22/07/2024 | Yazar: Oğulcan Özgenç
Gayle S. Rubin’in Cinsel Aykırılıklar kitabı İletişim Yayınları’ndan çıktı. Kitabın çevirmeni Gece Tezcan ile Rubin’in feminist ve kuir teoriye katkılarını, kitabın çeviri sürecini konuştuk. Tezcan, “Rubin neredeyse tüm çığır açıcı çalışmalarını makale biçiminde yazdığı için başka dillerde hep gecikmeli bir seda” dedi.
Gayle S. Rubin’in Cinsel Aykırılıklar isimli kitabı İletişim Yayınları’ndan Gece Tezcan çevirisiyle geçtiğimiz aylarda yayımlandı. Türkçe yazılan pek çok makalede, dergi ve blog yazısında sıklıkla alıntılanan Rubin’in Türkçeye kazandırılan ilk eseri olma özelliği taşıyan Cinsel Aykırılıklar, kitabın arka kapağında şöyle özetleniyor: “Doğuştan veya kendi arzularıyla aykırı cinsellikler yaşayan insanların; toplumun ‘sapık’, tıbbın ‘hasta’, devletin ‘suçlu’ yaftalamasıyla ve akademik unutkanlıkla imtihanı.”
Rubin; farklı yıllarda yazdığı çeşitli makalelerden oluşan kitabıyla “aykırı olan, yoldan çıkan ve yaftalanan tüm cinselliklere ve cinsiyetlere rengârenk bir şemsiye tutuyor. Zaten içimizde karışık olan yönelimleri ve kimlikleri bardaktan taşırırken akademisyenleri ve eylemcileri kapsayıcılığı kucaklamayı unutmamaya çağırıyor.”
Rubin’in feminist ve kuir teoriye katkılarını, kitabın çeviri sürecini Cinsel Aykırılıklar’ın çevirmeni Gece Tezcan ile konuştuk.
Gayle Rubin, İletişim Yayınları’nden çıkan “Cinsel Aykırılıklar” kitabı ile ilk kez Türkçeye çevrildi. Epey hacimli bu kitap 14 bölümden ve pek çok başlıktan oluşuyor. Rubin’in Türkçeye kazandırılmasının önemini sorarak başlamak isterim.
Gayle Rubin, üçüncü dalga feminizm ve kuir teori zincirinde kayıp halkaydı (Türkçedeki külliyatı kastediyorum). 1970’lerde ve 80’lerde adı sanı olmayan bir değerler dizisini örüyordu, ki zaten paradigmadan paradigmaya böyle öncülerin emeği sayesinde geçilir. Keyiften veya farklı görünmek için değil de kitapta uzun uzun anlattığı o dönem ABD ve Kanada’da yükselen güvenlikleştirme ve ahlakçılık akımlarına bazı feministlerin kapılmasına tepki olarak ördü Rubin kuramlarını. Geniş bir akademik çevreden beslendi ve geniş bir akademik çevreye ilham oldu. Judith Butler’ın Cinsiyet Belası kitabına 1999’da yazdığı önsözde “cinsel pratiğin toplumsal cinsiyeti istikrarsızlaştırabilecek güçte olduğu fikrine Gayle Rubin’in ‘Kadın Ticareti’ makalesini okuyarak vardım” cümlesiyle andığı bir ismi Butler’dan çok sonra bile olsa Türkçeye getirmek üzerime ödev bildiğim bir şeydi ve yeni bir dilde bunları söyleyen kişi olmak bana onur veriyor. Rubin zaten neredeyse tüm çığır açıcı çalışmalarını makale biçiminde yazdığı için, başka dillerde hep gecikmeli bir seda… Düşünün ki “Kadın Ticareti” makalesinin İngilizce çıkış tarihi 1975, Fransızca çıkış tarihi 1998. Geç olsun ama güç, yaşananda yaşatanda olsun, bu bize yeter.
“Cinsel Aykırılıklar kitabını 2030’lara giden yolda kılavuz olarak okuyabilmemizi sağlayan zayıflattığımız ataerkil döngü”
Arka kapaktaki ifadelerle “cinsellik ve cinsiyet yolculuğunun 1970’lerden 2000’lere güncesi ya da 2020’lerden 2030’lara kılavuzu” olarak okunabilecek bu kitapta da gördüğümüz üzere Rubin pek çok kavramsal araca başvuruyor: “cinsel hiyerarşi”, “cinsiyet ve cinsellik arasındaki fark”, “cinselliğin politik ekonomisi”… Bu noktadan bakıldığında Rubin kuir teori içinde nasıl bir yerde konumlanıyor? Hangi soruların peşine düşüyor? “Cinsel Aykırılıklar”ı 2030’lara uzanan bir kılavuz yapan nedir?
Rubin’e kuir kuramın kurucularından biri dersek abartmış olmayız. Emek emek ördüğü düşünceler, öneriler, savunular sonradan çok kişiye yoldaş oldu, kalkan oldu, birçok kişiye de battı. Rubin’e dünya çapında ün getiren iki makalesi 1975 tarihli “Kadın Ticareti” ve 1984 tarihli “Seksi Düşünmek”tir. Bu eserlerde kuir terimi bir çatı kuram olarak geçmiyor; bunun yerine Rubin’in cinsiyet yelpazesi veya cinsel aykırılıklar gibi şemsiyeler açarak koruma altına aldığı bireyler ve topluluklar LGBTİ+’ları kesinlikle içermekle birlikte mazoşistler gibi, rızaya dayalı ensest gibi öteki itilmiş varoluşları da kapsıyor. Biz iyisi mi kalemi Rubin’e bırakalım ve akademisyenlerin sonradan kuir teori olarak nur yağdırdığı, dokuduğu o kurucu önermelerden bir numuneyi buraya almış olalım: “Oysa biz sadece kadın olarak bastırılmıyoruz; kadın (veya duruma göre erkek) olmak zorunda kalarak da bastırılıyoruz. Şahsen hissettiğim, feminist hareketin kadına yönelik baskıları sonlandırmaktan daha fazlasını hayal etmesi gerektiğidir. Zorunlu cinselliklerin ve cinsiyet rollerinin ortadan kaldırılmasını hayal etmelidir. Beni en fazla heyecanlandıran düş, androjen ve toplumsal cinsiyet normlarından azade (ama seksi içinde barındıran) bir topluma dair olandır.”
Cinsel Aykırılıklar kitabını 2030’lara giden yolda kılavuz olarak okuyabilmemizi sağlayan unsur aslında uğursuz ama neyse ki “yaşattın aşkım” diye diye “eşit değiliz, eşitleneceksiniz” diye diye giderek zayıflattığımız ataerkil döngü. 2023’te Türkiye ekonomisi çalkalanırken Erdoğan hükümetinin iktidardan düşmemek için tutunduğu son dal homofobi ve transfobi ucuna ucuna hayatta tuttu onları belki. Ama 2024’te İngiltere’de iktidardan düşmemek için trans dışlayıcı feminizme (TERF’e) sarılan Sunak hükümetine halk kapıyı gösterdi. Kültür savaşları yakın tarihimizde o kadar çok diriltildi ve başka emellere alet edildi ki Emma Goldman’ın ta 1900’lerin başında yaptığı uyarının 2000’lerin başında aynen geçerli olduğunu dile getiriyor Gayle Rubin: “Toplumun kanayan bir yarası ne zaman kamuoyunun dikkatinden kaçırılmak istense iffetsizliğe ve ahlaksızlığa karşı kampanyalar başlatılıyor.”
“Rubin hem titiz bir akademi işçisi hem de kendi deneyiminden faydalanan bir teorisyen”
Rubin’in tartışmaya açtığı konulardan birisi de BDSM. BDSM’nin feminist teori içinde tartışılması gerektiğine dikkat çeken Rubin, bu konuya ilişkin nasıl bir hat takip ediyor?
Rubin hem titiz bir akademi işçisi hem de kendi deneyiminden doğru noktalarda faydalanan içeriden dışarıya bir teorisyen. Yaklaşık 10 yıl arayla önce lezbiyen sonra sadomazoşist olarak iki kez açıldığını anlatması ile 1975 makalesindeki bazı görüşlerini 1984 makalesinde terse yatırması arasında bir paralellik olabileceğini düşünüyorum. Rubin’in 1984 tarihli Seksi Düşünmek makalesinde LGBTİ+ ile BDSM arasında kurduğu köprülere bir göz atalım: “Şimdi, toplumsal cinsiyet ile cinselliği, özgül toplumsal varoluşlarını hakkıyla yansıtabilmek için ayrı ayrı çözümlemek gerektiğini savunuyorum. (…) Örneğin lezbiyen feminist düşünce dünyasında, lezbiyenlere yönelik baskılar genelde kadının baskılanması çerçevesinde çözümlenir. Oysa lezbiyenler kuir ya da sapık olarak da zulme uğrarlar ki bu toplumsal cinsiyete değil, cinselliğe ait bir tabakalaşma örneğidir. Lezbiyenlerin çoğuna düşüncesi bile zul gelse de hakikat, lezbiyenlerin gey erkeklerle, sadomazoşistlerle, travestilerle ve seks işçileriyle ortak çok sayıda sosyolojik özellik taşıdığını ve aynı toplumsal yaptırımlara maruz kaldığını gösteriyor.”
Rubin aslında bu farklı cinsellik ve cinsiyet deneyimlerinin özgül karakterini yadsımıyor yalnızca ortada devlet, tutucu çevreler ve anaakım medya tarafından yürütülen bir cadı avı varsa ateşin tüm aykırı, kuir unsurları birlikte yakmak için harlandığına dikkat çekiyor ve kitabın diğer sayfalarında nefretçi tayfanın körüklediği bu ateşi söndürmek için iki fısfıs takdim ediyor: Birincisi, bütün insanların cinsel arzu ve düşlerinin basit, gündelik ve sıradan olduğunu bir fısta anlasak mı mesela? İkinci fıs ve nefret ateşi söner, o da karşılıklı rızanın karşı konulamaz gelişi…
Karşılıklı rızanın ABD hukukunda düzcinsellere tanınıp eşcinsellere ve sadomazoşistlere tanınmamasındaki ayrımcılık, Rubin’in ısrarla üzerinde durduğu bir konudur ve hukuk sisteminin daha kapsayıcı, daha adil olması için kalem oynatırken karşılıklı rızanın kuşaklararası ve kandaşlararası cinsel yakınlaşmalarda da geçerli olabileceğini söylemekten geri durmaz. Karşılıklı rızaya dayalı cinsellik, adı üstünde cinsel istismarın, cinsel şiddetin tersidir; işteştir, paylaştıkça çoğalır.
Sıradışı sanılanın sıradanlığı demiştik, ona da fetişistlerden örnek vereyim: Mesela biri düşünün ki partnerinin üzerine işemesindeki o sıcaklığı, yakınlığı ve tensel akışı idrarın hastalık taşıyabileceğine ve toplum tarafından iğrenç bulunmasına yeğliyor. Bu fetiş, toplumun çoğu bireyi tarafından ne kadar sıradışı, tiksinç hatta ‘seks bunun neresinde?’ gibi değillenerek karşılansa da bir yandan bakıyorsunuz bu fetişe sahip kişi için gündelik, belki doğuştan bir arzu, onu cinsel olarak harekete geçiren sıradan bir şey. Kimseye bir zararı yoksa salın gitsin bu aykırı cinsel ilgileri (ACI’leri).
“Rubin, antropologlara altkültürleri bulmak için bilhassa büyük kentlere bakın diyor”
Rubin’in cinsel altkültürler üzerine çalıştığını da görüyoruz. Rubin antropoloji disiplinin cinsellik çalışmalarına katkısı hakkında ne düşünüyor? “Cinsel altkültürleri çalışmak” hakkında nasıl bir perspektif sunuyor?
Rubin, antropologlara altkültürleri bulmak için bilhassa büyük kentlere bakın diyor, belli mahallelerde belli sokaklarda kurulan bağlara sırt çevirmeyin, omuz verin çünkü yarınının garantisi yok bu varoluşların diyor. Kitabın son bölümünde de arşivlemeyi ve gelecek kuşaklara aktarmayı unutursak her şeyi ilk kez yaşanıyormuş gibi seksi veya tehlikeli bulsak da hep tekrar eden baskılara karşı ilk kez karşı koyuyormuşçasına kırılgan da hissedebiliriz diye uyarıyor. Kitapta da alıntılanan Nancy Achilles’den aktaracak olursam “eşcinsel camiada topluluk bağları en çok polise karşı gösterilen tepkide kendini hissettirir.” Erkek devlet orada bir yerde ise ve çarka çıkanlardan güllüm yapanlara, barikatlarda çatışanlardan parklarda koli arayanlara dek yaşamın ta kendisi olmuşsa bir ‘onur yürüyüşü’ bunun toplumbilimsel, insanbilimsel kaydını tutanlar, kendi sezgileriyle akademiye taşıyanlar da elbet parçasıdır dayanışmanın. Burada tartışılan önemli hususlardan biri, böylesi diken üstü konuların nerede ne kadar kariyer intiharı anlamına geldiği… O da çalışmacının kendi muhasebesine ve kendi cesaretine kalmış.
İnternetin, flört uygulamalarının bağ kurma biçimlerine egemen olmasıyla birlikte örneğin hem LGBTİ+’ların hem BDSM’nin altkültürlerinden biri olan deri fetişine yuva olan barlar (leather bar) eski havasında değil belki ama deri fetişistleri şimdi muhtemelen daha hızlı partner buluyor, çabucak bir parti düzenleyebiliyor, fetiş nesneler eskiden hayal edilmeyecek kadar hızlı alıcı satıcı bulabiliyor. Bugünün güzel yanı, daha denetimsiz, daha bariyersiz, daha beklemesiz yaşanması aykırı cinselliklerin; sıkıntılı yanı ise köklenememesi, belki köklenmek bile istememesi ve o arada varlığının tarihe geçirilmeden yokluğa dönüşmesiyle ileriki kuşakları büyük bir yalnızlığa, umutsuzluğa, sil baştan kuir hırpalama sahnelerine sürükleme riskini barındırması.
‘Date’ sözcüğünü o kadar çok flört, randevu, koli, çıkma vs. bağlamlarında kullanır olduk ki sözcüğün “hurma” ve “tarih” anlamları üzülmüştür herhalde. Ataerki tarihi yazarak, yeri gelince silerek geldi bugüne ve şimdi aynı kalemi aynı şekilde elinde tutamasa da o tarihin bugünü ve yarını erkek egemenliğin de içinde olduğu bir takım güç unsurlarınca bir şekil yazılacak. Onur haftaları, unutmayalım ki, tarihi olaylara dayandığı kadar yılın hep aynı tarihinde yapılagelişiyle de çekti bizi. Örnek tabii, her şey bu kadar muntazam olsun değil demek istediğim. Hiçbir tarihi/antropolojik kayıt tutulmazsa veya çevrimiçi doğasından ötürü tutulamazsa, şayet hiç kurumsallaşmazsak, dayanışmamıza hiç adres koyamazsak bugünün tadı ve sunumu kadar yarının faturası da göz doldurur kanaatimce.
“Kendi dünyalarımızın son yüzyılda aldığı şekilleri keşfettik bu çalışmalarla”
Rubin’in yukarda bahsettiğimiz tüm bu kapsamlı görüşlerini çevirirken zorlandığınız kısımlar oldu? Rubin’i çevirmek nasıl bir deneyimdi?
Çeviride genel olarak zorlanmadım çünkü 2011’de çalışmaya başladığım tek eşli heteronormatif evlilikleri eleştiren yüksek lisans tezimden beri aşina olduğum feministlerden biri Rubin’di. Gayle Rubin çevirmek benim için ekstra keyifliydi -düşünsenize bu tek bir kitap değil ayrı yıllarda başka konular hakkında tutkuyla yazılmış makalelerden oluşuyor. O yüzden bir bakıyorsunuz 1800’lerin sonundaki Paris sosyetesinde lezbiyen yakınlaşmaları, CD deneyimleri konuşuyoruz (kitabın 3. bölümü), bir bakıyorsunuz 1970’lerin San Francisco’sundaki deri barları, fisting kulüplerini konuşuyoruz (kitabın 9. bölümü). Dünyayı dolaştık gibi; daha önemlisi çukurları, obrukları, tepeleri, tuzlu tatlı suları ve buzdağının gizli kısımları dahil kendi dünyalarımızın son yüzyılda aldığı şekilleri -sivrileni ve eriyeni- keşfettik bu çalışmalarla.
Çeviride özellikle zorlandığım bir kısım olduysa o da üçüncü bölümde lezbiyen arzular dizelere dökülmüş de Gece bunları Türkçeye çevirsinmiş beklentisi, gerekliliğiydi. Gece şair değil, şiir çevirmedi hiç, romanların öykülerin yanında şiirlere bakmaz bile hatta. Keşke şair arkadaşım Arzu Bulut çevirseymiş o dizeleri, kim bilir benim koklayamadığım ne duygular yakalar ve kâğıda dökerdi. Ne var ki üstüne düştüm o çevirilerin ve editörümün de olurunu aldım, umarım okur nezdinde de hoşluğu yakalarız.
Bir de tabii Rubin’in akademik bir konferansta kendi elleriyle çizip katılımcılarla paylaştığı o meşhur “Seks Hiyerarşisi” şemaları var kitabın 5. bölümünde. 1982’de konferansın sıcak atmosferi içinde yoğrulup 1984’te makale olarak çıkmadan önce son şeklini alıp pişirildiğini anlamamışım ben o çizimlerin ve hiyerarşiyi açıklayan terimlerin. O yüzden önce başka kaynaklarda aradım Rubin’in eğri terazi yanılgısı gibi (meğerse) özgün terimlerini. Kitabın beşinci bölümü, bana sorarsanız, feminizmin seks dışlayıcı koluna ve özgürlük kısıtlayıcı sağ politikalara karşı Rubin’in kariyerinde zirve yaptığı, seksi olumlayan, bütünselliği ve kesişimselliği yakalayan bir çalışma. İyi okumalar dilerim.
Kitabın çeviri sürecinde ilham aldığınız veya size rehberlik eden başka kaynaklar oldu mu?
Bir çevirmen olarak çeşitli sözlükleri rehber edindim kendime yol boyunca. Bunlardan biri de lubunca sözlüktü. Lubunca deyişleri yok saymaya da olur olmaz kullanmaya da niyetim yoktu, kararında kullandığım kanaatindeyim. İngilizcede lubunca sanki biraz daha az yer tuttuğu için bazı yerlerde Rubin’in düz bir İngilizce sözcükle karşıladığı durumları da ben lubuncamızla karşıladım. Seks işçilerinin veya koli arayan eşcinsellerin üzerine giden ahlak polisini “laki” diye çevirdim bazen ama “paparon” sözcüğünü ne yalan söyleyeyim kitabı çevirirken yani bir iki sene önce duymamış görmemiştim. Eksiğimdir.
“Cinsel Aykırılıklar kitabını keşfetmek isteyip de hacminden korkanlar, yanınızdayız!”
Kitabın Türkiye’deki okuyucu kitlesinden nasıl tepkiler almasını bekliyorsunuz ve Türkiye’deki akademik çevrelerin Rubin’in çalışmalarına olan ilgisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’deki aktivistlerden ve akademisyenlerden bu kitaba kocaman bir ilgi değilse bile kucaklarını kocaman açan bir sevgi bekliyorum. Gayle Rubin Türkiye’de yazılan makalelerde, dergi ve blog yazılarında zaten alıntılanan bir isimdi, bir tek kitabının Türkçeye gelmesi kalmıştı daha geniş kesimlerce okunması için, o da 2020’lere kısmetmiş. 2010’larda çevirmen arkadaşım Mehmet Emin Boyacıoğlu’yla birlikte Carol Adams’ı Türkçeye ilk kez getirmeye karar verdiğimizde de benzer bir tablo vardı. Carol Adams‘ın adı Türkiye’de yazılan akademik makalelerde, yapılan sunumlarda zaten geçiyordu ancak bu değinilerin kaynağı Adams’ın İngilizce kitaplarıydı. Biz bunlardan ilkini Türkçeleştirerek sadece akışı hızlandırmıştık.
Üçüncü dalga feminizm ve kuir kuram için bitti diyen var, Türkiye’ye daha gelmedi diyen var; göreceğiz bakalım neredeymişiz. Bence kink, fetiş ve BDSM gibi konular daha yeni geliyor mesela akademi çevrelerine, toplumun bazı kesimlerine. Ayrıca trans erkeklerin gerçek yaşam deneyimlerinden tutun da kız kıza aşka kadar birçok konu ayrıntılarıyla kâğıda işlenmek üzere orada bekliyor.
Cinsel Aykırılıklar kitabını keşfetmek isteyip de hacminden korkanlar, yanınızdayız! Rubin, konuları ince ince alt başlıklara ayırarak takibi kolaylaştırmış. Ben de özgün metinde bile olmayan bir kararlılıkla terimleri listeledim, dizin bölümünde yardırdım anacım ne yalan söyleyeyim. Tartışılan konuların ucunu en kötü kitabın sonundaki dizinden yakalarsınız yani. Öpüyorum herkesi.
Etiketler: kültür sanat, yaşam, cinsellik, özel haber