05/06/2015 | Yazar: Kaos GL
Duygu Koç, Kaos GL Dergisi’nin ‘Lezbiyenizm’ dosya konulu 141. sayısına yazdı.

Duygu Koç, Kaos GL Dergisi’nin “Lezbiyenizm” dosya konulu 141. sayısına yazdı:
İnsan doğasının en karmaşık konularından biri olan cinsellik; tarihin ilk zamanlarından günümüze kadar hep bir merak unsuru olarak insanların ilgisini çekmiş ve her daim üzerine düşünülen, konuşulan konuların başında gelmiştir. Modernleşme ve endüstrileşme sürecinin beraberinde getirdiği makine teknolojisinin insan cinselliğine yansıması; cinsel organların bir makinanın parçaları gibi görülmeye başlanıp bu organların fayda-üreme eksenine indirgenerek üremenin ön koşulu ve olmazsa olmazları olarak sunulmasıdır denilebilir. Bu üreme anlayışına göre; eril ve dişil cinsel organlar birbirlerine muhtaç ve faydalı nesnelerdir/parçalardır ve bu fayda-üreme ilişkisinin neticesi olarak da toplumların tarihsel köklerinden gelen sosyal normlarla birleşip, bütünleşen ve yeni yeni ortaya çıkan toplumsal kurallarla da harmanlanan anlayışın sonucu; bir takım cinsellikler müstehcenleştirilmiş ve yer yer tabu olarak sunulmuştur.2 Tüm bu algı değişimlerinin neticesindeyse üremenin temeli olarak kabul edilen aile ya da evliliğe dair olmayan bir cinsellik olarak algılandığı için eşcinsellik kabul edilmeyen ve ötekileştirilen bir ilişki türü olarak görülmeye başlanmıştır.3 Ancak modernleşme bu ötekileştirmenin tek suçlusu değildir şüphesiz, tek tanrılı dinlerin eşcinselliği ve eşcinsel ilişkilere yönelik yaklaşımları, bu ötekileştirmenin tabanını yaratmış böylece tarihin ilk zamanlarından beri varlığını bildiğimiz eşcinsellik bir günah, ahlaksızlık ve ötekilik nesnesi olarak görülmeye başlanmıştır. Tüm bunların sonucunda; eşcinsellik konuşulmayan, görülmek istenmeyen, aykırı kabul edilen bir varoluş biçimi olarak tarihin anlatılmayan, anlatılmak istenmeyen konuları arasında kalır. Son yıllarda özellikle edebiyat alanı üzerinden erkek eşcinselliğine dair kapsamlı çalışmalar yapılmaya başlanmış, bu çalışmalar köklü bir eşcinsel tarihinin kapılarını aralasa da kadın eşcinselliğine dair araştırmalar hala istenilen düzeye gelememiştir. Bu çalışmamızda Cumhuriyet’in ilk yıllarından 90’lı yıllara kadar geçen dönemde gazete arşivleri üzerinden lezbiyen imgesinin haber değeri olarak basına yansımaları incelenecektir. Bu incelemeyi yaparken Geçmişgazete, Milliyet, Akşam, Tan, Cumhuriyet, Okey, Hürriyet gibi gazetelerin online erişilebilirliği olan arşivlerinden yararlanılmıştır.

