19/09/2006 | Yazar: Osman Elbek

‘Eğer kendi özgür cinsel yönelimleri olan bu insanlara kim kaybetmiş de birileri bulmuş olan "Ahlak" penceresinden bakmıyorsanız, eğer nereden bulunduğu bilinmez ama her olayda önümüze temcit pilavı gibi gelen "Türk Aile ve Ahlakı"na uyar mı uymaz mı demiyorsanız, kimin tekelindedir bilinmez ama devletin tekelleştirdiği "Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma"ya karşıysanız ve de normal kime denir kim normalin sınırlarını belirler, neden heteroseksüeller normaldir de homoseksüeller değildir deyip yeni dünyada hepimize dayatılan "Normal"lere karşıysanız Kaos GL tam size göre.’ Dr. Osman Elbek’in kaleminden.

‘Eğer kendi özgür cinsel yönelimleri olan bu insanlara kim kaybetmiş de birileri bulmuş olan "Ahlak" penceresinden bakmıyorsanız, eğer nereden bulunduğu bilinmez ama her olayda önümüze temcit pilavı gibi gelen "Türk Aile ve Ahlakı"na uyar mı uymaz mı demiyorsanız, kimin tekelindedir bilinmez ama devletin tekelleştirdiği "Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma"ya karşıysanız ve de normal kime denir kim normalin sınırlarını belirler, neden heteroseksüeller normaldir de homoseksüeller değildir deyip yeni dünyada hepimize dayatılan "Normal"lere karşıysanız Kaos GL tam size göre.’ Dr. Osman Elbek’in kaleminden.

KAOS GL

Dr. Osman Elbek, Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi


Eşcinsel, lezbiyen, gey, biseksüel, homoseksüel, travesti,...

Neler hatırlatır bizlere bu sözcükler, gözlerimizin önüne hangi hayaller gelir travesti denince, en yakınımızdaki kişinin gey olduğunu öğrenince ne yaparız...

Benim asıl merak ettiğim böylesi cinsel yönelimlere "sapıklık" gözüyle bakan bir grup ortaçağ adamının dışındaki heteroseksüel insanlar ne der homoseksüellere veya başka bir deyişle örneğin travesti kelimesi ne imgeler yaratır biz heteroseksüellerde?

Galiba bu sorunun karşılığında çoğumuzun akıl dağarcımızda yanan imgeler; kendini jiletleyen insanlar, polisten kaçan kadın görünümlü erkekler, bedenini satanlar, "can can"da muayeneler, seks, pornografi, AIDS, falçatalar, saldırgan garip insanlar olsa gerek.

İşte hepimize bir fırsat: KAOS GL.

Eğer kendi özgür cinsel yönelimleri olan bu insanlara kim kaybetmiş de birileri bulmuş olan "Ahlak" penceresinden bakmıyorsanız, eğer nereden bulunduğu bilinmez ama her olayda önümüze temcit pilavı gibi gelen "Türk Aile ve Ahlakı"na uyar mı uymaz mı demiyorsanız, kimin tekelindedir bilinmez ama devletin tekelleştirdiği "Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma"ya karşıysanız ve de normal kime denir kim normalin sınırlarını belirler, neden heteroseksüeller normaldir de homoseksüeller değildir deyip yeni dünyada hepimize dayatılan "Normal"lere karşıysanız Kaos GL tam size göre.

Ne var Kaos GL'de?

Gey ve lezbiyen araştırmaları dergisi olan Kaos GL, altı yıldır bir şekilde hayatını sürdürse de son üç sayıdır dergi formunda iki ayda bir yayınlanıyormuş. Hemen söyleyelim bu bilgiyi öğrendikten sonra çok utandım. Bu ülkede "solcu", "özgürlükçü", "eşitlikçi" geçinmekteyim ve de "toplumların özgürleşmesinin bireylerin özgürleşmesi ile ancak başarılabileceğine inanmaktayım", hal böyleyken bile özgürlüğe adanmış bir dergiyi altı yıl sonra fark etmekteyim. Galiba bizim gibilerin oldukça fazla kendisini sorgulaması lazım.

