10/10/2006 | Yazar: Kaos GL
Önceki sayımızda yayınladığımız ‘ABD’de Gey ve Lezbiyen Ergenlerin Psikiyatrik İstismarı’ başlıklı yazı üzerine alevalatlı e-grubunda Atila Demirkasımoğlu ile sosyal psikolog Üstün Öngel arasında aşağıdaki yazışmalar gerçekleşti. Yazarların onayıyla aktarıyoruz.
Önceki sayımızda yayınladığımız ‘ABD’de Gey ve Lezbiyen Ergenlerin Psikiyatrik İstismarı’ başlıklı yazı üzerine alevalatlı e-grubunda Atila Demirkasımoğluile sosyal psikolog Üstün Öngel arasında aşağıdaki yazışmalar gerçekleşti. Yazarların onayıyla aktarıyoruz.
KAOS GL
From: Atila Demirkasımoğlu
Date: Sun Jul 28, 2002 3:17
Subject: Re: (Alev ALATLI) escinsel ergenlerin psikiyatrik istismari
Sevgili Üstün Öngel,
Eşcinselliğin dünyada, giderek arttığını görüyoruz. Bunun eşcinselliğin yaygınlaşması mı yoksa varolanın görünür olması mı anlamı taşıdığının ayırdına varamıyoruz. Kültürlerarası farklılıklar, benim ölçümlerim yok bu nedenle sübjektif değerlendirmelerim olacak, gözetildiğinde, ki bunda açık toplumlar da olduğu kadar kimi kapalı toplumlarda da eşcinsel bilinirliği yüksek, bir yaygınlaşmanın varlığından söz etmek daha doğru olacak gibi görünüyor.
Tıp eğitimi sırasında gerçekten de, bizler de, eşcinselliğin bir psikiyatrik hastalık olduğu yolunda bilgiler aldık. Bilim de kimi zaman tıpkı hukuk gibi güç ve kültürel ve ticari bağlantılar karşısında gerçeklerin sınırlarını yeniden çizebiliyor. Her anlamda güç, tanım ve kuralları değiştirebiliyor.
Doğrusu benim kanım, eşcinselliğin, sosyal boyutu ve haklar boyutu sonra konuşmak üzere bir yanda, insan evriminden bir sapma olduğu yönünde. Bu sapmanın normal ya da patolojik oluşunun tartışılması ayrı bir alan.
Eşcinselliğin varolan güçlerine karşın bu gücün kısmiliği de bir gerçeklik. Eşcinsellerin görünür sayısının artması ve giderek organize olmasının getirdiği birçok yeni durum var. Güçlerinin kısmiliğiyle birlikte, giderek artan etkinlikleri ve gelişen insan hakları ve de demokrasi muhalif kanatta yer almalarını getirdi.Öyle ki, eşitlikçi bir dünyanın somut belirtilerini taşıyan öncü ve güçlü bir oluşum oldukları bile iddia ediliyor. Her farklılığın özgürlüğün içinde addedilmesi ve sanattan felsefeye, edebiyattan politikaya özgürlük öncüleriyle haklı ya da haksız gerekçelere yaslanan yan yana olmaları yenileşme ve ilerleme cephesinde görünmelerine yol açıyor.
Söylediğim gibi ben normal insan evriminden bir sapma görmenin yanında, kanım ya da öngörüm de sağlıksız bir sapma olduğu yönünde. Eşcinseller hakkındaki kanılarımı gelecek doğrulasa bile, hakları ve yaşamlarının sürmesi ile ilgili karşılaştıkları zorlukları kabul etmekteyim.
Eşcinselliğin oluşumu ve "doğası" hakkında öncelikli olmak üzere, sosyal psikolojisi üzerine görüşlerinizi ileterek bizi bilgilendirmeniz mümkün mü? Öte yandan ülkemizde bu konu üzerine, sağlıklı bir toplum geleceği adına bugünden atacağımız adımlar neler olabilirle ilgili varsa düşüncelerinizi öğrenmek isterim.
