30/11/2006 | Yazar: Kaos GL

‘Geyler arasında 70’lerde kurulan dayanışma grupları ağı, 80’lerde AIDS’in etkisiyle gönüllü çalışma gruplarına dönüştü. İşin ironik yanı, 80’lerin, geylere hem daha önce hiç olmadığı kadar korkuyla bakıldığı, hem de geylerin bu denli örgütlü, dayanışma içinde ve -bir anlamda- güçlü olabildiği bir dönem olması.’

‘Geyler arasında 70’lerde kurulan dayanışma grupları ağı, 80’lerde AIDS’in etkisiyle gönüllü çalışma gruplarına dönüştü. İşin ironik yanı, 80’lerin, geylere hem daha önce hiç olmadığı kadar korkuyla bakıldığı, hem de geylerin bu denli örgütlü, dayanışma içinde ve -bir anlamda- güçlü olabildiği bir dönem olması.’

Edmund White

Derleyerek çeviren: Devrim

"Edmund White: Amerikalı. Yazar. Romanlarıyla da tanınan yazar, ABD'deki belli başlı eyaletlerin büyük kentlerini gezerek, gördüğü yerlerdeki gey yaşam tarzlarını, gey mekânlarını, geylerin birbirleriyle olan ilişkilerini ve daha birçok şeyi kendi yorumlarını da katarak yazmış. Bir 'gey Odyssey' olarak da görülebilecek kitabın ön ve son sözünden bir derlemeyi sunalım dedik."

1970’ler boyunca kazanmak için mücadele edilen ‘gey kimliği’ günümüzde, biri trajik diğeri kuramsal (ama daha zararsız) olmak üzere, iki tehditle karşı karşıya. Trajik olan, ilk kez 1981 yılında bir sorun olarak ortaya çıkan ve 1983 yılı ortalarına dek 1300 Amerikalıyı ölümle karşı karşıya getiren AIDS. Vücudun hastalıklarla savaşabilme yetisinin yitimi olarak tanımlayabileceğimiz AIDS, eşcinsel erkekleri toplumun diğer bütün kesimlerinden daha fazla etkiledi. (1983 yılı ortalarına kadar tüm vakaların % 72’si.)

Cinsel oburluk ya da en azından cinsel macera yaşayabilme olasılığı, çok uzun süreden beri kentsel gey gettosunu bir arada tutan en etkili tutkaldı. Barlar, saunalar ve diskolar, hep, partner -ya da müşteri- bulmak için kullanılan mekanlar olarak kullanıldı. Lezbiyenler iktisadi, hukuki ve toplumsal konulardaki feminist yaklaşımları etrafında bir araya gelirken, geylerin ideolojik motivasyonu çok daha zayıftı - ‘cinsel özgürlük’ çoğu gey için geçerliliği olan tek slogandı.

Bugün, cinsel özgürlük, dışardan (Hıristiyan köktenciler, polisler ve yerel politikacılar) olduğundan daha fazla içerden sarsılıyor. Gizemli bir salgın gey cinselliğinin tüm ‘neşe’sini yok etti ve gey New York ve gey San Francisco’yu ölümü bekleyen hastaların kaldığı koğuşlara çevirdi. Şimdilerde, Dekameron’daki hikaye anlatıcıları gibi, geçmişteki tutkulu maceralarımızı birbirimize anlatıyor, eski günlerimizi özlemle anımsıyor ve salgının dışında kalmaya çalışıyoruz. Belki de yeni cinsel perhiz, yeni gey yaşam biçimlerinin yaratılmasına yarayacak. Artık, birlikte olma ve dostluk kurabilme ‘sanatları’ üzerine daha özenli ve dikkatli bir şekilde düşünmek için bol bol zamanımız var ve bu gerçekten gerekli.