2 Kasım 1949 tarihli Son Posta gazetesinde Kadın Sevenler Derneği başlığıyla verilen haberde Nazire Sipahi adında bir kadın, akrabalarını da dahil ettiği bir dernek kurup kanun dışı olarak zimmetine para geçirmekle suçlansa da bu derneğin lezbiyenlikle alakalı olup olmadığı konusunda bir bilgi içermemektedir. Haberin ilginçliği kurulan derneğin eşcinsellikle ilgili olup olmadığı düşünülmeden direk olarak zimmete para geçirme ve usulsüzlükle alakalı olarak suçlanmasıdır. 2 Kasım 1957 Son Posta gazetesinde Sevicilik Zina Sayılmazmış başlığıyla verilen haberde İskoçya’dan bir mahkemenin lezbiyenlerle ilgili bir davada vardığı karar anlatılmıştır. Bu haberin yansıtılma şekli de her hangi bir şekilde taraf tutma ve ötekileştirme içermemektedir.Tüm bu haberler sadece haber diliyle verilip,yorum katılmadan, kadın kadına aşk ötekileştirilip yadsınılması gereken bir şeymiş gibi sunulmadan aktarılır. 6 Temmuz 1957 tarihli Milliyet gazetesi Gülhane Parkı’nda sevişirken yakalanan kadınlardan bahseder, habere göre bu durum halkı hem güldürüp hem de sinirlendirmiştir, gülümeseten bir hadise olması belki de kadın kadına aşka alışık olmadıklarına yapılmak istenen vurgudur. Kadınlardan birinin polise “ben seviciyim ayıp mı?” diye bağırması sinirlenme sebebi olarak görülmüş olabilir. 20 Mart 1958 tarihli Milliyet gazetesine baktığımızda söylemin değişmeye başladığını görürüz, Sağlık Ansiklopesidi adlı bir doktor tarafından hazırlanan köşede Cinsi Sapıklıklar başlıklı yazıda eşcinsellik bir psikolojik hastalık olarak adlandırılır ve Dr. Recep Doksat’a göre bunun kaynağı alınan terbiye ve maneviyat eksikliğindendir, lezbiyenliğin her toplumda olduğundan ve tarihinden bahseden doktora göre eşcinselliği mektep, hapishane gibi durumların hazırlayıcılığı vardır. 19 Mayıs 1970 tarihli Milliyet gazetesinde Cinsi Sapıklar Kavga Çıkardı başlıklı haberde Lahey’de bir gece klübüne giden eşcinsellerle onlardan rahatsız olan müşteriler arasında çıkan kavganın karakolda bittiğinden bahsederken kullanılan cinsi sapıklar ifadesi haber dilindeki değişimin bir göstergesidir. Alışılmış olarak algılanmasalar da yorum ve ötekileştirme, nefret katılmadan sadece objektif şekilde haber yapılan lezbiyen ve eşcinseller geçen yıllarda yavaş yavaş haber dili üzerinden bakıldığında bile görülebilecek bir negatif tutuma maruz kalırlar. Bu dil değişiminin şüphesiz birçok sebebi vardır ve konuyu araştırmak isteyen akademisyen ve araştırmacılar için uygun bir konu başlığı olabilir. 21 Ocak 1971 Samlambaç ekinde İngiltere’de evlenen iki kadının haberini okuruz, buna göre biri erkek kıyafetine giren iki kadın nikah memurunu uyutup resmen evlenmişlerdir, olayın öğrenilmesine rağmen nikahın resmi iptali mümkün değildir ve bir yetkili bu durumu içinde bulunduğumuz yüzyılda herşey mümkündür ve bu karar iptal edilemediğine göre cinsel sapıklar artık evlenmeye başlayacaklardır diye yorumlar. Ancak bu yorumu bir Türk yetkili mi yoksa bir İngiliz yetkili mi yapmıştır bilinmez. Bir bulvar gazetesi tarzında olan Okey’in 10 Mart 1975’deki haberinde Paris’te Son Tango filminin yıldızı Maria Schneider’ın erkek kılıklı kız arkadaşıyla beraber hastaneye kapatıldığından ancak burda da rahat durmayıp