Sevgilerimle
Atila Demirkasımoğlu
***
Kimden: Ustun Ongel
Kime: ...@yahoogroups.com
Tarih: 29 Temmuz 2002 Pazartesi 16:35
Konu: Re: (Alev ALATLI) escinsel ergenlerin psikiyatrik istismari
Atila Demirkasimoğlu: <
Atila bey, tahmin ediyorum ki siz tıp eğitiminizi, eşcinselliğin "hastalık" kategorisi olarak DSM'den çıkarıldığı 1973 yılından sonra aldınız. Bu tahminim doğruysa, Kaos GL'deki yazıda vurgulanan durum gerçeği yansıtıyor diyebiliriz; yani, DSM'den çıkarılmış olsa bile (ki aslında "Cinsel Kimlik Bozukluğu" tanısıyla aynen devam ediyor durum) değişen pek bir şey yok.
<
"Sapma" denilen şey, "normalden sapma"dır zaten. Dolayısıyla eşcinselliği bir "sapma" olarak gördüğümüzde, otomatik olarak, "normaldışı" ve "patolojik" olarak da görüyor olmaz mıyız? Bir "ara-kategori" olarak "sapma"yı kullanabiliriz der misiniz yoksa?
<
Önce şunları söyleyeyim: Birincisi, "sağlıklı toplum" benim uzak durduğum bir tanımlama. İkincisi, eşcinsellik üzerine konuşmayı daha ziyade eşcinsel yönelimli insanlara bırakmayı daha "ahlaki" buluyorum ("ethics" karşılığı "ahlak" diyorum). Üçüncüsü, ikincinin bir uzantısı olarak, eşcinsellikle ilgili konuştuğumda ("konuştuğumda" derken "sözel sohbeti" kastediyorum, yazıyı değil), eşcinsel yönelimli arkadaşların bundan pek de hoşlanmadığını görüyorum, zira, bazı değinilerim, bilhassa eşcinselliğin oluşum sürecine dair yorumlarım, pek kabul görmüyor bu arkadaşlar tarafından (çünkü, eşcinselliğin oluşum sürecini ele aldığınızda, heteroseksüel gelişim sürecini "normal" kabul ettiğiniz sonucu doğduğunu söylüyorlar).
Ama sizin samimi ricanızı geri çevirmek de istemiyorum. O nedenle, kısaca düşüncemi iletmeye çalışayım.
Eşcinselliğin oluşum sürecine dair yazmadan önce, şu cümlenizi bir çıkış noktası olarak kullanmak isterim, izin verirseniz (artık izin vermeseniz de yapıyorum ya!...):
<<Öyle ki, eşitlikçi bir dünyanın somut belirtilerini taşıyan öncü ve güçlü bir oluşum oldukları bile iddia ediliyor.>>
Evet, buna yürekten katılıyorum. Eşitlikçi bir dünya derken, erkek dünyasının siyah-beyaz bayağılığını bir nebze de olsa sarsan bir yanı var eşcinselliğin. Ben, bilhassa, eşcinselliği, cinsiyet rollerinin, sadece "cinsel faaliyet/cinsel ilişki" düzleminde ele alınmasına karşı bir manifesto olarak da görüyorum (eşcinseller, tam bu içerikte bir manifestoya dönüştürmemiş olsalar da ben böyle görme eğilimindeyim). "Cinsel kimlik", "cinsiyet rolü", sadece cinsel faaliyete indirgeyerek ele alınamaz kanaatindeyim; elbette, cinsel faaliyeti de kapsar, ama ona indirgenemez.
Eşcinsel yönelimin oluşum sürecine baktığımızda, evet, sosyal psikolojik açıdan, yani ebeveyn-çocuk ilişkisi/iletişimi açısından bazı özellikleri gözlemlediğimi söyleyebilirim (ama kapsamlı bir araştırma/inceleme yapmış da değilim bu konuyla ilgili; açıkçası, niyetlenmekle birlikte, biraz çekiniyorum bu konuya fazlaca burnumu sokmaya).
Fakat, ilerlemeden önce, ayrıca önemle vurgulamak isterim ki, küçük yaşlardan itibaren hakim eşcinsel yönelimi taşıyan kişiler bir yana, ileri yaşlarda herhangi bir şekilde kısmen veya tamamen eşcinsel yönelimi geliştirmenin de mümkün olduğuna inanıyorum. Varoluşsal bir seçim olarak bunun yaşanabileceğini düşünüyorum.
