13/02/2007 | Yazar: Kaos GL
‘Üniformalarını çıkarır, benim elbiselerimi giyerdi bulunduğum pansiyonda. O gittikten sonra koklardım çıkardığı elbiseleri. Kuvvetliydi. Kaslıydı kolları. O kollar hiç sarılmazdı bana Ankara'da, hiç bedenimi sarmazdı. Kıllı vücudu, yeni çıkan tüylerime değmedi hiç… Ve yokluğu ile vurdu bana. Ama gelip vurmadı hiç...’
‘Üniformalarını çıkarır, benim elbiselerimi giyerdi bulunduğum pansiyonda. O gittikten sonra koklardım çıkardığı elbiseleri. Kuvvetliydi. Kaslıydı kolları. O kollar hiç sarılmazdı bana Ankara'da, hiç bedenimi sarmazdı. Kıllı vücudu, yeni çıkan tüylerime değmedi hiç… Ve yokluğu ile vurdu bana. Ama gelip vurmadı hiç...’KAOS GL
Yusuf Can
Aynı okulda okurduk. Hatta aynı sırada otururduk. Sevmezdi beni. Konuşmazdı benimle. Sevmezdim belki o yıllarda onu. Adından başka bir tek bildiğim şeyi yoktu. Yan yanaydık. Ama uzaktık… Üç yıl, koskoca üç yıl yanında, oturduğumuz sırada geçse de, sevmedik birbirimizi. Onun dost bildikleri vardı… Benim yalnızlığım, onun sevgilisi vardı o zamanlar, benimse komplekslerim. Çok istediğim halde yazılı sınavlarda göstermezdi bana yazdıklarını. Şimdi sınavlarda bana yazdıklarını göstermeyen dost, çıkarmış yüreğini ve çıkarmış nokta noktasını bana göstermekte… Ne vakit oldu gurbete gönderdiler onu, okuyacaktı. Adam olacaktı. Gitti de… Giderken ağlamadım ardından ve giderken uğurlamadım bile onu. Gittiğini duymadım bile… Ne zaman mektubu geldi, o vakit anladım gittiğini… Yaz, diyordu mektubunda. Sevmezdim onu… Pek de yürekten yazmamıştım. Almış mektubumu. Yaz, diyordu yine. Yazdım. Yazdı, ben yine yazdım. Sevmediğim bu şahsın ne de güzel yüreği, ne de ılımlı havası vardı. Yürekti bu... Her dem soğuk kalamazdı ya sevgiye. İlk kez yürekten yazdım. Ve ilk kez yürekten yazdığına inandım. Ve yüreğimin kapılarını araladım. İlk kez izine geldi memleketime… İlk kez karşıladım onu… Memleketimde ilk kez sohbetin hazzına onunla vardım. Gözleri derindi… Resim isterdim, vermezdi… Söz verirdi gelirim diye ama gelmezdi. Tüylüydü vücudu. Yakasından taşardı dışarı… Utanmazdı. Sıkılmazdı. Dokundurmazdı. Aramızda bir mesafe vardı. Dosttuk. Ama yakınlaştırmazdı. Günler ona sevgiye gebe kaldırdı beni. Gebeydim aşka, muhabbete. Yıllarca dostluğunu yaşadım. Yazdık, yaşadık. Yaşadıkça dost kaldık. Dostluğun kutsallığına inandık. O Ankara'daydı, ben Karaman ilinde. Gidişlerinde ardından yanar olmuştum... Duyuramamıştım yangınlarımı ona. O hep hemşire kızın sevdasındaydı. Kıskanmıştım, yalan değil. O hep okulunun sevdasındaydı. O hep Müslümanlığın sevdasındaydı. Namaz kıl diyordu. Kıldırıyordu. Ne ayıp ki ben Allah rızası için değil, onun hatırı için kılıyordum. O hep çiçeklerin, fidanların sevdasındaydı. Bense onunla olmanın. O hep selam verirdi eşe dosta, ve ben selam verdiği bu insanlara nefretle bakardım. Kıskanırdım insanlardan, dışarı çıkmak, onunla dışarı çıkmak istemezdim. Sevmediğim bu şahsı, böylesi seveceğimi asla bilemezdim.