sevişirken doktora yakalanınca, doktora saldırdığından yer yer erotik, yer yer aşağılayıcı ve iğneleyici bir dille bahsedilir. Habere göre iki kadın aşık sapıktır ve bu aşıklar hakkındaki haber 21 Mart 1975 sayısında da Manyaklar Koğuşu’ndaki Yasak Aşk başlığıyla devam eder. “Manyak oyuncunun” buradada rahat durmayıp ayrı koğuşlara konulmalarına rağmen sevgilisiyle sevişirken basıldığından hatta bunu reklam için yapabileceğinden bahsedilir. Bu tip bir ilişki cinsel sapıklık olarak görüldüğü gibi kadınlar arasındaki cinsel sapıklıklara yabancılarda lezbiyen bizde ise ablacı denildiği vurgulanır. Haber dilinde sevişmek kelimesi alaycı bir üslupla “tango yapmak” ya da “tangocu” olarak kullanılır. Özellikle 70’li yıllardan itibaren bazı gazetelerde LGBT haberlerinin magazinsel ve alay edilebilecek ilginç olaylar olarak haberleştirildiğine şahit oluruz, objektif anlatımlardan ziyade yorum yapılan ve yargılanan haberlerle karşılaşmak bu yılların basınında olağan görülmektedir ve bu durum 80’li yıllarda trans/travesti haberleriyle beraber büyük oranda artar. 4 Nisan 1984 tarihli Tan gazetesinde Görülmemiş Olay başlığıyla duyurulan haberde Meral adlı kadının aşık olduğu Emel’i kıskandığı için dövüp hastanelik ettiği anlatılır. Olaya göre Meral evinde misafir olarak kalan Emel’le sevişmek ister ancak teklifi reddedilince demek başka kadını seviyorsun diyerek darp eder, teklifi reddeden Emel’in savunması ise böyle ahlaksız bir teklifi kabul etmektense dayak yemekten memnun olduğu şeklindedir. Cinsellik söz konusu olunca olmazsa olmaz olan uzman doktor görüşü yine alınmış ve doktor lezbiyenliğin bir cinsel sapkınlık/hastalık olduğunu belirtmiştir. Doktora göre lezbiyenliğin tedavisi kesinlikle mümkün değildir ve bu durum çocukluk yaşlarında ortaya çıkan bir yetiştirilme bozukluğudur, bu tipler aşk yaparken erkeğin yerini almak istedikleri gibi kıskançlık, dayak, şiddet doğalarında vardır. Lezbiyenleri hastalıkla suçlayan doktorun düşüncelerinin hastalıklı olduğu gün gibi ortadadır. 23 Mart 1985 tarihli Milliyet Almanya’daki bir derginin lezbiyenler üzerine yaptığı haberi aktarır ve Amerika’da yapılan bir cinsel araştırmada ortaya çıkan lezbiyenlik oranları verilir, haber lezbiyenliğin tarihini de aktardığı gibi tamamen obejktif bir dille, çalışma sonucu ortaya çıkan verilerden bahseder. Aynı yılın 29 Eylül tarihli Milliyet gazetesine baktığımızda Ayhan takma adlı seçilmiş bir “tip” olarak adlandırılan bir eşcinsel ile yapılan “tatil sohbeti” haberi vardır. Haberin ana metni Ayhan Bey’in biseksüelliğinden pişman olması ve ailelere çocuklarını yetiştirmelerine özen göstermeleri gerektiğindeki tavsiyeleridir. Haber diline göre Ayhan Bey gibi tipler “erkek olup da, erkek olmayanlar”dır ve onların sorunları psikologlar tarafından tedavi edilebilir niteliktedir.

Ayhan Bey’e göre annelere çocuklarını yetiştirirken büyük görevler düşmektedir; erkek çocukları erkek, kız çocukları kız gibi yetiştirilmelidir ki eşcinsellik hastalığına yakalanmasınlar. Röportaj Türkiye LGBT ortamının deşifresi ve isim verilmeyen iki ünlü kadının aşk yaşadıkları dedikodusuna kadar her konuda ilerlerken; konuşmacının da, haberin de dilindeki yanlışlar ve ötekileştirmeler bitmiyor.