Benim sosyal psikolojik gözlemlerime gelince... Dediğim gibi, bu gözlemlerim, küçük yaşlardan itibaren eşcinsel yönelimi hakim olmaya başlayan kişilere ilişkin gözlemler...
Özellikle basitleştirdiğimden değil, ama bana oldukça basit görünüyor aslında. Kimlik ve cinsel kimlik oluşumunun, en önemli unsurlarından başlıcası, "özdeşleşmedir". Çocuk, yakın çevresinde (öncelikle ailesinde) ilişki içinde olduğu kişiler üzerinden kişiliğini kurar, dolayısıyla da kimliğini oluşturur. Örneğin, klasik anne (örneğin, ev işleri yapan; "dışarıda" çalışsa da ev işlerini üstlenen) ve klasik baba (örneğin, ev işleri yapmayan) ile büyüyen bir çocuk, kabaca bu özellikleri taşıyan bir kişilik kuracaktır. Böyle bir ailede büyüyen bir erkek çocuk, erkek olmanın öncelikle babasında gördüğü bu özelliklerle yüklü olduğunu düşünecektir (elbette, ergenlik dönemi sonrası, reşit olduğunda ve olgunlaştığında bunu sorgulaması ve bambaşka bir kişilik geliştirmeye yönelmesi gayet mümkündür; zordur ama mümkündür). İşte, eşcinsel yönelim, bu "özdeşleşme" sürecindeki bir "farklılıktan" kaynaklanıyor kanaatindeyim. Genelde gözlemlediğim tablo, özdeşleşme kurulacak bir babanın kimi zaman hiç olmaması (ölüm, boşanma veya uzun iş seyahatleri veya uzun çalışma saatleri...), kimi zaman da varlığını ciddi bir sertlik içinde çocuğa hissettirmesi, üstelik bu sertliği sadece çocuğa değil, anneye de yöneltmesi ve aynı zamanda annenin, erkek çocukla çok yakın/derin bir ilişki içinde olması. Sayısız örnek biliyorum, anneyle birlikte ev gezmelerine giden, örgü ören, ev işi yapan, daha doğrusu "kadınlığa" yüklenen birçok özelliği öğrenme sürecinde benimseyen.
Ara not: Dikkat ettiyseniz, erkek çocuğun eşcinselliğini örnekleyerek konuyu irdeliyorum. Niye? Niye olacak, erkek egemen toplumda erkeğin eşcinselliği "meseledir", kadının bu alanda da pek "adı yoktur"; ve neticede, ben de kendi kimliğime de uygun düşen şekilde, daha iyi bildiğim erkek çocuğun gelişimine, eşcinselliğine öncelik veriyorum.
Devam edeyim... Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığım "özdeşleşme" modeli, aslında bir dönem itibar edilen, sonrasında nedense gözden düşen bir model aynı zamanda. Psikiyatrinin de devreye girmesiyle, "genetik" modellemeler daha bir öne çıkıyor son yıllarda. Eşcinseller ise, gördüğüm ve takip edebildiğim kadarıyla, eşcinsel yönelimin "nedenlerinin" kurcalanmasını istemiyorlar. Neden diyorlar heteroseksüelliğin nedenlerine bakılmazken eşcinselliğin nedenlerine bakılıyor. Eşcinsel yönelimin nedenlerinin araştırılmasının, bu nedenler ortadan kaldırılırsa, eşcinsellik de ortadan kalkacaktır şeklinde bir öngörüsü olduğunu da belirtiyorlar. Açıkcası, onlara katılmadan edemiyorum. Ama şimdi gördüğünüz üzere, belki de ilk kez, Atila beyin kanıma girmesi yüzünden, yazıyorum da.
Eşcinsel yönelimin oluşma sürecinin incelenmesi, heteroseksüel yönelimin oluşma sürecinin incelenmesinden farklı bir anlam taşımayabilir mi, emin değilim. Çünkü, eşcinsellerin itiraz ettiği gibi, her kim ki eşcinsel yönelimin oluşum sürecine dair konuşacak olsa, neticede şunu diyor: Bakın işte, bu gelişim sürecinde şunlar şunlar olmasa, yapılmasa, şu hatalara düşülmese, kimse eşcinsel olmaz.
Ben bunu dememeye çalışıyorum ama becerdiğimden de emin değilim. Emin değilim, zira, galiba ben de, Atila bey gibi olmasa da, erkek çocuğun ağırlıklı olarak anne üzerinden (veya babaya tepki dolayısıyla veya babanın yok oluşu nedeniyle), kız çocuğun da ağırlıklı olarak baba üzerinden kimliğini oluşturmasının, bu kişilerin beden-zihin-duygu üçlü dengesini kurmasını ciddi anlamda zor kılan bir yanı olduğunu düşünüyorum.
Ama şunu da söylüyorum yakın zamanlarda: Eşcinsellik, siyah-beyaz dünyaya ciddi bir tokattır ve iyi ki de vardır.
Belki bu sayede zamanla, klasik erkek-kadın kalıp rollerinin kırılmasına şahit oluruz ve çocuklarımızı, daha kadınsı özellikleri taşıyan erkekler, daha erkeksi özellikler taşıyan kadınlar olarak yetiştirebilmeyi de beceririz.
Şimdilik bu kadar diyeyim...
Muhabbetle,
Üstun Öngel
***
Sevgili Üstün Öngel,
Sapmayı, ana koldan ayrılma olarak düşündüm. Ana kolla ilgili bir öncü ya da akıncı girişim anlamında değil tabii. Ara kategori olarak düşünmedim. Ciddi bir "evrimsel" farklılaşma olabilir mi den yola çıktım sanırım. Eh klonlama çalışmalarından sonra bu anlamda da özellikle değerlendirilmeyi hak ediyor gibi :))
Sağlıklı toplumu, belirlenmiş ancak kısmi ve hem de öngörülür çıkışları taşıyabilen sınırlı bir alan olarak değerlendirmiyorum. Aslında sizin itirazınızı değerli buluyorum. Ancak daha genelde de yapılan bu tür itirazların kavramların statikliğine ve düşünebilmenin önüne geçmesine neden olan kurumsallaşmış ve bu nedenle bürokratikleşmiş gücüne karşı koymanın ötesine geçip, kavramların özünü de yok saymasını ve yok etmesini doğru bulmuyorum. Hem de bu düşünce dünyasında yolumuzu kaybetmemize yol açar endişesi taşıyorum. İtirazların ve muhalefetin haklı gerekçelerden yola çıkıp farklı adlarla benzer bir düşünsel oligarşi kurmasına yol açabileceğini de unutmamalıyız. Kavramları ve onların içeriğini dinamikleştirip zenginleştirerek sınırlayıcılı ve her anlamda köleleştirici etkilerinden kurtarabiliriz. Bir de itiraz ve muhalefetin haksız ve dayanaksız gelişimine de, muhalefet ve itirazın sağlığı açısından engel olmalıyız. Çünkü muhalefet "yansıtma" ve "yönlendirme"den bayağı nasipleniyor.
Eşcinsellik üzerine konuşmanın, eşcinsellere bırakılmasının etik olacağı düşüncesine ise "hiç" katılamıyorum. Bunun eşcinsellerin çeşitli nedenlerden kaynaklanan mağduriyetlerine ve ayrıca eziklik ve dışlanmışlıklarına, eşcinsellikle ilgili gelecek ne olursa olsun, temel oluşturup kurumsallaşmaya yol açtığını düşünüyorum. Bu kurumsallaşmanın ise etkileşime kapalılığa yol açıp yapıcılığa değil yıkıcılığa, hem en çok da onlar adına, yöneleceğini düşünüyorum. Öte yandan, bilinmezliğini hâlâ sürdüren "eşcinsel doğasının" -en azından henüz adına-eşcinsel olmayanları da ilgilendirdiğinin reddinin anlamsızlığına dikkat çekmek isterim. Yani gettolar mı isteniyor ve bu sağlıklı mı? Tıpkı uyuşturucu bağımlılarına kısmen yapıldığı gibi. Eşcinsellerin, eşcinsellikle ilgili konuşmalardan rahatsızlığını anlayabiliriz ama bu anlamaya teslim olamayız diye düşünüyorum. Diğer yandan bu rahatsızlık, mutluluk demiyorum, eşcinsellerin dış etkenleri bi kenara koymamıza engel haklı bir gerekçesiz barışık bir kimlik sağlayamadıklarının bir işareti olarak değerlendirilebilir mi? Doğal olanın tanımını bir guruba, burada eşcinsellere, bırakmanın önünü açmıyor mu? Bu ön açma sonrası yasakçı değil mi?