İkinci tehlikeye gelince… Hâlâ bir çoğumuz, cinsel davranışlarımızı göstermenin ötesinde bir anlam taşımasından ötürü ‘gey’ sözcüğüyle bizleri tanımlıyor. Son iki yılda en az on kez ‘gey duyarlılığı’ üzerine düzenlenen söyleşilere katılmam için teklif aldım. Elbette herkes böylesine muğlak bir estetik konuyla ilgilenmiyor olabilir; ben böyle bir ilgiyi ‘gey kimliği’yle ilintili daha köklü bir sorunun belirtisi olarak görüyorum. ‘Gey duyarlılığı’ kaynağını nereden alır? Bütün gey erkeklerin yarattığı sanat eserlerinin ortak bir özelliği midir? Ya da tüm lezbiyenlerin? Eğer öyleyse, nasıl tanımlanabilir?

Hatırlatmak istediğim şey şu: Ortak bir ‘gey sanatçı kişiliği’ ya da ‘duyarlılığının’ olduğunun kabulü, aslında, insanların mistik, bütün geyleri tamamen birleştirici bir ‘gey kimliği’ni aramalarından kaynaklanıyor. Bense, böyle bir kimliğin anlamının günümüz gey yaşantısının nesnel koşullarında aranması gerektiğini düşünüyorum. Biz nasıl yaşıyoruz? Bizi biçimlendiren -iktisadi, hukuki, siyasi, kurumsal ve kültürel- kuvvetler neler? Jeffrey Weeks’in son yazısında tartıştığı gibi ‘Evet, gey ve lezbiyen kimlikleri tarihsel olarak ortaya çıkmış tanımlar (evrensel değiller); gerçekten bizim varoluşumuzu cinsel varlıklar olarak sınırlıyorlar; fakat aynı zamanda kaçınılmaz ve şu an için gerekliler. Karşı çıkılan bizim cinselliğimiz, saçımızın rengi değil. Dolayısıyla, bağlamını böylesi bir gerçeklikten alan politik bir kimlik oluşturmak anlamsız değil.’

Yirmi yıllık Gey Özgürlük Hareketi, eşcinsellerin konumunu günahkar tıbbi garibelikten, biraz farklı bir içeriği olmakla birlikte, neredeyse bir etnik azınlık statüsüne dönüştürdü. Tıpkı Yahudiler gibi, kabul görecekler veya asimile edilecekler, eğer kim olduklarını (=kimliklerini) gizlerlerse, tabi çok yüksek bir kişisel bedel ödeyerek. Tıpkı sağırlar gibi, genellikle ailelerini kapsamayan bir azınlığa aitler ve ailelerinin çoğunlukla anlayamayacağı özel bir dili geliştirmişler. Tıpkı siyahlar gibi, kendisini olumlu bir anlam katarak yeniden tanımlama sürecinde olan, hor görülen bir azınlığı oluşturuyorlar. (Gey iyidir -Gay is good- Siyah güzeldir -Black is beautiful- sloganının izlerini taşımıyor mu?)

70’lerin sonlarında gey kimliğinin ticarileştirilmesine ve bu kimlik üzerine bir endüstrinin kurulmasına tanık olduk -barlar, hamamlar, saunalar, diskolar, tatil yerleri ve giyim tarzları. Aynı zamanda, Amerikan Psikiyatri ve Psikoloji Dernekleri, eşcinselliği, normal bir sapma olarak da olsa, yeniden tanımlama konusunda ikna edildi. (Yine de psikiyatrlar, genellikle, geyleri nörotik ve -kârlı bir şekilde- tedavi edilebilir hastalar olarak değerlendirmeyi sürdürdüler.) Gey petrol mühendislerinden gey akademisyenlerine kadar geniş bir yelpazede profesyonel gey derneklerinin sayısı giderek artmaya başladı. Gazetelerden romanlara kadar tüm gey yayınlarında bir sıçrama gerçekleşti.

Orta sınıf ve kentli gey ve lezbiyenlerin öncülüğünde yeni gey kültürüyle başka bir döneme girilmiş oldu. Dandizm ve camp örneklerinde olduğu gibi, ilk dönem gey estetik ve etik duyarlılıkları, yerleşik kalıp ve tanımlara uymazken, geleneksel değerleri yeniden tanımlayan yeni gey kültürü (ki ben buna Haz Makinesi adını veriyorum) ironiden yoksun ve haz düşkünüydü. Gey Özgürlük Hareketinin tarihinin bilinmemesi durumunda belki de safça (bönce?) bir coşkuyla karşılanabilecek egosantrik haz düşkünlüğü (Amerikan rüyası?), aslında, gey ve lezbiyen haklarını feminizm ve demokratik sosyalizmle ilişkilendiren daha önceki bir felsefenin inkarı anlamını taşıyordu.

Bugün bu yeni kültür suların altına gömülmüş bir Atlantis gibi elbette. 80’lerin büyük bir kısmını Paris’te geçirdikten sonra 1990’da ABD’ye döndüğümde tanıtmaya çalıştığım bu dünyanın (gey Amerika’nın) kaybolmuş olduğunu gördüm. Bir zamanlar geylerin Mekke’si olan Batı yakası şimdi ülkedeki en yüksek AIDS oranına sahip. New York’taki sekiz üyeli gey yazarlar grubumuzdan beş kişi öldü. New York ve San Francisco’daki sauna ve hamamların neredeyse tamamına yakını kapandı. Şimdilerde kimse, geylerin kendisi bile, geylerin yaşam tarzlarına özenmiyor; kimi zaman hor görme ve acıma, fakat çoğunlukla edilgen bir kayıtsızlık genel yaklaşımları insanların. Geylerin basında ve televizyonda görünürlülüğü arttı, fakat yalnızca ‘hastalıklarından’ dolayı. Geylerin sokaklarda kendilerine güvenerek gösteriler yaptığı günler de gerilerde kaldı, hükümetin AIDS’le ilgili politikalarını protesto etmek dışında. Gey hareketi neredeyse bir tek konuya indirgenmiş durumda.

Geyler arasında 70’lerde kurulan dayanışma grupları ağı, 80’lerde AIDS’in etkisiyle gönüllü çalışma gruplarına dönüştü. İşin ironik yanı, 80’lerin, geylere hem daha önce hiç olmadığı kadar korkuyla bakıldığı, hem de geylerin bu denli örgütlü, dayanışma içinde ve -bir anlamda- güçlü olabildiği bir dönem olması. 70’lerde radikal ve ılımlı gey gruplar arasındaki temel fark, radikallerin toplumu dönüştürmeyi istemeleri, ılımlılarınsa topluma entegre olabilme arzusuydu. AIDS her şeyi değiştirdi. AIDS sonrasında ılımlılar ya tamamen saklanmayı ya da geçmişlerini saklamayı tercih ederken; radikaller bütün zamanlarını sağlık harcamalarının arttırımı, tedavi edici ve bulaşmayı engelleyici çalışma ve araştırmalar için fonlar ayrılması türünden kampanyaları örgütlemeye yöneldiler. Garip bir şekilde, medyadaki AIDS’le ilgili haberlerin sıklığı ve yoğunluğu, eşcinselliği Amerikan hayatının ayrılmaz ve olağan bir parçası haline getirdi.

Bu görünürlülüğün olumlu bir etkisi de oldu. 80’lerin sonlarında ünlü sporcular ve politikacılar, en sonunda, kabuklarını kırdılar; gey yayınları hızla arttı; gey çalışmaları ve bölümleri üniversitelerde hızla yayıldı; popüler basında çıkan makale ve yazıların çoğalmasıyla, AIDS’in yazar, düşünür ve sanatçılar arasındaki yaygınlığı ve dolayısıyla, ülkenin entelektüel ve sanat hayatında geylerin tuttuğu önemli ve etkin konum açıkça ortaya çıktı. Geylerin görünürlülüğünün artmasıyla, straightler ve geyler arasındaki uçurumlar kapanmaya ve ayrımcılık, yavaş yavaş da olsa, azalmaya başladı.

*Edmund White, Travels in Gay America, New York, Plume, 1991



Kaynak: Kaos GL, Haziran 1997, Sayı 34

Etiketler: insan hakları, sağlık
İstihdam