O yıla damga vuran Dul Bir Kadın adlı filmde Müjde Ar ile çırılçıplak bir yatak sahnesi olan Nur Sürer 3 Aralık 1985 tarihli Milliyet haberinde bu sahnenin yanlış yorumlandığından lezbiyen değilim açıklamasıyla bahseder, habere göre o sadece oyuncudur ve erkek arkadaşıyla mutlu bir birlikteliği olmasına rağmen lezbiyen sanılmasının yanlışlığını “rolüm için herşeyi yaparım ancak sapık ilişkilerden hoşlanmam” şeklinde açıklar. Lezbiyen imgesi yine sapıklık ya da hastalık olarak görülmekten ve onaylanmamaktan kaçamaz. Aynı gazetenin 25 Aralık’ta “erkekle gezsem orospu, kadınlarla gezsem lezbiyen sanıyorlar” şeklinde başlıklandırılan haberinde dönemin popüler bir mankeninin yakınmasını okuruz, o dönemki ünlülerin eşcinsel yakıştırmalarıyla dedikodulaştırılmaları normal olsa gerek ki bir sene sonra mayıs ayında Banu Alkan’ın sevici olmadığına dair bir haber Günaydın gazetesinde yer alır. Davalık olan olaya göre Banu Alkan bir demecinde Serpil Çakmaklı bana lezbiyen ilişki teklif etti diyince ikili mahkemelik olmuş ve nihayete eren mahkemede iki kadın da dişiliklerinden ve erkekler tarafından ne kadar arzulandıklarından gururla bahsederek lezbiyen olmadıklarını kanıtlamışlardır.
Bu yıllarda eşcinseller için kullanılan alay kelimelerinden biri de “hötöröf” kelimesidir, 12 Eylül’ün ardından saçları kesilen transkadınları anlatırken de, lezbiyenleri, gayleri anlatırken de bu kelime alayla haber dillerinde kendine yer bulur, 8 Şubat 1987 tarihli Milliyet gazete ekinde hötöröf diyerek bir kaç ay öncesine kadar alay edilen, kimsenin ciddiye almadığı lubunyaların şimdi kendi tabirleriyle diğer radikallerle birleşerek Radikal Demokratik Birlik Partisi adı altında örgütlenip ciddi bir oluşum olarak bayrak açmaya çalıştıklarından bahsedilir. Haber alaycı bir üsluba sahip olmadığı gibi bu partileşme hareketinin eşcinsel hareketle nasıl bütünleştiğini, ötekileştirilen tüm kesimlerin tek bir bünyede nasıl toplanmaya çalıştıklarını objektif bir basın diliyle aktarır. Haberde röportaj yapılan oluşumun içinde yer alan eşcinseller günümüzde ulaşılan hareketin ilk çağrılarını yapıp örgütlenmenin ne kadar önemli olduğuna seneler öncesinden dikkat çekmekle kalmayıp, toplumda yer alan gizli eşcinselleri de görünür olmaya davet etmişlerdir. 29 Mayıs 1988 Milliyet’inin tatil sohbetleri bölümünden benzer objektiflikte bir başka habere rastlarız. Hollanda’da eşcinsel bar sahibi ve açık bir lezbiyen olan Güner Kuban ile yapılan röportajda ilişkilerden, cinselliğe, eşcinselliğin yönelim mi yoksa tercih mi olduğuna kadar her konu konuşulur. Güner Kuban’a göre her iki cinsiyetin içinde de biraz eşcinsellik vardır, eşcinsellerin sayısında iddia edildiği bir artış değil aksine görünür olma durumu olduğunu söyler ve Anadolu coğrafyasındaki ablacılık oyunlarına kadar her yerde lezbiyenliğe ratlanabilineceğinden bahseder. Güner Hanım’a göre lezbiyenlerin toplum tarafından tepki çekmemesinin sebebi fantazi unsurları olarak görülmeleriyledir, tepki çeken lezibyenlerinse erkekliğe özenip erkeksi giyinen lezbiyenler olduğunu ve hatta bu tip lezbiyenlerin ilişkilerini kadın erkek ilişkisi şekline dönüştüğü için eleştirdiğini söyler. Röportajı gerçekleştiren kişinin meraklı soruları, Güner Kuban’ın açıklayıcı ifadeleri basında canavarlaştırılmış ya da erkeksileştirilmiş lezbiyen imgesini yıkıcı niteliktedir. Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi bu tip haberler önyargılı haberlerin yanında çok az sayıda kalmaktadır.
16 Ekim 1988 Milliyet’inde Hollanda’da tüp bebek yöntemiyle çocuk sahibi olmaya başlayan lezbiyenlerin toplum ve kilise tarafından sert tepkilerle karşılandıklarından bahsederken herhangi bir yorumlama katılmaz. 22 Nisan 1989 tarihli Milliyet gazetesinde Ana-Kız Cinayeti başlığıyla kızının sevgilisi olan kadını öldürdüğünü itiraf eden anne haberine rastlarız. Annenin ifadesine göre olay borç meselesi yüzünden meydana gelmiştir, iki kadının arasındaki ilişkiyi bildiğini itiraf eden anne bu durumdan rahatsız olmadığını bildirir. Aynı haber aynı gazetede 25 Mayıs 1989 tarihinde de kendine yer bulur. Daha önceki tarihte annenin iki kadın arasındaki ilişkiyi bildiğine dair yaptığı yorumlara rağmen haber dilinde kadınların aralarında ilişki olup olmadığı sorgulanır çünkü polis cinayeti ana-kızın birlikte işlediğini düşünmektedir. 24 Haziran tarihinde artık lezbiyen cinayeti olarak isimlendirilmiş davanın son gelişmeleri haber olmaya devam eder. Kadın kadına aşktan ziyade kötücül lezbiyen imgesi öne çıkarılmaktadır.
16 Haziran tarihli Milliyet’de Rezalet Kulübü başlığıyla magazin kısmında verilen haberde İtalya’daki bir eşcinsel kulübünden ve buranın ahlaksızlıklarından bahsedilir. 19 Eylül tarihinde yine lezbiyenlik vurgusu yapılan bir suç haberi Milliyet gazetesinde yer alır. 3 Ekim’deyse Danimarka parlamentosunun aldığı kararla homoseksüellerin artık klise ve nikah dairelerinde evlenebileceği dış basından aktarılan bir haber şeklinde tarafsız olarak bildirilir.
Milliyet gazetesindeki bu tavır ilginçtir; bazen LGBT bireylere duyarlı ve obejktif haberlere ev sahipliği yaparken, çoğunlukla da homofobik ve önyargılı,aşağılayıcı, alaycı haberler görmek mümkündür. Gazetedeki bu tavrın sebebi belki de haberleri yazanların yani gazetecilerin kişisel görüşlerinin yansımalarıdır. Son haberimiz yine 24 Kasım tarihli Milliyet gazetesinden; Sporda Çirkin Dedikodu şeklinde başlıklandırılan haberde GS Kadın Basketbol Takımı’ndaki oyuncuların adının karıştığı bir lezbiyenlik dedikodusu oyunculardan birine sorulduğunda alınan cevap çok iyi arkadaş oldukları erkeksi bir spor yaptıkları için bu yakıştırmaların olup, kendisinin “normal” olduğu şeklindedir.
90’lı yıllarda eşcinsel hareketindeki ivme, artan görünürlük, ikinci dalga feminizmin etkileri ve eşcinsel derneklerinin düşünülmeye, kurulmaya başlanmasıyla beraber lezbiyenlerin ve diğer tüm eşcinsellerin basındaki yansımaları da hızlı bir değişime uğrar, onun için çalışmamızın tarihsel çerçevesi bu yıllarda son bulacak şekilde seçilmiştir. Erkek eşcinselliğinin topraklarımızdaki tarihini daha eski dönemlere kadar irdeleyebilsek de kadın seven kadınların tarihi henüz araştırılmayı bekleyen verimli bir sahadır ancak şu unutulmamalıdır ki lezbiyenler son yıllarda ortaya çıkan bireyler değil bu coğrafyanın, kültürünün dününde oldukları gibi yarınında da olacak olan kişilerdir.
Etiketler: medya