08/01/2016 | Yazar: Kaos GL

Querelle filmindeki tüm karakterler aslında incitilmiş ve dışarıda bırakılmıştır.

Fassbinder Sinemasında Queer Yansımalar: Querelle Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Querelle filmindeki tüm karakterler aslında incitilmiş ve dışarıda bırakılmıştır. Bu nedenle kendi anlamlandırma arayışlarında hiçbir toplumsal düzenlemeye tabi olmaksızın hazlarına biçim vermeye yönelirler.

Betül Yeniçeri, Kaos GL Dergisi’nin Queer Çalışmaları dosya konulu 144. sayısına yazdı:

Yeni Alman sinemasının dikkatleri üzerine çeken üretken ismi Rainer Werner Fassbinder, savaş sonrası Almanya’da geçirdiği sıkıntılı çocukluk döneminin sonrasında avangard Münih Aksiyon Tiyatrosu’nda tiyatro yönetmenliği yapmıştır. Fransız yeni dalgası, Brecht, Douglas Sirk vb. yönetmenlerden etkilenerek sinemaya adım atan Fassbinder, Angst essen Seele auf isimli çalışmasıyla 1974’te büyük başarı kazanmıştır. Filmde Fassbinder her filminde olduğu gibi zekice kurduğu diyalogları vasıtasıyla orta yaşlı alman bir kadın ile, gurbet işçisi bir genç arasında geçen gerçekleşmesi olanaksız ümitsiz bir aşkı en içtenliğiyle, yalıtılmışlık, ayrımcılık ve bağlılık üzerinden anlatır. 41 film yöneten Fassbinder’in yaşamı da filmleri kadar dikkat çekici ve tartışmalı olmuştur. Bu nedenle medyanın da yoğun ilgisini üzerinde toplayan Fassbinder trajik karakterleriyle, diyalogları ve girift konularıyla itibar kazanmış Hans Günther Pflaum, Fassbinder’in vefatının ertesinde hayatını ve sanatını konu alan “Ich will nicht nur, dab ihr mich liebt- Der Filmemacher Rainer Werner Fassbinder” isimli belgeseli yapmıştır. Fassbinder aynı zamanda Krzysztof Kieslowski, John Waters gibi yönetmenleri de yakından etkilemiştir.

Fassbinder önemli çalışmalarından In einem Jahr mit 13 Monden, 13 Aylı Bir Yılda (1978) dayanılması güç zamanlar geçiren bir transseksüelin trajik öyküsünü anlatır. Fassbinder, 13 Aylı Bir Yılda’nın hem senaryosunu yazmış, yönetmiş, tasarlamış, kurgulamış ve filmi aynı zamanda kendisinin en otobiyografik, kişisel yapıtlarından birisi haline getirmiştir (334-335). Fassbinder 13 Aylı Bir Yılda’da olduğu gibi hiçbir filminde bu kadar büyük bir özgürlükle hareket etmemiştir. Fassbinder’in meslektaşlarından büyük bir çoğunluğu kazandığı paraları gayrimenkule ve benzeri varlıklara yatırırken Fassbinder parasını, hiçbir biçimde onay ya da destek fonu alamayacağı filmlere yatırdı. 13 Aylı Bir Yılda, Frankfurt’ta bir kentte cinsiyet değiştirmiş bir erkeğin hikayesini anlatır. Fassbinder her filminde kullandığı insani ilişkilerin satın alınabilirliği üzerine görüşüne en çok bu filminde vurgu yapar. Eleştirmenlerce bu film  Fassbinder’in aynı zamanda kendi iç çatışmalarını aşma yönünde girişimlerinin de denemesidir (Pflaum, 1993: 49).

Görüşüme göre zaten Fassbinder eleştirmediği, hayatında değmediği hiçbir noktaya da dokunmaz. Fassbinder taraf tutmaksızın eleştirilerini büyük bir açıklıkla tüm formları yıkarcasına yöneltir. İşte bu nedenle de Fassbinder’in Querelle karakterini queer bir karakter olarak incelemek anlamlı olacaktır. Queer terimi acayip, tuhaf, garip vb. anlamlara gelmekle birlikte aynı zamanda norm olan alanın dışında kalanlara, evrensellik iddiasının reddine, tekil bir öze gönderme yapmamaya işaret eder. Queer, normu madde haline getirerek tüm tekil varoluşları düşünmeyi sadece “normal” bir örnek üzerinden yaparak onunla belirlemeyi eleştirir ve karşı çıkar. Toplumsal ya da tarihsel olarak kurulan normlar/yaptırımlar iktidar tarafından inşa edilmelerinin yanı sıra onların ontolojik olarak ve insan doğasında biçim alan bir zorunlulukları da yoktur.

Judith Butler’ın 1990 yılında yayınladığı Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi isimli kitabı queer teorinin temel eserlerindendir. Butler, bu eserinde Foucault’nun toplumsal cinsiyete yönelik çalışmalarını geliştirerek toplumsal cinsiyet ve heteroseksüelliğin doğallaştırılmış normatif modellerini ele almıştır. Butler, toplumsal cinsiyeti bireyin doğal kimliği olarak yaşadığı bir performatif etki olarak değerlendirirken, toplumsal cinsiyete dayalı kimlik kategorilerinden “kadın” kavramının feminist siyaset için bir gereklilik olarak görülmesine karşı çıkmıştır. Butler’a göre, herhangi bir kimliği temel olarak kullanmak mevcut toplumsal cinsiyet ilişkilerinin norma dayalı ikili yapısını sürdürmek anlamına gelecektir. Toplumsal cinsiyet ona göre, biyolojik cinsiyetin bir uzantısı değil mevcut heteroseksüellik içinde yapılandırılmış söylemsel bir pratiktir. Butler, toplumsal cinsiyetin etkisinin belirli bedensel eylem, jest ve hareketlerin stilize edilmiş tekrarı aracılığıyla “toplumsal zamansallık” içinde yaratıldığını söyler (1990:141). Toplumsal cinsiyet kimliğine ulaşmak için onun normlarını oluşturan ve devam ettiren davranış kalıplarını uygulamamız gerekir. Performativite kavramı çoğunlukla performans göstermek olarak yanlış algılanmaktadır. Eğer öyle olsaydı hiçbir kimliği, mevcut toplumsal cinsiyet sistemi kapsamında düşünmeyerek, elbise bulur gibi bir kolaylıkla seçimden ibaret olduğu anlamına gelirdi.

Fassbinder’in Querelle karakterini queer olarak nitelendirmemin nedeni onun süreç içerisinde değişen, dönüşen sabit olmayan yapısıdır. O maddeleşen bir bedenden çok performanslarıyla bu maddeleşmeyi eriten bir karakterdir. Özellikle çalışma açısından önemli olan ve çalışmanın sınırını oluşturan bir Jean Genet romanından yola çıkılarak çekilen Querelle (1982) isimli yapımdır. Querelle, başlangıçta izleyiciyle buluştukları durumundan, filmin sonuna doğru gerçekleşen süreçte büyük değişime uğrar. Asla sabit olmayarak özellikle de altını çizmek istediğim süreç içerisinde hangi yönden bakılırsa bakılsın değişen bir forma sahiptir. Bu karakteri tek bir bakış noktasından ele alarak anlatmanın, kimliklere sıkıştırmaya çalışmanın zorlama bir uğraş olacağı ortadadır. Çalışma açısından ve düşünce evrenimde de olmak üzere queer, kardeşler arası ilişkiler, ölüm, yalnızlık ve varlık üzerine getirilen sorular önem taşımaktadır. Bu noktaları açmadan önce Fassbinder sinemasının bazı yönlerine değinmeyi sürdürmek yerinde olacaktır.

Fassbinder’in kendisi de eşcinsel olduğundan belki de biraz da bu sebeple eşcinselliği ve eşcinsel ilişkileri sıklıkla beyaz perdeye taşıyor, bu ilişkilerin olanaksızlığı üzerine değil de daha çok toplumsallıktan kaynaklanan problemlere göndermelerde bulunuyordu. Fassbinder açıkça politik filmler yapmadığı gibi herhangi bir politik fikrin yansıtıcısı olarak filmler yapan yönetmenlerden de hiçbir zaman olmamıştır.

Tüm genç Alman sinemacılarda olduğu gibi Fassbinder de sinemanın anlatım kalıplarını aşarak onlarla daha başka neler yapabileceğinin arayışına girmiş, o güne kadar sinemanın sahip olduğu kalıpları sarsmış, yeni anlatım biçimleri geliştirme amaçlı filmler ortaya koymasının yanı sırada ülkesinin ve toplumunun eleştirdiği çürümüş yanlarını da sergilemekten çekinmemiştir. Onun sineması ne tam anlamıyla cinselliğe büyük yer veriyor ne de tümüyle politik/toplumsal filmler ortaya koyuyordu. “Güçlünün Yasası” filmindeki eşcinsel ilişki trajik bir şekilde biten eşcinsel bir ilişki olsa da onu olanaksız kılan klasik ahlaksal ya da cinsel varsayımları onaylama yönünde değil farklı toplumsal sınıftan iki bireyin içinde bulundukları duruma işaret ediyordu. Film bir proleterin yüksek kesimden arkadaşı tarafından kişiliğiyle, parasıyla ve de cinselliğiyle nasıl sömürüldüğünü diğer bir değişle ezen-ezilen ya da sömüren-sömürülen ikiliğinin temel temayı oluşturduğunu gösterir. Kısacası filmde Fassbinder, Alman toplumunun ekonomik yapısına işaret ederek onun beslendiği sömürü kaynaklarını resmeder (Dorsay, 1986: 147-150).

Fassbinder sinemasında mekan kullanımının ayrı bir yeri vardır. Onun mekanları genellikle dar, kapalı ve gökyüzünü göstermemekte kararlıdır. Querelle ve Petra Von Kant’ın Acı Gözyaşları’nı izlerken filmlerin mekanlarının sanki bu dünyanın dışında konumlanmış olduğu izlenimine kapıldım.Bu yönetmenin aynı zamanda filmin dekorlarını oluştururken seçtiği her bir parçanın anlamını da düşünmeye sevk ediyor. Sözü geçen filmler boyunca kendinizi yönetmenin kurguladığı odalarda, onun düzenlediği eşyalarca, oyuncuların mimiklerine yön veren şekillendirici dokunuşuyla, Fassbinder filmde yer almamış olsa bile sanki orada bir yerden size bakıyormuş hissi uyandırıyor. Mekan konusuna yeniden dönmek gerekirse Fassbinder zihnini odalara ayırır ve bunları kimi zaman geçekten de bir oda kimi zamansa bir gemi ya da üzerinde yürünen bir yola dönüştürür. Ancak izleyici fark edebilir ki ne ortada bir gemi, ne bir yol, ne de bir oda vardır. Aslında bunun o kadar da önemi yoktur. Fassbinder’in Querelle’da seçtiği diyaloglar elbette ki rastgele seçilmiş diyaloglar değildir. Dilin içine sızmış iktidar yapıları bir görünüp kaybolurcasına birbirleriyle yarışır. Bu konu Fassbinder üzerine yazılabilecek başka bir metnin konusudur ancak oldukça ilginçtir. Diyaloglar kimi zaman ısrarcı, kimi zaman hayal dünyasından fırladıkları gün gibi ortada yaratıcı, dönüştürücü, çarpıcı sözlerdir. Bu diyaloglar gibi bir dünya da yaşasaydık, elbette o zaman kurguya da yer ve gerek kalmayacaktı.

Fassbinder yaratıcı dil oyunlarına girişir. Bu konuda oldukça başarılı olduğu gibi üzerinde sıklıkla düşündüklerini yansıtır, belki de hiç düşünmediklerini. Bu açıdan onlar yaratıcı eylemlerin bir anda parlamış, alev almış çocukları gibi durur. Öncesinde iyice dolmuş, birikmiş bir kaynaktan tüm normlara karşı koyan, bunu yaparken de zaman zaman normların sınırlarını kendi yöntemleriyle alaya alan yaratıcı eylemlerdir bunlar. Ancak sonu ölümle, yıkımla sonuçlanır. Belki de, ölüm de bir benlik arayışının yanılsaması gibi devamlı kendisini hatırlatarak boş uğraşlara sevk ediyordur.

Bechtold, fiziksel açıdan sınırlı, kamera yüksekliğinden, görüntü düzenlemesine kadar bilinçli bir şekilde seçilerek elde edilen sinamatografik iç mekânları bu ortamlarda devingenlik gösteren kişilerin birer iç yansıması olarak görmektedir. Ona göre, toplumsal ya da kültürel kurallar bütününe yabancı olanlar ve de aynı zamanda bu kurallara karşı uyumsuzluk içerisinde olanlar dışlandıklarından, Fassbinder bu dışarıda bırakılmanın bir ifadesi olarak bu tarz mekanları kullanma yoluna gitmiştir. Fassbinder’in seçtiği mekanlar kişilerin özgürleşerek kendilerini bulabilecekleri mekanlarda değildir. Bu sebepten dolayı Fassbinder’in kahramanları her türlü kimlik arayışından başarısızlıkla çıkarak ölümle, şiddetle, cinayet ya da intihar şeklinde karşılaşır (Bechtold, 1993:6). Var olan sistemi normsuzluklarıyla tehdit eden, içerilmemiş olan, kendisinden beklenen “normal” bir cinsel tutumu sergilemediğinde dışarıda bırakılmanın en sert cezalandırıcı şekillerinden birisi olan ölümle yüz yüze gelir.

Querelle (1982)

“Her erkek sevdiği şeyi öldürür. Kimi bunu sert bir bakışla yapar.Kimi yağlayıcı bir sözle. Çoğu bunu öperek yapar.” (Oscar Wilde – Ballad Of Reading Gaol)

“Yet each man kills the thing he loves”, Jeanne Moreau’nun Querelle’de söylediği bir şarkıda bu dizeleri sıklıkla tekrar eder. Bu balad sevdiği bir kişinin ölümünden sorumlu olan ve şimdi hapishanede ölümünü bekleyen bir adamı anlatır. Fassbinder özellikle son zamanlarına yaklaşırken Jean Genet’in romanı Querelle ile yoğun olarak ilgilenmiş etrafında sezinledikleriyle duyduğu korku onu yeniden bu romana yönlendirmiştir. Başlangıçta Querelle başka bir yönetmenle yapılması kararlaştırılmasına karşın maddi sebeplerden dolayı ertelenir. Fassbinder filmin yönetmenliğini alarak onu en kişisel çalışmalarından biri haline getirir. Querelle, gangster-melodramlarındaki erkek dünyasıyla açılış yaparak şiddet dolu geçici ilişkilerde anlam bulmaya çalışan çaresiz arayışları, yalnızlığa boğulmuş bedbaht karakterlerle anlatır. Fassbinder’in filmin mekanına yönelik yapaylığı, dış dünyadan kopmuşluğu belki en açık şekilde belli ettiği filmi Querelle’dır (Pflaum, 1993:61).

“Cinayet fikri genellikle denizi ve denizcileri düşündürür. Bu fikri doğal olarak takip eden şey aşk ya da cinsellik fikridir.”

Querelle Fransız bir denizcidir aynı zamanda, kardeşi Robert’ın Feria Barı denilen bir genelevin patronunun karısının sevgilisi olduğunu öğrenir. Genelevin patronunun ismi Nono’dur. Nono’nun karısının ismi ise Lysiane’dir. Lysiane kimi zaman Nono’da kadınsı bir şeyler sezer özellikle de “bu tatlı ve aptalca hareketleri yaptığı zaman”. Nono iri yarı ve korkulası görüntüye sahip bir adamdır. Nono’nun en büyük özelliği zar atmasıdır. Zar oyununda kazanırsa, zar attığı adam onunla beraber olmak zorundadır. Filmin başından sonuna kadar Querelle’ın Subayı kayıt cihazına Querelle ve gözlemledikleri hakkında konuşur. Fassbinder’in sorgulamaları ve karakterlerin anlam arayışları da tam bu noktada başlar.

Ses Kaydı:

“Bir zamanlar çarpıntılarımdan kaynaklanan yalnızlığımdan çok çektim. Nedeni vücudumun karşısındaki cüretkarlıkları ve güçleriyle beni sarsacak bu erkeklere sarılacak olmam. Her ne kadar inanmaya cesaret etmekte zorlansam da gözyaşlarımla Tanrı’ya bana bu büyük mutluluğu bahşettiği için şükrediyorum. Gözyaşlarım beni yavaşlatıyor. Yanaklarımdaki ıslaklarıyla eriyorum. Dönüp duruyorum. Bu erkekler ve onların sığ yanakları için şefkatin dalgalarında yuvarlanıyorum.”

“Querelle’in büyük tutkusu kendi vücudu kısacası. Tıpkı kendini, kendi görüntüsüyle yansıtması gibi Sanki kendine bir büyütecin ardından bakıyor. Bir etimolojist gibi anlık olayları inceliyor.Ama gururlu hareketlerinin şanıyla o vücudu nasılda parlar?”

Querelle, genelevin barında Nono’nun yardımcısı Polis Mario’nun buz gibi bakış ve tavırlarıyla karşılaşır. Mario bardaki dekorun bir parçasıdır. Querelle bar sahibinin sıra dışı gücü ile polisin güzelliği arasında kalır.Ve aynı zamanda bu iki yüzde de gördüğü gerçek rekabetle daha önce hiç karşılamadığı üzerine düşünür.

“Mario’daki otoritenin varlığını hissettim. Onun tarafsız davranışlarını fark ettim.Tarafsızlık bütün gücün yoldaşıdır.Meydan okunması, güç-ahlak otoritesine karşı hakimiyet sağlar.Mükemmel bir toplumsal kurumdur.”

Querelle kendisinin bir canavar olduğu fikrine alışkın değildir. O sadece genç bir adam olarak hayatının ortasında yalnız başına olmanın acısının ne demek olduğunu bilmektedir.

Ses Kaydı:

Belki aşk bir katiller mağarasıdır. Eğer bu gerçekse Querelle beni bunun içine mi sokacak? Ve ben Querelle’e beslediğim duyguların içinde boğulma vakti geldiğinde benim için çalan bir alarm olacak mı?Kendi yalnızlığının içinde izole olan subayın içinde uyanan denizci Querelle duygusu ayakları suyun üzerinde dinlenen apocalipsis meleğiyle karşılaştırılabilir bir figürdü.Nasıl ateşli arzuluyorum Querelle’i.Bu soylu görüntüsünün arkasındaki kaba herifi dışarı vurması için.”

Querelle kendisinin de mücevherleri olduğunu ama onları kimseye göstermediğini söyler. Bu sırada kendisi gibi bir denizciyi öldürür. Artık kibirlilerin gerçek kahramanı haline gelmek üzeredir. Querelle kendi kaderini kovalarken aynı zamanda onu bekleyen tek bir sona, kendi arzusu ve kendi kaderi gibi görünen bir sona doğru yol almaktadır.

Ses Kaydı:

“Querelle yalnızken onun için çalan davul ve kavalları dinledi. Ölü içi olan vazifesini. Kendini erdemlilikle sarıp sarmaladı ve bir meleğin gelmesini bekledi. Querelle, açık olmayan bir şekilde her şeyin daha bitmediğini hissetti.Hala sonuncu formaliteyi gerçekleştirmesi gerekiyordu.Kendi infazını yerine getirme.”

Querelle ve kardeşi arasında film süresinde tek olmayacak bir kavga sahnesi yaşanır. Bu kavga sahnesi daha çok iki sevgilinin kavgasını anımsatır. Kardeşler birbirlerine şunları söyler:

“Seni kendimden daha çok seviyorum. Nefretim sadece bir giz perdesi. Bu tehlikeli melankoli beni sana yaklaştırıyor. Benim savaşlarım ikimizi ayırıyor. Benim felaketimin ismi güneş. O gölgeler içinde kayboluyor, sen üzerime atlıyorsun. Gecenin mezar kazıcılarını arıyorum. Barikatlar kuruyorum. Kahkahalarım beni hapis tutuyor. Seni benden ayırıyor. Sen güzelsin. Sen de güzelsin. Bu mükemmel bir birlik içinde kendilerimizi kaybetmemeliyiz. Av köpeklerini ve kurtlarını üzerime sal. Her kavga sana acı verici bir ışıkla taç giydiriyor. Cesaretini kaybetme, çalış.”

Kardeşler birbirlerine yönelik olarak karşılıklı yok etme tehlikesi çağrışımında bulunduğundan birbirlerini öldürmek isterler. Bu öldürme eylemi yasayla yasaklanmış olsa da öldürme dürtüsünün saldırgan bir oyuna ya da rekabete dönüştürülmesi beklentisi vardır. Freud, olmayan bir şeyin bilinç dışında temsil edilemeyeceğinden yola çıkarak ölümün bilinçdışında bir temsili olmadığını söyler. Ona göre iğdiş edilme anlamına gelen kayıp fallus ölümü temsil etmektedir. Çocuk ölümü öğrenmeye başladığı gibi aynı zamanda kardeşini de öldürmemesi gerektiğini öğrenir. Ancak çocuk daha en başından kardeşin varlığını öznenin kendisinin ölümü olarak algılamaya başlar (Mitchell, 2011:36). Kendisini “hiç kimse”ye dönüştüren yeni kardeşin doğumuna başlangıçta çocuk sırf kendisine benzediğinden dolayı sevinse de varlığında kendisini yok edeni öldürme isteği duymaya başlar. Çocuk kardeşine karşı hem hayranlık hem de öldürücülüğü eş zamanlı olarak içinde barındırabilir (Mitchell, 2011: 38).

Querelle ile kardeşi arasındaki ilişkide ölüm dürtüsünden, yaşam dürtüsüne geçildiğini görürüz. Ancak bu  o kadar da keskin bir geçiş değil, her an dengesi bozulabilecek bir ritüeldir. Yukarıdaki diyalogda nefretin aşka dönüştüğü görülse de kardeşini seviyor olmasının nedeni kendi yaralarını kapatma, kendini onarma isteği olabilir.

Ses Kaydı:

Onu seviyorum. Bütün çalışanlar canımı sıkıyor. Neden bir denizci olamıyorum ki. Rüzgarda ayakta duruyorum. Soğuk ve baş ağrım alnımı sıkıştırıyor. Ve bana süslü bir taç giydiriyor. Büyüyorum ve eriyorum. Bir deniz kuvvetleri subayı. Genç bir adamken bu kariyeri seçerken bile denizcilik kariyerinin ne mükemmel bir savunma kanıtı sağladığının farkına varamadım. Kadınlar “neden evlenmiyorsun” diye sormuyor. Hayatımda yalnızca gelip geçici ilişkilerim olabildiğini ve hiçbir zaman gerçek aşkın olmadığını bildikleri için bana acıyorlar. Deniz ve yalnızlık. Kimse bana nişanlı olup olmadığımı sormuyor. Ne kendi yoldaşlarım ne de annem. Aşık olduğumdan beri disiplinci görevimi daha az yerine getirebilir oldum. Aşkım beni daha yumuşak başlı yapıyor. Querelle’a olan aşkım ne kadar artsa içimdeki kadın o kadar yumuşak başlı, belirgin ve hüzünlü oluyor. Çünkü istediklerini gerçekleştirmeyi başaramıyor. Bu garip iç dökmelerimin biri boyunca Querelle’le olan ilişkimi tanımlarken bütün bu kederlerin ve içsel mağlubiyetlerin ortasında sorunun ne olduğunu düşündüm.”

Querelle, Nono ile zar atar ve kaybetmesi neticesinde Nono ile birlikte olur. Querelle ona aşık değildir. Nono ise Querelle’in gücü yüzünden ona karşı bir küçümseme hissetmez. Nono bir erkeğe birinin nasıl aşık olduğunu anlamadığını söyler. Querelle ise bir erkeğe asla aşık olamayacağını söyler. Querelle’ın kardeşi Robert, Nono ile birlikte olduğunu duysa da buna inanmak istemez. Polis Mario bunun doğru olup olmadığını öğrenmek için Querelle’ı zorlar. Cevabı duyan Mario konuşmalarının ilerleyen dakikalarında “bana erkek olduğunu ispatlamak zorunda değilsin sen de biliyorsun ikimiz de erkeğiz” der. Querelle Mario ile olan arkadaşlığından memnundur. Bu sebeple Nono ile oyunlar oynama tutkusunu da kaybeder. Bu sırada Gil ismindeki adam iki cinayetten dolayı suçlanmaktadır. Birisi Poullette isimli Roger’ın kız kardeşini öldürmekle, bir diğeri de Querelle’ın işlediği cinayetin üzerine kalmasıyla ilgilidir. Ayrıca cesedin yanında Gil’in çakmağı bulunmuştur.

Ses Kaydı:

“Nasıl anlık bir arzu? Ben sadece arzuyum. Duygularımı tekrar gözden geçirdim ve mutlu hissediyorum. Doydum. Birilerini fethedebilecek büyülerim var mı? Nasıl o olabilirim? Bu basit duygu benim içimdeki bir erkeği dışa vuruyor. Bu nedenle Querelle’in karşısına bir aslan terbiyecisi olarak görünüyorum.”

Lysiane, Querelle ve kardeşi Robert arasındaki benzerliğin farkında ve aynı zamanda da bundan son derece rahatsızdır. Ona göre ikisinin hayatında kendisine yer yoktur. Lysiane kim olduğunu ve yerinin neresi olduğunu sorgular. Ona göre Robert, kardeşinin gözlerinde, ikisi de birbirinin içinde yaşıyordur. Kendisini odada değil kapıda gören Lysiane bu iki adamın hayatında yerinin olmadığını anlamıştır. Lysiane, Robert bir daha özgür olamayacak diye endişelenmektedir. Lysiane, Querelle ile de birlikte olur ve öncesinde umut eder ki denizcinin erkekliği Robert’ın kinden küçük olsun. İki kardeşin birbirine olan benzerliğini düşünürken hissettiği ilgi kendisini kaybetmiş hissettirecek kadar yüksek bir seviyededir.

“Kardeşini seviyor. Robert onun erkeği. Sanırım ilk gerçek olanı. Ama seviştikleri zaman geyler gibi yapıyorlar ve Lysiane geyleri küçük görür.”

Querelle, Gil’e kaçması için yardımcı olurken ilk kez bir erkeğe, Gil’e aşık olduğunu anlar. Böylelikle aşkın gönüllü bir şey olduğunu da anlar. Querelle’ın düşüncesine göre Gil’i sevmesi için kendi pasifliğini de yenmesi gerekir. Gil ise Querelle’ın suçunu üstlenecektir. Querelle aynı zamanda subayın kayıt cihazını da ele geçirir ve dinler. Subay Querelle’ın katil olduğunu biliyordur.

Ses Kaydı: 

Ama Querelle tarafından sevilmek Fransa’nın bütün denizcileri tarafından sevilmiş olmalıyım. Çünkü Querelle onlara göre, erkeksi ve saf erdemlerini simgeliyordu.Eğer denizcilerin kalbindeki bu fevkalade biçimli aşk ve korkunun otoritesini arzularsam o zaman bu otorite hissine karşı uyanık olmalıyım.Bana aşık olmalılar.Onların babası olmak ve onları yaralamak istiyorum.Onları lekeleyeceğim.Benden nefret edecekler.Onların acıları sayesinde, hep kalıcı olacağım.Daha fazla ve daha fazla, kusursuz güç duygusu varlığımı dolduracak.Şefkatime galip gelince, acıklı kostümüme büründüğümde güçlü ve üzgün olacağım.Biliyorum, Querelle’den asla ayrılmayacağım.Bütün hayatım ona adanmış olacak.