Hemen belirteyim ki bir çoğumuzun düşündüğü gibi pornografik resimlerin yer aldığı, bilinçaltındaki seks düşüncelerinin boy gösterdiği, sabah akşam ne görsek de "tahrik" olalım ve "bu işi" yapalım diyenlere hitap eden bir dergi değil. O halde bazılarınız bana sorabilir; "Eee ne var dergide?" Öyle ya biz Muhtar'dan sadece kendini jiletleyen, bedenini satan, camları kıran, polisin elinden kaçan eşcinselleri gördük. Bunlar başka bir şey yaparlar mı? Bunların dünyada başka dertleri var mıdır? Neden bedenlerini satmak zorunda kaldılar? diye hiç düşünmedik veya daha doğru bir deyişle tekelleşen bu medya bize bu işin başka yönleri olabileceğini hiç DÜŞÜNDÜRTMEDİ. Galiba her konuda da en önemli sorunumuz bu: Ne istiyorlarsa onu düşünüyoruz.

Sizleri (bu dergiyi yaratanların hoşgörülerine sığınarak) Kaos GL'in sayfalarında bir gezintiye çıkarmak istiyorum:

Derginin hemen iç sayfasında hepimizi, her sorunumuzu o meşhur "ümmetten millete dönüş" temasına indirgeyebilen Attila İlhan'a karşı ayakları sağlam olarak yere basan bir yazı karşılıyor. Sonra tanıtım ve bir giriş yazısının ardından o meşhur üçüncü sayfaya. (Bu meşhur üçüncü sayfaya en sonda değineceğimden dolayı şimdilik pas geçiyorum.) Peşi sıra 1995 yılında Cambridge Üniversitesince basılmış olan "İbne Teorisinin Yapısökümü" yazısı ibne kavramını irdeleyerek bilgi denizimizde yeni ufuklar açıyor. Ardından kimi isimli kimi isimsiz kişisel, özgün ama bir o kadar toplumsal yapıyı sorgulayan yazılar geliyor. (Herhalde insanın kendi yazısına isim koyamadığı bir toplumda yaşıyor olmasının ne acı olduğunu söylemeye gerek yok. Yazıları okudukça öğreneceğiniz gerçekler bir yana, sadece bu durum bile ne kadar geri bir toplumun yurttaşları olduğumuzun kanıtı değil mi?) Bu yazılar arasında özellikle değinmek istediğim bir yazı var: "Kabızlaşmış Ruhlar Diyarında Bir Gezinti", "Tanıklık" adıyla yazılan bu yazıda kendi deyimiyle "rüzgara işer gibi yaşayan" bir travestinin Bayrampaşa Cezaevi ERKEKLER bölümünde başına gelenler anlatılıyor. Yazı her ne kadar bir travestinin başına gelenleri anlatıyor ise de, aslında yazılanlar bu ülkede yaşayan hepimizin her an başına gelebilecek türden. "Tanıklık", nasıl bir ülkede yaşadığımızın fotoğrafını çekmekle kalmıyor, hepimize yeri geldiğinde hiç çekinmeden "Yumruklarını meze, tükürüklerini içki" diye sunanlara karşı nasıl direnebileceğimizin de ipuçlarını veriyor. Özgürlük ve eşitlik ne yazık ki daha bize çok uzak. Bu saptamam üzücü ve acı olsa da kabul etmek gerekir ki gerçek. Ama tek umudum senin gibi insanların varlığı "Tanıklık". Bu uzun koşuda senin gibilere çok ihtiyacımız var. Dahası, senin gibilerin bizlere öğreteceği daha çok şey var.

Bu yazının dışında Kaos GL'de Murathan Mungan'ın "Yalnız Bir Opera" şiirinin edebi bir analizi, "Bu Kimin Hayatı?" ve "Kadın Mısın, Erkek Misin?" adlı oyunun arka planı üzerine değerlendirmeler, özel bir sektörde eşcinsel olarak çalışabilmenin zorluğunu yaşayan Ahmet'in izlenimleri, "Yabancılık" konusunun Kafka ile iç içe işlendiği bir deneme yazısı, "Başıboş, sahipsiz yapayalnız, düşkün, yoksul, bitkin, umarsız, çükmüş, yıkılmış, kepaze, uyku bilmez, gözünü kırpmayan, her şeyi derinlemesine algılayan, aşırı duyarlı kendi başına meczup ve toplum tarafından itilmiş sokak serserisi, mürşide ermiş, münzevi" anlamlarına karşılık gelen "Beat Kuşağı" üzerine ciddi tespitler, bol şiir (bu kadar eşcinsel iyi şairin olduğu bir ülkede şiirsiz bir eşcinsel dergisi düşünülebilir mi?), A. Galip tarafından "Aşk" üzerine irdelemeler (eline sağlık A. Galip aşk'tan bahsetmek ne güzel, oysa ki hiç konuşmuyoruz değil mi aşk'ı), "inceden inceden" değil "kalından kalından" Güzin Abla eleştirisi, eşcinsel öykü ve haberler ve daha birçok şey.

Ve final, "Bu İşte Bir Terslik Var" isimli yazı ile geliyor. Yazıda yeni dünyanın renkli ambalajlarla bizlere sunduğu ve hepimiz için yaşamanın anlamı haline getirdiği tüketim kültürüne sağlam bir eleştiri ile bu çerçevede enerji "sorununu" sorgulayıp "Dünyayı bir ticarethane olarak gören" ideolojinin Seattle ve Bergama'da aldığı yenilgilere atıfta bulunarak NÜKLEER ENERJİYE HAYIR diyen o müthiş deklarasyon. Bana söyleyecek bir şey bırakmıyor.

Bunlar bu dergi içinde var olanlardan bazıları, ya bu dergide olmayanlar:

Muhtar'ın yaklaşımı yok bu dergide, acı yok, delikanlılığın kitabı yok bu dergide, vıcık vıcık Şamdanvari pornografi yok, falçata yok, tüketim histerisini gıcıklayan reklamlar yok, televolevari rezillikler yok, egemen düşünceye yaltaklanmalar yok, ağız yalamalar yok, MİT ajanları yok, kısaca dünyayı ve insanların bizzat kendilerini hegemonyası altına almaya çalışan küresel saldırıdan eser yok. Aksine özgür cinsel yönelimlerini yaşayan insanların, hepimizi onun kölesi haline getiren normlara karşı özgür ve eşit bir dünya kurma çabası var. Ve de aşk'ın sınırlanamaz, kurallar altına alınamaz, zincirlenemez olduğunun yüzlerce kanıtını anlatan bi dolu yaşanmışlık var. Derginin sonunda elimde kalan özgürlük, eşitlik, hayatımızı sınırlayan egemen kurallara başkaldırı, normale isyan ve aşk aşk aşk, binlerce milyonlarca milyarlarca kere aşk, sınırsız özgür aşk. İşte özgürlüğe açılan kapı, işte kurtuluşumuz. Tıpkı derginin kapağında dendiği gibi; "Eşcinsellerin Kurtuluşu aynı zamanda Heteroseksüelleri De Özgürleştirecektir"

Son dört not:

İlki; bizim "sol" cenaha: "Sağ"ı anlarım amacı zaten statükoyu devam ettirmektir. Ama sizi anlamam, nedendir statükoda ısrarınız! Üçüncü bin yıla girdiğimiz bu çağda insanı özgürleştirecek, dünyayı sömürüsüz bir dünya haline getirecek yolun; hâlâ kol emeğine göre şekillenen "proletarya iktidarı"ndan mı geçtiğine inanıyorsunuz! Oysa ki bilmez misiniz ki "bütün iktidarlar, ister egemen, ister muhalif olsunlar, hegamonik ve totaliter"dir, bilmez misiniz ki biz bu öngörüyü kabul ettiğimiz için "sosyalist"iz ve bilmez misiniz ki amacımız özgürlüğün, aşkın, eşitliğin dünyasını kurarak insanı özgürleştirmektir. Nasıl başarabiliriz bunu bugünden farklı başka bir "iktidar" yapısıyla. Öte yandan ne anlatıyor sizlere Seattle? Neden görmüyorsunuz sistemin "küresel saldırısı"na karşı direnen ve içinde farklı toplumsal sınıfları barından "küresel dayanışma"yı? Ancak görmeseniz de bilin ki yarının dünyası bugünün dışlananlarının tümüyle kurulacaktır. Sosyalizm eğer sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya ise ve sosyalizm insanların birbirlerine karşı tahakkümünü ortadan kaldırmaksa, böylesi bir dünya sadece işçilerin değil, işçilerle birlikte emekçilerin, geylerin lezbiyenlerin, anarşistlerin, ekolojistlerin, köylülerin, travestilerin, feministlerin, hippilerin ve milyarlarca ezilen insanın isyanıyla varolacaktır. Bu kadar farklı toplumsal kesimin anlaşabilmesi için o toplumdaki bireylerin her birinin özgürleşmesi öncelikle gerekmez mi? O toplumdaki farklı bireyleri özgürleştirecek düşünsel devrimler ilk yapmamız gereken değil mi? O halde nedendir hâlâ birey olarak kurtuluşumuz için arar dururuz o anlı şanlı meşhur "işçi sınıfı"nı!