Erkek ve Kadın eşcinselliği konusunda, erkek egemen toplumda erkek eşcinselliğinin "mesele" olduğu düşüncesine de katılamıyorum. Ülkemizde olduğu kadar dünyada da erkek eşcinselliğinin yaygınlığı, kadın eşcinselliğinden, eğer yanılmıyorsam, daha fazla. Aynı zamanda diğer pek çok konuda olduğu gibi eşcinsellik anlamında da erkek eşcinselliğini, kadın eşcinselliğinden daha "öncü" sayabiliriz sanırım. Bir diğer veri de erkek biseksüelliğinin kadın biseksüelliğinden yaygın oluşudur. Belki de "mesele" olmada gerçek neden, kadın cinselliğinin gelişmiş olmasına karşın erkek cinselliğinin fakir oluşudur. Kadın eşcinsellerin, eşcinsellik açılım ve getirileri anlamında erkek eşcinsellerin gerisinde kalıp oldukça daha muhafazakâr kalmaları da hem "mesele"nin nedeni olabilir hem de eşcinselliğin toplumsal geleceğinin heteroseksüel birikimi ve de oldukça geriden kopyaladığının bir işareti olabilir. Tabii böyle bir cepheden bakınca eşcinselliği "gerici" saymakla haksızlık etmemiş oluruz gibime geliyor. Aslında bana göre temel sorun; erkeklerin gelişmiş erkek, kadınların da gelişmiş kadın olma sürecinde diğer gelişimlere göre geride kalmasıdır. Ben üniseksleşmeyi, -birbirini anlama ve tanıma hem de karşılıklı bağımlılık geliştirerek özgürleşme olmayıp ondan tamamen farklı bir şey olan- birbirine benzeşmeyi totaliter ve faşist bir yönelme olarak görüyorum. Muhalefetin cazibe çukuru işte tam burası oluyor. Ve bilinen hem de modern evrensellik, her geçen gün bu çukura daha çok batıyor. (Yeni dünyanın yeni güneşi işte bu nedenle batıdan değil Avrasya bozkırlarından çıkacak, azıcık Türkçülük yapayım dedim, dedim de temelsiz de söylemiyorum aslında ama bu şimdi benim sınırlarımı aşıyor)
Cinsellik konusu oldukça önemli bir konu. Bugün hemen herkesin hem isteyip hem aynı zamanda reddettiği bireyselleşmenin aslında cinselliğin tohumlarından yeşerdiğini söyleyebiliriz. Cinselliğin gerçek bir deney alanı "da" sayabileceğimiz eşcinsellik konusu, sağlayacağı verilerden yararlanarak, toplumsal gelecek adına sosyolojik ve siyasal açılımları yaratıcı düşünceyi tetikleyip öngörme şansımızı arttırma özelliğine sahip.
Şimdi yoruldum ve biraz dağıldım. Umarım sonra devam edebilirim.
Sevgilerimle
Atila Demirkasımoğlu
***
Sevgili Üstün Öngel,
Önce bir düzeltme ile devam edeyim. Gerici saydığım, eşcinsellik değil, eşcinsellikçiliktir. Eşcinselliği ise genetik ve sosyolojik bir artık olarak görüyorum. Jared Diamond, "Seks Neden Güzeldir?" kitabında insanın cinsel evrimini anlatırken, uzun uzun hayvanların cinsel yaşamından da kesitler sunuyor. Buradan edindiğim kanı, türün devamı işin temeli. Eşeysel üreme öncesi dönemin, sonrasına sarkan genetik ve sosyolojik sürdürücülerinin etkilerinin, insanlarda da, hayvanlarda da sürdüğüdür. Yani eşcinsellik ve biseksüellik eşeysel üreme öncesi kalıntılardır. Genetik ve sosyolojik stres altındaki canlılar ve canlıların bir parçası insanların, stresin artmasıyla geçmişe yönelip kalıntılara zemin hazırlamasına boyun eğen DSM sınıflamalarının, Yeni Dünya Düzeni Şemsiyesi altına girişe hümanistik bir açılım sağladığını söylemek politik bir yaklaşım gibi değerlendirilebilir. Ancak ne erkeklerin kalıntıları duran içinde süt kanalları bulunan memelerinden emzirmeleri ne de klitorisin uzatılması ya da her ikisinin aynı anda aynı insanda sağlanması bilimin laboratuarlarında henüz sağlanamadı. O zaman evrimin ana kolu ile tali kollarını ayırmayı ve bunu günün gerçekliğinin önüne getirmeyi politik görsek de, faydalı bir eylem sayabiliriz.