Ve yolum Ankara'ya düştü… Onun bulunduğu şehre… Gün gün görüştüm. Bilet parası bulamadığım oldu da, bulunduğu okula yayan yapıldak yürüdüm hep. Islandım, üşüdüm, aç kaldım. Ve beni sevdiğine inandım. Uğruna çekilen bu acıları kutsal saydım. Aynı şehirde iki yıl… Çok şeyler yaşadık dostluğa dair. Severdi beni… Benim için, sağlığım için kızardı bana. Sen taşıyamazsın diye su taşıtmazdı bana. Hastalandığım demde başımda beklerdi. Gitmek zorundaydı. Bağlıydı okuluna. Bir gecesini verememişti bana Ankara'da.
Üniformalarını çıkarır, benim elbiselerimi giyerdi bulunduğum pansiyonda. O gittikten sonra koklardım çıkardığı elbiseleri. Kuvvetliydi. Kaslıydı kolları. O kollar hiç sarılmazdı bana Ankara'da, hiç bedenimi sarmazdı. Kıllı vücudu, yeni çıkan tüylerime değmedi hiç… Ve yokluğu ile vurdu bana. Ama gelip vurmadı hiç...
Ayrıldım Ankara'dan. Bütün umutlarım, okulum, gençliğim, geleceğim orada kalarak. Dostumu da bırakarak ayrıldım Ankara'dan. Otogar meydanında ilk kez sarılmıştım ona. İlk kez sarılmıştı bana. Ağlamıştı evet… Ağlamıştım yol boyu. Aşk mıydı bu? Bilemezdim. Bilmek istemedim.
Ve dostum adam oldu da döndü Ankara'dan. Cadde boylarında konuştuk. Aynı sofradan yedik. Güldük. Ağladığını gördüm, ağladık. Ve beni, ben Yusuf'u yusuf eyledi. Şu son duvarı da kır be Yusuf dedi. Tanıyordu beni. Gülüşüm, umudum, dokunuşum, ona bakışım, yüreğimdeki onu ve bedenimdeki beni anlatmıştı ona. Ağzımdan duymak istedi. Duyamadı. Ben erkeğim, erkek seviyorum diyemedim. Ama duydu. Ama bildi erkeğim, benim yüreğimi. Aşkımı.
Ve dedi ki, bizim bu birlikteliğimizde aşk var, muhabbet var, sevgi var, kardeşlik var.
Bir yıl olmadı daha sıcaklığını tadalı. Kalbinin atışını hissetmiştim. Şaka yapıyor zannetmiştim. Yüreğine dokundum yüz yapıyordu. Yüreğim aynı. İstiyordu… İstiyordum… Belki pişmandı doruğa ulaştığında… Suskundu… Gözlerime bakmıyordu. Bense gözlerinden başka hiçbir yere bakmıyordum. Meğer ne güzelmiş dostum senin olmak, seninle olmak, senin sıcaklığına varmak… Şimdi uzaklarda dost bildiğim insan. Malatya'larda… Gitmeden evvel yandı, yandırdı beni. Hem vurdu bana, hem vurdu beni. Meğerse ne güzelmiş dostum seni öpmek, ne güzelmiş aynı yatağı paylaşmak, senin gömleğini çözmek, vücuduna yüz sürmek…
Meğerse dostum ne güzelmiş ardından ağlamak, gelişini beklemek. Bir daha aynı yatağa girebilmenin umudunu taşımak. Bana dokunurken konuşmazdı, yüreği atardı. Bana dokunurken nefes nefese kalırdı. Ona dokunurken ölürdüm ben.
"Duyuyor musun beni Parisli Amcam… Yüreğimin yangınını hissedebiliyor musun? İnsanı sevmek, insanı beklemek... Gidenin ardından ağlamak, ona şiirler yazmak. Seni de severler inşallah parislim, benim onu sevdiğim kadar, seni de beklerler amcam, benim onu beklediğim kadar… Seni seviyorum"
Şimdi hasretini çekerim sevdiğim insanın. Muşlu dostum duyarsa utanırım belki ama sevmek sınırsız bu sınırlı yürekte. Gel civanım, gel yiğidim. Gel gülüm. Yatağımda tel saçın, yüreğimde acın. Gel yiğidim… Sana muhtacım.
Kaynak: Kaos GL, Mart 1999, Sayı 55
Etiketler: