcinsel miyim?”

 

31 yaşında olmama, hayatımın 13 yılını son derece açık fikirli şehirlerde geçirmeme ve kendimi eğitimli bir birey olarak görmeme rağmen son bir yıldır: 1.Google’da “Lezbiyen olduğunuzu nasıl anlarsınız?” diye arattım. Bu konuda quiz gibi bir şeyler olmalıydı, değil mi? 2. Kullandığım doğum kontrol yöntemi yüzünden mi diye düşündüm. Daha yeni rahim içi araç kullanmaya başlamıştım, bu kimi çekici bulduğumu etkiliyor olabilir miydi? Bu gerçekten de düşündüğüm bir şeydi. Bunun, cinsel kimlik üzerine doktora yapmış terapistime bahsedecek kadar üzerinde durdum ve terapistim bana büyük bir sabırla doğum kontrolünün esasen cinsel yönelimimizi değiştiremeyeceğini açıkladı. 3. Ölmek istedim. Eğer eşcinsel olmak, bu dünyadaki en sevdiğim insanı kaybedeceğim, aileme açılacağım, benliğimin en savunmasız, en hassas noktalarını açacağım ve tanıdığım herkese göstereceğim anlamına geliyorsa, ölmeyi yeğlerdim. En son sekizinci sınıfta olduğum gibi kendimi intihara meyilli hissediyordum. O zamanlar bir kere, bir avuç Tylenol içip uyumuştum. Ertesi sabah uzun bir uykunun ardından dinlenmiş olarak uyanmıştım ve arkadaşlarıma kendimi ne kadar kötü hissettiğimi anlatabileceğim için heyecanlıydım. Böyle şeylerin aleni bir şekilde söylenmesinin, daha sonra kolayca ulaşabilecekleri bir şekilde kaydedilmesinin önemli olduğunu düşüyordum; çünkü eğer LGBT topluluğundan insanlarla çevrelenmiş, ne şekilde olursa olsun azınlık olmanın sevinçle kutlandığı, dünyanın en destekleyici ortamında çalışırken bunları düşünüp hissedebilirsem, ancak o zaman başka şartlarda yaşayacağım üzüntü, kafa karışıklığı ve korkuyu düşünmeye cesaret edebilirdim.

 

Yakın zamanda katıldığım GLAAD (Gay& Lesbian Alliance Against Defamation, Karalamaya Karşı Eşcinsel ve Lezbiyen Birliği) Medya Ödülleri’nde, Ellen Page’in Laverne Cox’a Stephen F. Kolzak Ödülü’nü takdim ettiği anı izleme şansına sahip oldum. GLAAD’ın başkanı Sarah Kate Ellis de o gece konuştu ve oluşabilecek tüm muhalefetin farkında olmasına rağmen, salondakileri hayatlarını açık bir şekilde ve sevgiyle yaşamaları için cesaretlendirdi. Evliliğimin ve tüm hayatım boyunca sahip olduğum kimliğimin sonu için üzülürken, bir yandan da kendimi artık bu topluluğun bir parçası olduğumu düşünmekten alamadım. Eğer onu tamamen kabul edersem daha değersiz olacakmış ya da yargılanacakmışçasına kendi eşcinselliğimi değerlendiriyordum. Utanç ve suçlulukla dolu bu yükü taşımaya çalışmakla geçen bir yılın ardından, bu olumsuz bakış açısı yerine dürüstlüğü ve minnettar olmayı seçebileceğimi fark etmemle birlikte rahatladım. Şu anda aileme, arkadaşlarıma ve Orange is the New Black’teki çalışma arkadaşlarımın çoğuna (ve artık sana da, sevgili okuyucu) açılmış durumdayım. Artık sette ya da yazarlar odasındayken kendimi iki doğru arasında sıkışıp kalmış gibi hissetmiyorum. Benim hikâyem dizide anlattığımız kurmaca hikâyelere tam olarak uyduğu için doğru yerde olduğumu hissediyorum: kendilerini bulmaya çalışan insanlar, zorlu yollar ve sonunda hepsinin geçmesiyle ilgili hikâyeler.

 

Şimdi anlatıp da diziyi berbat etmeyeceğim ama Orange is the New Black’in ikinci sezonu için yaptıklarımla gerçekten çok ama çok gurur duyuyorum. Beni koşulsuz sevgiyle sardıkları ve zaman zaman ihtiyacım olduğunda da kızdırdıkları (günler boyunca üst üste kapşonlu bir tişört ve beyzbol kasketi taktığım için birinin bana sivil polis mi olmaya çalıştığımı sorması gibi) yazarlar odasında kendim olabiliyorum. Sette her şeyi yaşadım: Bir kadına âşık oldum, hayatımı baştan sona ekranda izledim. İkinci sezonun yayını için çalışmayı hızlandırdığımız şu günlerde, hayatımı herkesin önünde yaşamak benim için artık sorun değil ve kendimi özgürleşmiş hissediyorum. Ben mükemmel değilim. Cesur olmaktansa rahat olmayı tercih ederim. Beni onaylayıp onaylamadığınızı umursamıyorum çünkü böylece kendimi her zaman iyi hissediyorum. Yani durum böyle. Bu benim hikâyem, karışık, biraz farklı ve sürekli yeni zorluklarla mücadele içinde, ama böyle olduğu için gerçekten minnettarım. Nasıl olursa olsun, kendi hikâyenizi kabullenmenizi ve sevmenizi şiddetle öneriyorum. Söz veriyorum, denediğinize değecek.

 

Kaynak: Mic.com


Etiketler: kadın
İstihdam