Jared Diamond, Sperm Savaşları kitabında anlattığına göre-ben kitabı okumadım. Türkçe’ye çevirisi yok. Dinledim- tecavüze uğrayan kadınların hamilelik olasılığını düşük, tecavüz sırasında hoşlananların hamilelik olasılığını hoşlanmayanlara göre yüksek bulmuş. Yine sevgi duyulan eşten hamile kalma olasılığını, sevgi olmayanlara göre yüksek bulmuş. Tabii bu, sevgi gibi ölçülüp elle tutulup gözle görülemeyen bilimsel verilerden yoksun etkenleri de politik bulmaya devam edebileceğimizi zorlaştırmakta.
Bilinenin dinileşmesinden kurtulan özgürler, bilinmezlikte başkaları tarafından dinileştirilecek alan yaratma uğraşına devam ediyorlar. Galiba bu hep böyle sürecek.
Değişim yeni dinamikler ortaya çıkarıyor. Bu dinamikleri önceden görmek topluma etkileşimin taraflarından biri olma şansını verebilir. Eğer bunu başaramazsak tek taraflı etkilere sadece reaksiyoner tepkiler verip hem toplum hem de insanlık adına zihinsel küçülme ve türün yok oluşu ile güneşin ışınlarının sonlanmasından önce karşılaşma riskini üstleneceğiz demektir.
Tarihi bilgiler bizlere bozkır toplumlarında eşcinsel yaşama dair veriler sunmuyor. Bu verisizlik, bozkır yaşamına dair bilgilerin genelde eksikliğinden kaynaklanabileceği gibi, bozkır yaşantının içinde genelde eşcinselliğin olmadığından da kaynaklanıyor olabilir. Ben bunun nedeni olarak, aile ve toplum yapısının özgür ve eşitlikçi özelliğinin, sağlanan diğer gelişmelerin gerisinde olmayışına bağlıyorum.
Erkek ve Dişi arasındaki denge, durağan bir niteliğe sahip olmadığından, hem her birinin kendi kendine hem de aralarındaki birlikteliğin etkileşim zenginliğinin geliştirilmesi başarılamazsa, dengesizliğin yaratacağı stres, gelişmenin gerektirdiği stresin ötesine taşarak, birbiri içine geçen alanların ortaya dökülmesine neden olacaktır. Bu ise türün devamı için biyolojik üreme amaçlı çiftleşmeden başlayıp yavruya ve oradan topluma ve doğaya uzanan bütün alanlarda her bir etkenin ve varlığın konumunun değişmesine yol açacaktır.
Ömrün uzamasının etkisinin dışında gelişme ile üremenin azalışının başka nedenleri de vardır. Gelişmiş ülkelerde ve özellikle batı toplumlarında görünürde hazza fiksasyon gösteren yönelmenin de getirdiği cinsel çeşitlenme, dinamik ithal eden toplumsal güçlerimizin farkında olmadan ülkemize taşıdığı bir süreç olarak, önümüzdeki yıllarda yaşayacağımız ve tartışacağımız konulardır. Ahlak ve etiği, dini alana sıkıştıran fakirliğimizi aşamazsak, sosyal depresyon içinde etkilenmeye açık hale gelip, evrene kapalı hale dönüşeceğiz. Ama bu böyle olmayacak!
Sevgilerimle
Atila Demirkasımoğlu
Kaynak: Kaos GL, Eylül - Ekim 2002, Sayı 12
Etiketler: