16/12/2021 | Yazar: Oya Özgün Hazan
“Futbolun Nesi Güzel?” sergisi üzerine ressam Aslı Tanrıkulu ile söyleşi: Gurbetten kadın futbolcular manzarası…
Geçtiğimiz aylarda Ankara-Goethe’de üzerinde daha önce pek de çalışılmamış bir alanda bir sergi gerçekleştirildi. “Futbolun Nesi Güzel” temasıyla öznelerin kadın olduğu ve futbolun ardında kuytu köşelerde gizlenmiş cinsiyetçiliğin, ötekileştirmenin her türlüsünün sorgulandığı bir sanat üretimini gözlemledik. Başarılı ressam Aslı Tanrıkulu ve akademisyen Pınar Öztürk bu temaya hayat verdiler. Şimdi sizleri bu sergideki eserlerin sanatçısı Aslı Tanrıkulu ile yaptığımız söyleşi ile baş başa bırakıyoruz.
Ülkemiz için gurbet metaforu etrafında şekillenen birçok sanat yapıtına şahit olduk geçmişte. Beyazperdedeki Tunç Okan’ın “Otobüs”ü, Sinan Çetin’in Berlin In Berlin gibi yapımlarını bunlar arasında sayabiliriz. Sözü tuvale getirdiğimizde Turgut Zaim’in konar göçer olgusunu işlediği Yaylada Yörüklerköy kent zıtlığını buram buram gördüğümüz Nuri İyem’in Gecekondular Önünde gibi eserlerin de resim sanatında önemli kronolojik duraklar olduğu muhakkak. 21. Yy’ın adındaki gibi 21 yılı geride bıraktığımız şu süreçte Pınar Öztürk ile birlikte gerçekleştirdiğiniz “Futbolun Nesi Güzel” sergisiyle de sizi gurbet olgusuna bambaşka açıdan yaklaşan bir perspektifle gördük. Daha önce pek de sanatın malzemesi olmamış “Kadın Futbolcular” Üzerine yaptığınız eserleri inceledik. Göç olgusu özelinde kadın futbolcular temasını sizi işlemeye iten en önemli motivasyon ne oldu? Serginin hazırlık süreci nasıl gerçekleşti?
Bizim Pınarla bu sergi aslında üçüncü projemiz. Birlikte çalışırken güzel ürün çıkardığımızı biliyoruz. Nihayetinde Pınar akademisyen, ben sanatçıyım. İki farklı dünyadan hayata baksak da birbirimizin dilinden anlıyoruz, farklı bakış açılarımız tartışmalarımızı zenginleştiriyor. En önemlisi galiba beraber çalışmaktan büyük keyif alıyoruz. Bu son çalışmamızda amacımız bir alan çalışmasının edindiği konunun sanat yoluyla daha fazla tartışılmasına ve görünürleşmesine olanak tanımaktı, kadın futbolcuların hikayelerini dillendirebilmekti. Pınar doktoradan sonra Almanya’daki kadın futbolcular ile birlikte nitel bir çalışma yapmak için Berlin Humboldt Üniversitesinde misafir araştırmacı olarak gitti. Kendisi uzun bir süredir futbolun sosyolojik analizi üzerine çalışıyor; bununla birlikte futbol her ikimizin zaten gündelik konuşmalarımızın bir parçasıyken Almanya araştırmasıyla göçmenliği, aidiyeti, kadın futbolcuları, futbolun cinsiyetlendirilmiş anlamlarını daha fazla tartışmaya başladık. Almanya’daki alan çalışmasından hareketle anlattıklarını ben zihnimde canlandırıyordum. Kadınların deneyimlerini, anlatılarını, bir düşünceyi somut hale dönüştürebilir miydim? Amacım kadın futbolu ile ilgili bir sergi açmak değildi, amacım kadınların anlatılarına bir yandan teslim olurken bir yandan da özgürlüğümü sınırlamamaktı. Akademik bir makale ya da salt bir sergiden öte, alan çalışmasının verileriyle sanat nasıl buluşacak ve kadınların seslerini daha fazla insana nasıl duyuracağız sorusuna yanıt aradık. Temel endişemiz buydu ve serginin hazırlık süreci de bu soruya yanıt aramakla geçti. İlk yaptığım resmi hatırlıyorum belki 10 kez denedim, attım, tekrar denedim. Sonunda oldu. Yine de eksikti, o nedenle futbolcuların alıntılarıyla birlikte eserleri sergiledik. Türkiye’de bildiğimiz kadarıyla ilk defa kadın futbolu odaklı bir resim ve heykel sergisindeki eserler futbolcuların görüşme alıntılarıyla birlikte sergilenmiş oldu. Elbette, sosyal bilimler ile sanatın buluşması muazzam bir özgürlük sağladı.
