17/04/2006 | Yazar: Kaos GL

Erkeklik, kadınlık, cinsel kimlikler, normallik, anormallik gibi hassas konularda kendi fikrimiz olarak sunup savunduklarımız aslında hiç de kendi fikirlerimiz olmayabiliyor. Kutuplaşmış cins düzeninin yarattığı baskı eşcinselleri de kargaşaya itiyor.

Erkeklik, kadınlık, cinsel kimlikler, normallik, anormallik gibi hassas konularda kendi fikrimiz olarak sunup savunduklarımız aslında hiç de kendi fikirlerimiz olmayabiliyor. Kutuplaşmış cins düzeninin yarattığı baskı eşcinselleri de kargaşaya itiyor.


KAOS GL

Çağlar Doğan

Bilindiği gibi toplumumuzda heteroseksüel olmayanların, kadınların ve bir ölçüde de bazı heteroseksüel erkeklerin * uğradığı baskı ve ayrımcılık etkisinden hiçbir şey yitirmeden sosyal hayatın her alanında kendini hissettiriyor.

Cinsiyetçilik ise cins düzen olarak da bildiğimiz bu mekanizmanın devamını sağlayan egemen ideoloji olarak karşımıza çıkıyor. Cinsiyetçiliğin (seksizm) bir anlamda alt başlığı olarak da görebileceğimiz heteroseksizm ise eşcinsellere yönelik sistemleşmiş baskı ve ayrımcılığı ifade ediyor.

Cins düzeni öncelikle özel hayatlarımızı biçimlendiriyor. Çocukluktan itibaren cinsiyetçiliğin elinde yoğrulup şekil alıyoruz. Bu yüzdendir ki cinsiyet örüntüleri toplumsal hayatın en sıkı örülmüş, en yerleşikleşmiş alanını temsil ediyorlar.

Irkçılık, sınıfçılık vs. gibi pek çok hakim anlayışı sorgulamış olabiliriz hatta bunların bir kısmını hayatımızdan da çıkarmış olabiliriz. Ancak istisnasız hepimiz, yaşadığımız atmosferi ne kadar zehirlediğini görsek bile cinsiyetçiliğin kurban ve suç ortaklarıyız.

Düşünme modelimizin yapıtaşlarından biri olan bu yüzden de tam anlamıyla sıyrılmanın çok zor olduğu seksizmi/heteroseksizmi anlamak için gündelik hayatlarımızdaki yansımalarına bakmanın faydalı olabileceğini düşünüyorum.

Kafamızda ne kadar net ve somut bir resim oluşursa sorgulayıp aşmanın da o denli kolay olacağını umarak... Özel-gündelik hayat alanlarımız aslında kemikleşmiş pek çok fikir ve tutumumuzun da çok öncesinden yani çocukluktan biçimlendirildiği yerler yani pek çok konuda ilk düğüm burada atılıyor..

Erkeklik, kadınlık, cinsel kimlikler, normallik, anormallik gibi hassas konularda kendi fikirlerimiz olarak sunduğumuz, savunduğumuz fikirler aslında hiç de kendi fikirlerimiz olmayabiliyor.

En mahrem saydığımız yönlerimizin bile mevcut yapı tarafından biçimlendirildiğini söylemek abartı olmayacaktır. Hepimize zorunlu heteroseksüellik dayatılıyor, bunun dışındaki kimlikler yok ediliyor veya yok sayılıyor.

Heteroseksüellerin çoğu bırakın lezbiyen, gey, biseksüel gibi yönelimleri kabul etmeyi heteroseksüel olduklarını bile bilmiyor.

Heteroseksüellik dışındaki varoluşlar ciddiye alınmıyor, çoğu kez karşı cins özentiliğiyle bir tutuluyor.

Heteroseksizm erkeğe egemen, sert, otoriter bir davranış modeli dayattığı gibi kadını da bağımlı, sevecen, pasif vs olmaya zorluyor. Kutuplaşmış cins düzeninin yarattığı baskı eşcinselleri de kargaşaya itiyor.

Eşcinseller kendi kimliklerini geliştirme cesaretini gösteremiyorlar, topluma açılamıyorlar. Çoğu kez toplumsal erkekliği/kadınlığı taklit ederek kimlik sorunlarını geçiştirme yoluna gidiyorlar.

Topluma açılmış olanlar ise karşı cins özentisi, hasta, seks düşkünü olarak görülüyor. Bir eşcinselin yanındaki hem cinsi kolaylıkla partneri olarak görülebildiği gibi yine bir eşcinselin hemcinsine sadece seks beklentisiyle yaklaştığı düşünülüyor.

En 'demokrat' çevrelerde bile eşcinseller ötekileştiriliyorlar. En iyi durumda ise 'eşcinsel ama iyi' gibi yaklaşımlarla karşı karşıya kalınıyor.

Yalnızca yatak odasında kalması beklenen eşcinsellik özel alandan,toplumsal alana taşındıkça maruz kalınan baskılar da giderek artıyor. Damgalanma, dışlanma, aşağılanma, tehdit, evden işten kovulma, kaba şiddet, gasp, fuhuş, ölüm...

Oysa ki eşcinsellik sadece özel alanda kaldığında bile tam olarak yaşanamıyor. Eşcinsellerin çoğu kez istikrarlı, doğal, sağlıklı bir cinsel hayatları bile yok. Bilindik sebepler yüzünden cinsel yoksunlukları belki bir ömür boyu devam eden eşcinseller kendilerini geliştirmek adına daha yüksek hedeflere (iş, başarı, varoluş vs) koşamıyorlar.

"Seks düşkünü" belki çok haksız olur ancak eşcinsellerin sekse takılıp kaldıkları doğrudur. Ancak bunun sorumlusu eşcinseller değil eşcinselliği yatak odasına tıkan, dolaba kilitleyen anlayıştır. İnkar edemeyiz ki kendini genelle bütünlemeyen bir özel hayat da olamaz. Eşitsizliğin kaynağı tam da burasıdır. Eşcinsellerin kişiliklerini geliştirmesi engellenmektedir.

Heteroseksüeller için kendi benzerlerini bulma, onlarla cinsel, kişisel, sosyal ilişkiler geliştirme imkanları çok fazlayken, pek çok eşcinsel bu kadar şanslı olamamaktadır.

Kişiler arası ilişkilerde de heteroseksizm her gün yeniden üretiliyor. Eşcinsel birey ailesine açıldığında birileri tarafından yoldan çıkarıldığı, etki altında kaldığı düşünülüyor. Kimi zaman da aileler "normale döner" düşüncesiyle çocuklarını ruh doktorlarına götürüyorlar. Yine aynı saikle aileleri tarafından zorla evlendirilen eşcinseller normalleşmek bir yana büsbütün ikili, şizoid bir hayata itiliyorlar.

Eşcinseller sosyal ilişkilerinde de sorunlarla karşılaşıyorlar. İş ve okul, arkadaş çevresinde dedikoduya, alaya, aşağılanmaya, kimi zaman kaba şiddete maruz kalıyorlar. Özellikle kişinin dış etkilere çok açık olunduğu ergenlik evresinde alınan darbeler kişilik gelişimini sakatlayarak belki bir ömür boyu sürecek izler bırakıyor.

Gizli dışlama ise belki de en zor olanı... Açıktan yapılmadığı için mücadele etmenin, karşı koymanın çok zor olduğu bu durum en çok da görece "modern", "demokrat", "özgürlükçü" çevrelerde görülüyor..

Aile iş, arkadaş çevresi benimsediğini söylese bile hasta muamelesi yapmaya devam ediyor ve sinema, eğlence, toplantı gibi en basit etkinliklerde bile çaktırmadan ayarlamalara gidiyor.

Yine kabul etmiş gibi görünen bazıları içten içe yadırgamayı sürdürerek kafalarındaki soruları, ikilemleri paylaşmıyorlar. Biraz da hata yapma korkusuyla sessiz kalınıyor. İnkar, görmezden gelme, tepkisizlik ile karşılaşılıyor.

Ayrımcılık elbette ki tek tek bireylerin, grupların tavırlarına indirgenerek anlaşılabilecek bir durum değil. Sistemin kurumları, işleyişi ayrımcılığın bizatihi kaynağı...

Eşcinseller en çok ordu, medya, eğitim ve sağlık kurumlarında ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Kamusal hizmetlerin görüldüğü ordu, hastane, okul gibi kurumlarda herkes heteroseksüel varsayılıyor. Psikiyatri ve cinsel sağlık hizmetlerinde de aynı mantık geçerli.

Eşcinseller ev ve iş bulma konularında zorluklarla karşılaşılıyorlar. Özellikle kadınsı eşcinseller toplumsal erkekliği yücelten cinsiyetçi mantık yüzünden bu konularda çok daha fazla zorlanıyorlar.

Cinsel kimliği açığa çıkanlar veya bunu açığa vuranlar işlerinden çıkarılıyor, öğrenci yurtlarından, okullardan kovuluyorlar. Yine ordu, psikiyatrinin yıllar önce hastalık kapsamından çıkardığı eşcinselliği "psikoseksüel bozukluk" olarak teşhis ederek eşcinselleri askerlik hizmetinden men ediyor.

Efemine öğretmenlerin "çocukları kötü yönde etkileyecekleri" düşüncesiyle mesleklerini yapmaları engelleniyor.

Yeni Türk Ceza Kanununu taslağının henüz tasarı halinde olduğunu düşünürsek kanunlarda eşcinsellik yok. Eşcinsellik yasal düzenlemelerde, yasama komisyonlarında hesaba katılmıyor. Mahkemeler annenin lezbiyen olması durumunda çocuğun velayetini babaya veriyor.

"Yak Söndür" eylemlerini hatırlarsak -bizim gibi toplumsal refleksin çok da fazla gelişmediği toplumlarda dahi- medyanın insanları çok kısa bir süre içinde sokaklara dökebildiğini biliyoruz.

Böylesine etkin bir güç maalesef pek çok konuda olduğu gibi eşcinsellik söz olduğunda da doğruları göstermek, yanlış yargıları değiştirmek adına kullanılmıyor.

Tam tersine özellikle ana akım medyada, dizilerde ve eğlence programlarında öne çıkan eşcinsel figürler karikatürize, şaklaban eşcinsel stereotipini destekler şekilde oluyor...

Zaten yeterince kökleşmiş önyargıları pekiştiren bu tiplemeler bir bakıma da egemen bakışın eşcinselleri nasıl gördüğünü, görmek istediğini gözler önüne seriyor.

Eşcinseller siyasal mücadele içinde de dışlamayla karşı karşıya kalıyor. Eşcinsellik parti politikalarında hesaba katılmıyor. Bölünmüşlüklerimizin asıl kaynağının ayrımcılık olduğu görülmeksizin eşcinseller sınıfsal mücadeleyi, toplumu bölmekle suçlanıyorlar. Bu koşullar karşısında bağımsız bir politika yürütmek isteyenlerse çizmeyi aşmakla suçlanıyorlar.

Kadın eşcinseller, erkek eşcinsellerin maruz kaldığı baskıların hemen tümüyle karşılaştıkları gibi kadın olmanın getirdiği cinsiyetçi baskıları da göğüslemeye çalışıyorlar.

Bu çifte yükün altında ezilen lezbiyenler pek çok konuda geylerden çok daha dezavantajlı durumdalar. Lezbiyenlik ezilmenin de ötesinde yok sayılıyor. Erkeklerin fantezilerine hizmet etmek adına sahneye taşındığı durumlar dışında lezbiyenlik dikkate alınmıyor. Ortaya çıkmaya yeltenenler ise ataerkil düzeni yıkmaya ant içmiş, erkek düşmanı amazonlar olarak damgalanıyorlar.

Bir toplumun dili aynı zamanda onun zihniyetini,düşünme biçimini de temsil ediyor.Yine argo da sokaktaki insanın, çoğunluğun zihniyetini,kültürünü tanımak için başvurabileceğimiz önemli kaynaklardan biri... Argo sözlüklerini açıp bakarsak en çok eşanlama sahip sözcüklerden birinin de "eşcinsel" olduğunu rahatlıkla görebiliriz.

Eşcinselleri aşağılamak konusundaki yaratıcılığımızı göstermenin ötesinde bu tabirler çoğunluğun gözündeki eşcinsel imajını da çok net bir biçimde gözler önüne seriyor.

Zira 'ibne','top', gibi ifadeler eşcinseli aşağılamak için kullanılmalarının yanı sıra "kalleş", "güvenilmez", "onursuz", korkak" gibi anlamlarda da kullanılmaktadır.

Toplumsal zihniyeti belirleyen en önemli unsurlardan biri olan dinler de yine heteroseksizme hizmet ediyor. Din kurumu bugün de erkeklerin tekelinde olduğundan cinsiyetçi/eşcinsel düşmanı dinsel yorumlar, uygulamalar aynen devam ediyor.

Sayıları her geçen gün azalsa da bazı bilim adamları, bazı "entelektüeller" eşcinselliği olumsuzlayan görüşler bildirmeye devam ediyorlar. Bilimsel terminolojiyle de destekledikleri yorumlarında eşcinselliği evrim artığı veya kapitalist dejenerasyonun bir sonucu olarak gösterebiliyorlar.

Eşcinseller de toplumun birer üyesi olduklarından şüphesiz onlar da heteroseksizmden tam anlamıyla sıyrılmış değiller. Eşcinsel topluluk içinde de heteroseksist anlayış geçerli ve heteroseksizmin dili yaygın olarak kullanılıyor. Yaşlı, sakat, kadın, efemine eşcinseller, biseksüeller, travesti ve transseksüeller kimi zaman eşcinsel camiada ayrımcılıkla karşılaşabiliyorlar.

Cinsiyetçiliğin uzantısı olan kadınsı/erkeksi, aktif/pasif gibi ayrımlar eşcinseller arasında da söz konusu olabiliyor. Eşcinselliğin sahip olduğu kötü imajın baş sorumlusu olarak görülen kadınsı eşcinseller eşcinsel topluluk içinde de dışlanabiliyorlar.

Elbette ki yukarda sıralanan eleştirilerin hepsine, muhatap değiliz ancak bütün bunlardan muaf da değiliz. Değişen oranlarda suç ortaklığımız var. Şiddetten ve ayrımcılıktan arınmış başka bir hayatı gerçekten istiyorsak şayet kendimizle, kanıksadığımız bu gerçeklerle hesaplaşmak durumundayız.

* Maço,otoriter, saldırgan olmayan, erkekliğini çok da iddialı bir şekilde koyma gereğini görmeyen kısaca ortalama erkekliğin dışında kalan erkeklerin de cinsiyetçi baskılara maruz kaldığını görmekteyiz.


Kaynaklar:
* R.W.Connell Toplumsal Cinsiyet ve İktidar Ayrıntı yayınları
* Kaos GL Dergisi -Çeşitli Sayılar
* Lambdaİstanbul Önyargı ve Homofobi Nedir?
* Murat Hocaoğlu Eşcinsel Erkekler Metis Yay
* Baharankara Buluşması 2002-Heteroseksizm ve Günlük Hayattaki Karşılığı
* Francis Mark Mondimore Eşcinselliğin Doğal Tarihi Sarmal Yayınları


''Kaynak: BİA, 13 Mart 2004''




Etiketler: insan hakları
İstihdam