05/01/2016 | Yazar: Kaos GL
Gizem Karagüzel’in 10. Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda Sıçrayan Midilli rumuzuyla yer alan Eşik isimli öyküsü: ‘Kurtarıcı arayışınıza devam, aynada yansıyanı reddederken nasıl da bağırıyorlar, nasıl da duymuyorsunuz.’

Gizem Karagüzel'in 10. Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda Sıçrayan Midilli rumuzuyla yer alan Eşik isimli öyküsü: “Kurtarıcı arayışınıza devam, aynada yansıyanı reddederken nasıl da bağırıyorlar, nasıl da duymuyorsunuz.”
Dışarı çıkmıştı. Hava diğer birkaç güne nazaran daha güzel ve güneşliydi. Bugün 27 yaşına basmıştı Zeynep. Üniversiteden mezun olalı tam dört yıl olmuştu.
Her şey değişiyordu, değişmek zorundaydı, değişim kaçınılmazdı. O da değişiyordu, tam da şu an bu düşünceler aklından geçerken dahi. Bir aydır bu şehirdeydi ve en az yirmi iş görüşmesi yapmıştı. Sonuç mu? Sonuç: koca, güzel bir hiçti. Kafasındaki hesaplardan biri diğerini hiç durmadan takip ediyordu ama bir sonuç alamıyordu. Gerçek anlamda özgür olduğunu düşündüğü tek yer olan düşüncelerinde bile özgür olamadığının farkına varması vurucu olmuştu. Şu an oturmakta olduğu o kafede sesinin çıkmasını istiyordu, sokakta yürürken, metrodayken var olup olabileceği tüm ortamlarda. Bağırıyordu, insanların yüzlerine bakarken, sokaktan geçenleri izlerken, hem onlara hem de kendisine. Sinirliydi çünkü, içinde hiç geçmeyen bir sinir hali hakimdi, her şey değişir ve geçerken, uzun süredir devam eden bu hâlin geçmiyor oluşuna katlanamıyordu. Bunca plan, onca çaba. Etrafa bir göz gezdirdikten sonra kararını verdi. Korkmuyordu, deli olduğunu düşünebilirlerdi. Öyle ya... Peki ne değişirdi diye düşündü: deli olsaydı ne değişirdi? En azından bir şey düşündürmüş olabileceğinden ötürü kısa bir mutluluk anı yaşadı ve tebessüm etti. İçinde büyüttüğü ses tam da o an dışarı sızmaya başladı. Etraftakilerle ilgilenmiyor, sadece düşüncelerini içinden atmakla ilgileniyordu. Ve o konuşmaya başladı:
"Birisi size bağırma eylemiyle alakalı bir şeyden bahsettiğinde, gözünüzde canlanan sahneyi az çok tahmin edebiliyorum, lakin bahsi geçen eylem bundan çok öte. Sağlıklı ses tellerine sahip oluşunuz, sesinizi duyurmak için yeterli mi sanıyorsunuz? Kavranışı bu kadar kolay mı sanıyorsunuz? Karşınızdaki sizi duymak istemediği sürece, hiç durmadan bu eylemi yapıyor oluşunuz size hiçbir şey vermeyecektir ve bu güne kadar verdiği görülmemiştir. Çünkü bunların altında yatan tek bir gerçek var, o da tavır. Kişi ne ile yaşayabileceğini bulmalı, potansiyelinin farkına varmalı" dedi ve bir süre sustu.
Yeniden etrafına baktı, herkes ona bakıyordu, kimileri şaşkın, kimileri dalgacı, kimileri telaşlı... Kimileri de ciddi anlamda arkasından neler gelebileceğini veyahut devamı gelip gelmeyeceğinin merakı olan bakışla bakıyordu. Konuştukça daha iyi hissediyordu, o an için anlaşılıyor olup olmamakla ilgilenmiyor, yalnızca konuşmakla ilgileniyordu. Kovulabilirdi ama korkmuyordu işte, devam etmek istiyordu. Kovulana kadar devam edecekti. Hatta kovulsa dahi kapının önünde durup devam edebileceğini düşündü. Ses tonunu çok yüksek tutmuyordu, kendi kendisiyle konuşuyor ama aynı zamanda karşısında biri varmışçasına... Biri yoktu, birileri vardı.