Futbolun zihinlerde uyandırdığı kavram gerek ülkemiz için gerek dünya için daha çok ataerkil bir düzlem üzerinde şekillenir. Kadınların bu spora erişiminde türlü zorluklar önüne çıkar. İzleyici konumundan icracı konumuna geçtiğinde toplumsal cinsiyetin inşasına özgü yakıştırmalar devreye girer. Ötekilik hissi her zerresine kadar hissedilir. Sadece futbolda değil sporun her alanı için bunun geçerliliği ortada. Daha geçtiğimiz günlerde küçük yaştaki bir hentbol sporcusu olan Merve Akpınar’ın kendisinin ısrarla bu spora atılmasına karşın karşılaştığı engelleri anlattığı videodaki söylemleri ortada. Kadınların yaşadığı cinsiyet kaynaklı ayrımcılıkla birlikte lgbti+ların, engellilerin yaşadığı ötekileştirmeler de içinden çıkılması zor, çetrefilli bir konumda. Futbolun bunun da ötesinde sporun herkes için olduğunu nasıl anlatacağız insanlara? Bu dar kapı aralığından nasıl futbola erişim sağlama noktasında geçebilecek?
Tabii bu soru tam olarak benim uzmanlık alanım değil. Pınar olsa size uzun uzun anlatırdı. Bir izleyici olarak şunu söyleyebilirim ki spora ait her değer, meslek, söylem erkekler için ve erkekler üzerine kurulu. Tarih bunu gösteriyor. Günümüzde de medyasından spor salonlarına kadar hala erkeklerin hakimiyeti var. Tokyo 2020’ye neredeyse eşit düzeyde kadın ve erkek sporcu katıldığında sevinir olduk. Süper Ligdeki erkek futbol kulüpleri kadın futbol takımları kurduğunda sevinir olduk. Olması gereken aslında bu, yani sporu cinsiyetten bağımsız ele almak lazım, her insan cinsiyetinden, cinsel yönelimden ve ırkından bağımsız olarak spora katılım hakkına sahip olmalı ve sporla ilgili hizmetler eşitlik ve hakkaniyet göz edilerek insanlara sunulmalı. Sporun herkes için olduğunu bildiğim kadarıyla uzun bir zamandır uluslararası örgütler veya spor örgütleri zaten politikalarıyla güvence altına almaya çalışıyor. Mesele uygulamada düğümleniyor. Karar vericiler o dönem esen rüzgâra göre değil de uluslararası politikalar ve sporda insan hakları belgelerine göre sporu tasarlamalı, spor hizmetleri sunmalı. Futbol ise elbette hem popüler hem de ucuz ve ulaşılabilir bir spor. Ama her ülkede hala kulüpler, kaynaklar, medya erkek futbolu için işe koşuluyor. O zaman kadınların futbol eğitimine erişebilmesi sağlanmalı, mahalle aralarında kız çocukları top oynayabilmeli, kadınların kotasız motasız bir federasyonda ya da kulüpte yönetici olması lazım, erkek ya da kadın maçı demeden kadın hakemler her ligde görev alabilmeli. Bana kalsa sporun bu ikili cinsiyet kategorisi ortadan kaldırılmalı artık, kadın ve erkek cinsiyet kategorilerinin insanları nasıl böldüğünü, kimilerini dışta bıraktığını görüyoruz. Temel mesele sporun kadın ve erkek cinsiyetleri ayrıştırması ve bu ayrıştırmada erkeğin hep avantajlı konumda olması, maça bir değil beş sıfır başlıyor olması. Maç sıfır sıfır başlamalı, öncesinde ise olanaklar ve fırsatlar belirli bir cinsiyetin avantajlığından çıkartılmalı.
“Çamaşır Makinesi” çalışmanızda kadın futbolculara sunulmayan eşitsizliğin örneklerini görüyoruz. Oradaki görüşmecinin “neyin değişmesini isterim? Ne zaman formanı yıkayacağını düşünmeyeceksin. Erkeklerin kendi makineleri var, havluları formaları her şeyleri yıkanır, biz her şeyimizle kendimiz ilgilenmek zorundayız.” yönlü çıkışından yola çıkmış eseriniz oldukça çarpıcı. Acaba kendi sanatınız için konuşacak olursak buna benzer bir eşitsizliği siz hissettiniz mi?
Kirli çamaşırları yıkamakta kullanılan makineye çamaşır makinası diyoruz. Kimilerinin formaları kimilerinin havluları yıkanıyor. Kimilerinin ise makinası yok. Eşitsizlik hissetmez miyim? Yaşamın her alanında hissediyorum. Sanatım için spesifik olarak konuşmam hatalı olabilir. Hepimizin hayatı bir performans diye düşünüyorum. Sanat hayatım, sosyal hayatım veya iş hayatım diye bakamıyorum. Tam bu yüzden eşitsizliği ve ayrımcılığı her yerde görüyorum. Yaşadığımız her an ve her mekânda cinsiyet temelli ayrımcılıkla karşı karşıyayız. Siyasi iktidarın cinsiyeti erkek, böyle olunca gündelik hayatta dört ayaklı dostumu gezdirirken karşılaştığım erkek köpek sahiplerinin de üstten bakışı, akıl verişi de kadını küçümseme ve dışlama üzerine kurulu oluyor. Sanat da öyle, nasıl kadın futbolcu, futbolcu değil de kadın futbolcuysa, bizler de kadın sanatçıyız hâkim söyleme göre. Ben sanatçıyım, cinsiyetimin futbolda olduğu gibi sanatta da önemi yok. Önemi yok ama basit bir sohbette satır aralarında ya da bir sergide sizin kadın olduğunuz ve cinselliğiniz her an hatırlatılıyor.
Çöpte bulduğunuz bir fizik kitabından yola çıkarak kitabın sahibinin kitaptaki portrelere yaptığı post-modern müdahalelere siz de ikinci bir reaksiyon göstererek serginize malzeme olacak çizimler ortaya çıkardınız. “Bu resim serisindeki portreler kitabın eski sahibine ait, ben ona sadece eşlik ettim.” şeklinde çarpıcı bir ifade kullandınız. Tüm imkansızlıklar içinde hayalinin peşinde koşan genç bir kadının izdüşümünde de bu şekilde çizimler olabileceğine işaret ettiniz. Bir nevi kelebek etkisinin “hayal, hedefler” gibi nosyonlar üzerinden yürüyen farklı bir hali. Eserlerinizi ortaya çıkarırken sanırım kullandığınız kimi malzemeler hayatın akışı içinde size kendisini gösteren türden? Ne dersiniz bu konuya?
Herkesin çöp olarak gördüğü bir obje sizde bambaşka açılımlar yaratabiliyor. Bu sergide avantajlı ama bir o kadar da dezavantajlı bir nokta vardı. Konunun “kadın futbolu” olması. Benim için futbol, futboldur çünkü. Çocukken bana futbolcu olma fırsatı verilmemişti. Mahalledeki futbol oynamak isteyen bütün oğlan çocuklar kendilerine bir kulüp bulurken, ben açıkta kalmış sadece sokakta futbol oynayabilmiştim. Ve geçen onlarca yıl sonra aklımda hiç futbol resmetmek yokken, Pınar’ın Almanya’ya gitmesiyle kadın futbolunun göçmenliği, aidiyeti, kadın futbolcuları, futbolun cinsiyetlendirilmiş anlamlarını ortaya nasıl koyacaktım? Aslında bildiğim ya da tahmin yürüttüğüm mevzular kadınların alıntılarıyla somutlaştı. Spor dallarının sınıfsal yapısı çok belirleyici, fakat futbol söz konusu olduğunda kadınlarda durum daha kötü. Kadınların profesyonel futbolcu olma süreçleri zaten engellerle dolu, toplumsal