Ezilen, dışlanan, yok sayılan, hor görülen tüm toplumsal kesimlerin hayatlarını belli sınırlamalar altına almaya çalışan "sistemi" sorgulayabildikleri, vardıkları sonuçları hiçbir baskı altında kalmadan hayatlarında uygulayabildikleri ve bu yol ile kendisini ve yaşadığı toplumu özgürleştirebildiği kanalları yaratabilmek geleceğin demokratik sosyalizmi için vazgeçilmez bir ön koşulsa, nedendir hâlâ "zincir"lerde ısrarınız!?

İkincisi; orda burda kendilerine yabancılaştıkları halde "sol" adına sözde kendilerini "dava"ya adayanlar, duyun sesimi ve Kaos GL'in mektuplar köşesinden Kar Tanesi'nin yazısını okuyun, okumakla yetinmeyin başkalarına okutun, asın duvarınıza yazıyı ve her sabah yeniden yeniden okuyun. Belki o zaman anlarsınız "dava adamı" olmanın anlamını.

Üçüncüsü; isterdim ki tabip odasında ortak bir amaç için çalışırken veya bu meslek örgütünün herhangi bir yerinde özgürlükçü ve eşitlikçi bir dünya için bir tuğlayı bir tuğlanın üzerine koymaya çalışırken bir gey, bir lezbiyen, bir travesti veya bir biseksüel meslektaşımla aynı amaçlar için ter dökeyim. Aynı anı paylaşsak, beraber bölüşsek bir ekmeği, güzel bir çabanın sonunda ortaya çıkan mutluluktan birlikte ortak paylar alabilsek ve bir kadeh şarap eşliğinde Nazım'dan ve Küçük İskender'den hep beraber dizeler mırıldanabilsek...

Sistemin dışladığı, ezdiği ve yok etmek istediği tarafta olduğumuzun bilinciyle özgür ve eşit bir dünya için hep beraber karşı çıkabilsek statükoya. İşte kanımca eksik olan tarafımız: Farklılıkları, dışlanmışlıkları istesek de kucaklayamamak.

Dördüncüsü ve sonuncusu; bizim diyemiyorum "sistem"e veya başka bir deyişle toplumsal kuralları belirleme yetkisi olanlara: Kaos GL, kapalı zarf içinde satılıyor. İşte meşhur o üçüncü sayfada bunun nedeni anlatılıyor. Neden basit: Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu dergiyi "sakıncalı" bulmuş ve dergiyi poşetlememiş daha da ileri giderek dışardan hiç görülmemesi için "zarf"lamış. Kitapevlerinde zarf içinde satılıyor ve derginin kapağında "küçüklere zararlıdır" ibaresi taşıyor. Derginin içeriğini ve yaklaşımını düşündüğümüzde neden yasaklandığı ortaya çıkıyor. Özgürlükçü ve eşitlikçi bir dünya özlemi içinde bulunan herkes gibi Kaos GL de payına düşeni almış ve "zarf"lanmış.

Sistem açsından bakılınca doğru bir karar, onları "kutluyorum". Bu noktada bizlere düşense bizim dünyamıza ulaşabilmek için her iki ayda bir çıkan dergiyi daha çok sayıda kişinin satın alması ama hemen zarftan çıkartıp ve zarfı yırtıp herkesin göreceği yerlerde okuması ve başkalarına ulaşabilmesi için de bir trende bir otobüste veya bir derslikte "unutması".

Kaynak: Kaos GL, Haziran – Temmuz 2000, Sayı 4

Etiketler:
nefret