Özetle, Querelle filmindeki tüm karakterler aslında incitilmiş ve dışarıda bırakılmıştır. Bu nedenle kendi anlamlandırma arayışlarında hiçbir toplumsal düzenlemeye tabi olmaksızın hazlarına biçim vermeye yönelirler. Bunu yaparken de aslında kendilerini bekleyen sonun, yalnızlıklarının, ölümün bitmek tükenmek bilmeyen doyurulamayacak arayışlarının farkındadırlar.

Yukarıda filmden alıntıladığım diyaloglarda görüleceği üzere kimi zaman filmin karakterleri kendileri de ikili cinsiyet sisteminin kalıplaşmış yargılarıyla konuşurlar. Ancak süreç içerisinde, geçirdikleri karşılaşmalarla kendi ezberlerini bozar hale gelirler. Filmdeki karakterler adım adım ilerledikçe başka bir değişle giderek bilmekle lanetlenir hale geldikçe Fassbinder, düzenin saçmalığını, akıl almazlığını yüzümüze vurur hale gelir.

Çalışma için kilit karakterimiz Querelle’dır. Querelle, anlaşılırlığın çok dışında, kendisini kuran yasaya başkaldıran bir bedene sahiptir. Nasıl olması gerektiğine yönelik toplumsal cinsiyet bilgilerini altüst eder. Süreç içerisinde farklılıkları görerek, kendisini görme yetisi de daha çok geliştikçe Querelle’ı bir bütün olarak yakalamanın, kopya etmenin imkansızlığı da ortaya çıkar. Querelle aslında Lysiane ve diğerleri tarafından çok benzerlik kurulan kardeşi Robert’a da benzemiyordur. Lysiane ise bir bağımlılık ortağı olarak kimliğini Robert’ın eylemlerinde ve ihtiyaçları aracılığıyla bulmaya alışmıştır. Lysiane’ın benliği ötekiyle (Robert) birleşip kaybolur. Varlığının temel güvenlik kaynağı yok olduğunda kendini yenilmiş hissederek Querelle’ı suçlar. Lacan’ın “olanaksız özne” anlayışında olduğu gibi filmin karakterleri konuşarak karşısındaki kişinin yanıtında kendisini bulma arayışındadır. Bu noktada dilin içinde bir nesne haline gelinerek kendini yitirmek olasıdır. Bunu “ayna-imgenin” tutsaklığı olarak da tanımlayabiliriz. Bu aynı zamanda sürekli sürecek olan bir öteki arayışına da işaret eder. Ötekinin arayışında olmak kişinin kendi imgesini yitirdiği anlamına da gelir.

Querelle, bir süreç  içindeki (sinema bir süreçtir) bir oluşuma işaret ettiğinden queer’dir. Querelle kendi biçimini süreç içerisinde oluşturarak bir gösterinin parçası olmuştur. Bu gösteri bitmiş değildir, devam eder. Querelle’ın kendini görme becerisi sürekli değiştikçe beklenmedik olasılıklara açık hale gelir, görüşü ve görünüşü sürekli olarak değişikliğe uğrar. Her seferinde görülmeyen bir şeyi/yanı ortaya çıkar, kaybolur ve yeniden görünür. Bu oluş biçimi queer’in karşısında yer alan bitmiş, verili, tek oluş biçimlerinin çok ötesindedir.

Kaynakça:

Bechtold,G. “Beden ve Mekan”, Fassbinder Sinemasında Cinsellik ve Politika içinde, Kültür Bakanlığı İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı, İstanbul, 1993.

Borden D. Duijsens F. NTV Film Başvuru Kitapları, 334-335.

Butler, J. Gender Trouble: Feminism and the Subversion of Identity, New York and Londra: Routledge, 1990.

Dorsay, A. Sinemayı Sanat Yapanlar, Varlık Yayınları, İstanbul, 1986.

Mitchell, J. Kardeşler, Cinsellik ve Şiddet, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2011.

Pflaum, G.H. Her Yana Saldırıyorum, Hil Yayınları, İstanbul, 1993.


Etiketler: kültür sanat
İstihdam