konumlarındaki eşitsizlikler de devreye girdiğinde sportif olanaklardan yoksun kalmaları daha fazla oluyor. Göçmenliği, aidiyeti, kadın futbolcuların deneyimlerini bir tek malzeme ya da teknik ile hayal etmek mümkün değildi. Bu nedenle bu sergide farklı malzeme ve teknikler kullandım. Kolaj kullandım mesela. Ne demektir kolaj: Önce bir yüzey seçimi yapılır. Yapıştırılacak malzemeler tedarik edilir. Hayal gücüne göre ortaya bir resim çıkartılır. Bu resim aşamasında çeşitli malzemeler kullanılabilir. Bant, kumaş parçası, tohum taneleri ve izmarit seçilebilir. Futbolcuların aidiyet vurgusu için kolajı bu yüzden seçtim. Tek tek anlam ifade etmeyen malzemeler birleşince güçlendi. Onların yaşamı gibi, futbolda var olma sancıları gibi, farklı gündelik pratiklerinden geçerek o sahaya çıkmalarında olduğu gibi. Mücadeleyi birkaç malzemeyle vermek istedim. Çöpten bulduğum fizik kitabının sahibinin harap durumdaki futbolculuk hayallerini yeniden yapım (rekonstrüksiyon) ile tamir edebilir miydim? Hayır. Bir hayalin tıpkısını inşa etmek bir anlam taşımasa da korumaya yönelik olabilirdi. Yeni hayal (resim), yerine yapıldığı hayalin coğrafi dokusuna, malzeme ve işçiliğine sahip değildir elbette. Bir kopya, biçimsel olarak canlandırabilir, hayalin yerini alması olanaksızdır; yani tarihi değer taşımaz. Ve nitekim ben, fizik kitabının eski sahibi öğrenci arkadaşa sadece eşlik ettim. Serginin bazı eserlerinde hazır malzeme (ready-made) fikrini kullandım. Nedeni tam da futbolun cinsiyetlendirilmiş anlamlarını ortaya koymak için gösterişli çarpıcı teoriydi. Hazır malzemede üç önemli nokta vardır; ilki, nesnenin seçimi; ikincisi, nesnenin 'faydalı' işlevinin ortadan kaldırılması onu bir sanat haline getirmesi. Üçüncüsü, nesneye yeni bir başlığın eklenmesi ona yeni bir düşünce, yeni bir anlam kazandırması. Ben “çay bardağını” nesne olarak seçtim. Faydalı işlevini ortadan kaldırdım ve çay bardağına resim yaptım. Ve üçüncü olarak başlık ekledim, “Bu paraya anca bir çay içilebiliyor” ki bu da birinci ligde oynayan bir kadın futbolcunun Pınar’a söylediği bir ifadeydi.
Bu serginin arka planında çok güçlü bir şekilde ön plana çıkan bir duygu da “meydan okuma”. Orada, uzakta bir yerlerde daha önce kadınlar için deneyimlenmemiş ya da az deneyimlenmiş bir alanı var ve sen yabancısı olduğun bir ülkede, toplumsal önyargıları arkana alarak alanı yararak içeri giriyorsun ve “Kale Önü Yalnızlık” eserinizdeki gibi tek başınıza tüm olası gollere karşı mücadele ediyorsun. Belki en başta sendeliyorsun ancak sonrasında ayağın yere sağlam basıyor ve gole geçit vermeyen amansız bir file bekçisi oluyorsun. Bir yandan diğer insanlar için temsil odağısın. Acaba sen ne olacaksın, başarılı olabilecek misin? İnsanların beklentilerini aştın da geldin. (Duvarları Yıkan Şarkı çalışmanızda öznenin ailesinin ondan futbol dışı mesleklere yönelmesini istemesi ama onun kendi bildiğini yönde gitmesi gibi) Ancak bulunduğun yer gerçekten olmak istediğin yer miydi? Bir yandan hayattaki seçimlerinin sonucu hissedilen başarısızlığa yer yok hissinin verdiği stres bir yandan da hayatın tabiatı gereği insani refleksler. Senin bu gibi düşünceler odağında söylebileceklerin neler Aslı?
Güzel bir soru, bir durup düşündüm açıkçası. Duvarları yıkan şarkı ve Kale Önü Yalnızlık eserleri farklı bağlamlardan mücadeleye çubuk büküyor. Sergi kapsamındaki amacım da buydu. Mesele her şeye rağmen ayakta kalmayı, tüm olumsuzluklara karşı direnmeyi veya hedefinden şaşmamayı göstermek değil aslında. Değil çünkü bu tür bir pratik zor, meşakkatli bir şey, bağlama zamana göre değişen bir şey. Sürekli olumlu düşünmeye yapılan vurgu günümüz kapitalizmin bir ürünü. O zaman var olan eşitsizlikleri nasıl görebilirim ya da nasıl anlamlandırılabilirim? Bu nedenle başarı kavramının hayatımda yeri yok aslında. Başarısızlıklarım, çuvallamalarım, olumsuz düşüncelerim ve sorgulamalarımla ben ben olabiliyorum. Sahip olduğum arzunun ya da kederin nesnelerle girdiği etkileşim sonucunda ortaya çıkan yeni duyguların oluşumunun izini sürüyorum, o kadar. Ankara ile ilgili yaptığım resimlerde de bu hâkim, örneğin Acı Haritası ile insanların kendi bağlamlarında ve fakat farklı duyguların peşine düşmelerini amaçlamıştım. Ancak o haritayı kederle yaptığımı akılda tutarak. Sonucun ne olduğunun önemi yitiyor. Ayrıca yaptığım, odaklandığım, üzerine yoğunlaştığım her resim, diğer resimleri yapmamama neden oluyor. Seçim dediğimiz şey zihnimizdeki olumluma ya da olumsuzlama değil mi zaten.
Pandemi yasaklarının ortasında geçmekte olan bir sergi süreci yaşadık. Haliyle bir dönem sergi süresi uzamak zorunda kaldı. Sen bu süreçte gelen insanlardan nasıl bir geri dönüş aldın? Özellikle işin öznelerinin de sergiye iştirak ettiğini biliyoruz. Onların tepkileri neler oldu? Ve son olarak bundan sonraki zaman diliminde bu sergiyle uzantılı farklı projeler de yapmak istiyor musun? Yoksa başka bir tema altında yine yeni bir sergide mi seni göreceğiz?
Sergi pandemi sürecinde açıldı. O dönem hafta sonu sokağa çıkma kısıtlamaları bile yaşandı. Yine de Ankara Goethe Enstitüsünün emekleriyle sergiyi gerçekleştirebildik ve dar bir grupla açılışımızı yaptık. Halbuki sergi açılışında tıpkı stadyum önünde maç sonrası köfte ekmekçiler olur ya bizde köfte ekmek ikram edecektik misafirlerimize. Pınar ile açılışa forma tasarımı ile katılacaktık. Sergi döneminde Goethe enstitüsünün güzel salonunda futbol filmleri izlenecekti. Söyleşiler olacaktı. Olmadı. Sergi döneminde ise iyi ki beklememişiz dediğimiz çok değerli geribildirimler aldık. Özellikle Almanya’da yaşayan ve futbol ile hiç ilişkisi olmayan ziyaretçilerimiz pek bir keyif aldıklarını söylediler. Kendi büyükanne ve büyükbabalarının izleriyle karşılaştılar. Ziyaretçi defterinde nerdeyse slogansımsı bir yazı vardı “futbolla pek ilgilenmeyen biri olarak bu sergiyi gezerken düşündüğüm şey; futbol erkeklere rağmen güzel” diye. Gözlemlediğim en açık şey ise sergiye gelenlerin ortak duygusunun futbolun ötesinde göçe, aidiyete ya da cinsiyet eşitsizliğine dair söylemek istediklerini duyuyor, görebiliyor olmalarıydı. O nedenle sergi çoğu ziyaretçiye samimi geldi, kendinden gibi geldi, sevdiği bir yazarın kitabını okuması gibi tanıdıktı. Bu bizi çok mutlu etti. Futbolcuların alıntısıyla birlikte eserler bir yerlere ulaşmış oldu. Bundan sonrası nasıl devam edecek? Öncelikle Ankara’da açtığımız sergiyi Almanya’ya taşıma niyetimiz var. Bu aralar yazışmaları sürdürüyoruz, o nedenle net bir kent ve salon ismi veremiyorum. Ayrıca şunu da eklemek isterim uzun yıllardır Ankara üzerine çalışıyordum ama “Futbolun nesi güzel” sergisi ile ara vermiştim. Tekrar Ankara’ya geri döndüm.
Bana ayırdığın zaman dilimi için çok teşekkürler Aslı, sanat yolculuğunda başarılar dilerim. Sağlıklı, bol temiz havalı günlere!
Ben teşekkür ederim.
Etiketler: kadın, kültür sanat, spor