Devam etti:
"İnsan yaşarken her şeyin yolunda gitmeyeceğinin bilincinde olarak, en azından bir şeyin yolunda gitmesini ister. Siz o bir şeyi buldunuz diye düşünelim, şanslı mısınız? Başkalarının, olmanızı istediği şeyin bir önemi var; aslında yok, bunun hiçbir önemi yok ama o duruma getirdiler. Sürekli savaşma zorunluluğu. İyi de savaşmak istemiyorum. Bunu bir söylem olarak dile getirmek bile korkunç rahatsız ediyor, tiksiniyorum. Hiçbir türlü "savaş" adı altında bir şeyin içinde bulunmak, bunun yakınında dahi olmak istemiyorum. Varoluş algısı kolay, anlamlandırması güç bir şey" dedi ve yeniden sessizliğe büründü bardağının dibinde kalan soğumuş çayını yudumlarken. Hem öylesine gergin, hem de öylesine rahatlamıştı ki bir tane sigara yaktı. Etraftakiler ses çıkarmıyor sadece izliyorlardı. Sadece seyirci olarak, ses çıkarabilir miydiniz? Gözleriniz ses verebilir miydi olaya? Vermişti işte. Garson, patronu çağırmıştı, patron yanına geldi ve ona ne yaptığını sordu. Cevap vermedi, sadece bir noktaya odaklanmış biçimde sigara içmeye devam etti. Patron garsona hesabı götürmesini söyledi, çünkü tepki gösterenler olduğu gibi göstermeyenlerde vardı. Tavrını mekanın geleceği için dengede tutması gerektiğini düşündü. Hesabı ödedi, yavaşça toparlandı. Çıkışa doğru yöneldi. Kafeye gelecek olanların girişini engellemeyecek şekilde kendine kafeyle sokak arasında eşiktelik kurdu ve bir yer edindi, orada durmasına da karışamayacaklarını düşündü. Bağdaş kurup yere oturdu, bir sigara daha yaktı ve konuşmaya devam etti:
"Her şey iyi gidemez, kötü de aynı zamanda, yaşam zıtlıklarla var oluyor, en kabul edemediğimiz en net gerçeklik belki de. Bunu kabul edememe sebebimize gelince; canlılığı bir bütün olarak düşünemiyor, düşünmek istemiyor oluşumuz. Bas bas bağıran egosantrik görüşle beraber, kişi kendini dünyanın merkezine koydu: bizim gibi düşünmeyen bizden değildir. Siz? Biz? Canlılık? Bu dünyada kaç milyon insan yaşıyorsa hepsi farklı ama biz benzerlikleri seviyorduk. Benzerlikler kolaydır, işleri kolaylaştırır ve yormaz bizi. Farklı olandan endişe ediyorduk, düşünme çabası ölümcül bir yoruculuğa sebep olurdu ve bunun yaşanmasını istemezdik. Ne gerek vardı... Toplum olarak bizi yoran şeylerden hiç hoşlanmayız, hele ki düşünmekten. Çünkü düşünebilen korkutur.
Sokakta, şu an yanınızdan geçen yaşam alanlarını mahvettiğiniz, dili dışarıda, yeni doğum yaptığı için memeleri sarkmış, bariz bir şekilde aç ve susuz kalmış o canlıyı görüyorsunuz, işitiyorsunuz. Ama ne görmek ne işitmek istiyorsunuz. Neden isteyesiniz ki? İnsanlar aç, insanlar ölüyor. 'İnsan olmak' önemli ki size göre, hayatınız boyunca kandırıldınız hem de kendiniz tarafından. Siz hiç 'insan' olamadınız. Karşıt düşünceye tahammül edemediğiniz, sizin gibi düşünmeyen herkesi yok edemeyeceğiniz gerçeğini aptalca hazmedemediğiniz, insanların neden öldüğü, neden aç kalmış oluşunun sebebinin o canlıya olan tavırda, ona değer verilmediği için size verilmediğini kavrayamadığınız; her şeyi bir görev gibi benimseyip, makineleştiğiniz, korkmamanız gereken her şeyden korktuğunuz, farklılıklardan beslenme yerine, onu anlamını bilmediğiniz bir şekilde eleştirmeye kalktığınız, tüm bu etkenleri sıra dışı yapabilecekken sıradanlaştırdığınız, sığlaştırdığınız, yüzyıllardır süregelen ve iyiye yönelik hiçbir değişime imkan vermeyen şiddet eylemlerinin içinde canla başla, hiçbir yerde ve hiçbir şekilde olmadığınız kadar şuursuzca var olduğunuz için. O canlıya bırakın su veya yemek vermeyi, korkutmadan yanından geçip gitmesine izin veriyor olmanız bile tüm dünyayı etkileyebilecek bir şey olduğunun, bir an olsa anlayabilmenizi isterdim. Ona karşı olan iyi ya da kötü anlamdaki tavır, tüm dünyayı etkiler. Kurtarıcı arayışınıza devam, aynada yansıyanı reddederken nasıl da bağırıyorlar ve nasıl da duymuyorsunuz."
Yürümeye başladı, gününü bitirmişti.
Etiketler: kadın