28/01/2014 | Yazar: Cenk Erdem

Gazeteci Müjde Yazıcı yepyeni belgeseli ‘Gurbetin Sesi: Das Ist Musiki’ ile göçmenlerin müzik dünyasını anlatıyor.

Gurbetin Sesinden Yükselenler Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Uzun yıllardır müzik yazarlığı yapan gazeteci Müjde Yazıcı yepyeni belgeseli “Gurbetin Sesi: Das Ist Musiki” ile işçi göçünün 52. yılında şaşırtıcı bir şekilde birbirinden çok farklı türlerde dallanıp budaklanan müzikleriyle göçmenlerin müzik dünyasını anlatıyor.
 
2011’de Johannes Rau Uluslararası Gazetecilik Programı (IJP) ile Berlin’de olduğu sırada kendini Türk- Alman İşgücü Anlaşması’nın 50. yıl kutlamalarının ortasında bulan Müjde Yazıcı, Almanya’daki Türk müzisyenlerin hangi tür müziklere tutunduklarını, yeni kuşaklarla beraber yıllar içinde evrilen müzik dillerini ve türkücüleriyle, cazcılarıyla ve rapçileriyle göçmenlerin müziklerine Almanların ilgisini de Gurbetin Sesi belgeseliyle sunuyor. 
 
Müzik gazeteciliği yapan genç bir haberci olarak Almanya’ya işçi göçünün 52. yılında,  gurbetin müziklerini keşfetmeye gittiniz, bu heyecana nasıl düştünüz?
Üç yıl önce Türkiye ile Almanya arasındaki İşgücü Anlaşması’nın 50. yılıydı ve ben Berlin’de kalıyordum. Bu çerçevede Almanya’da çeşitli kültürel etkinlikler düzenleniyordu. Ben de göçün 50. yılında Türkiye’den Almanya’ya “göç eden müziklere” odaklandım. Müzik, kitlesel anlamda kültür alış verişine uygun bir materyal olduğu için Almanların bu süreçte Türk müziğine olan ilgileri, iki kültür arasındaki ‘alış veriş’ derken göçe, müzik üzerinden bakan bir belgesel hazırlamaya karar verdim.  
 
Peki araştırmanız sırasında gurbetteki müzisyenlerin en çok hangi türlere tutunduklarını gözlemlediniz?
Her ‘sahnede’ Türkiye kökenli bir müzisyene rastlamak mümkün. Berlin operasında Türk solistler de var, Berlin Saz Evi’nde türkülere sarılıp gurbet acısını bastıran da. Sorunuzdaki gibi ‘tutunmaktan’ bahsediyorsak tabii en çok geleneksel müziklerimiz sahipleniliyor.
 
Bir gazeteci olarak Almanların gurbetçilerin müziklerine olan ilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
1960’ların ilk yarısı yani göçün ilk yıllarında Almanlar Türkiye’den gelen müziği duyduğunda hemen benimsememiş. Arabesk müzik duyduklarında “Sanki yaşlı bir kadının çantasını çalmışlar, o da ağlıyor”,  “Bu sesler bozuk, hatalı” gibi yorumlar yapmışlar. Türklerin anılarında bunlar var. Yıllar içerisinde komşu düğünlerinde, az da olsa Alman televizyonlarında Türk müziklerini duyan Almanların kulağı bu müziklere alışmış. Şu anda Doğu’dan gelen müzik onlar için halen otantik ama ilk yıllardaki gibi bir yadırgama durumu söz konusu değil. Türk müziği net bir şekilde hayatlarının içinde zaten.
 
60’ların başında Almanya’ya giden Türklerle, orada yetişen yeni kuşakların müzik zevklerini karşılaştıracak olursak, genç nesil gurbetçiler hangi müziklerle haşır neşir?
Türkiye’deki müzik eğilimleri aynı şekilde Almanya’ya taşındığı için Türkiye ile aynı seyir izleniyor. 80’lerde arabesk, ilerleyen zamanlarda Türkçe pop hakimiyeti altında… Üretim söz konusu ise ‘ötekileştirme’ baskısı altındaki gurbetçi gençlerin özellikle 90’lı yıllarda hip hop kültürünü kendilerini anlatım biçimi olarak seçtiklerini ve Alman hip hop camiasını da ciddi şekilde etkilediklerini görüyoruz.
 
Yaklaşık 2 yıllık bir araştırma süreciniz olduğunu biliyorum peki belgeseli tamamlamanız ne kadar zaman aldı?
Masa üzerinde hazırlıklar iki yıl sürdü. Geçtiğimiz yıl Ağustos sonu (Eylül başı) ise İz Tv kurucu ve ortaklarından Vedat Atasoy ile Berlin’e gidip bir haftada çekimleri tamamladık. Çekimler kısmı biraz ‘deli işiydi’.
 
Unkapanı Plakçılar Çarşısı için de bir belgesel çekmiştiniz, “Das Ist Musiki”  belgeseli de yepyeni belgeseliniz oldu, sizce belgesel işinde ne kadar yol almış oldunuz?
Sadece yazılı basına çalışmış ve yazıyla hayatını kazanmış bir gazeteci olarak iki belgesel çekmiş olmak tabii ki bana çok sağlam deneyim kazandırdı. İlk belgesel ikinciyi besledi. Mesela ‘Ünkapanı’ belgeselini yapmış olmam ‘Das ist Musiki’yi hazırlarken bazı konularda deneyimli olduğumu hissettirdi, işimi kolaylaştırdı. Fakat daha yolun çok başındayım ve yolun devamı beni çok heyecanlandırıyor. 
 
Belgeseliniz Ebru Düzgün (Ebow) gibi yeni nesil rapçilere de yer veriyor, peki zamanında Almanya’dan gelen Cartel gibi size bizde de heyecan yaratacağını hissettiren kimler oldu?
Cartel Türkiye’ye girdiği 95 yılının siyasi süreciyle yorumlanması gereken bir grup.  1995 yılının Türkiye’sindeki politik ortam, Almanya’da o dönem sıkça tartışılan ‘yabancı’ olmak meseleleri o dönem Cartel’in arkasındaki rüzgarı da artıran etkenler. Şu anda çok iyi pazarlanmadığı sürece o şekilde bir rap grubu veya bir rapçinin kitleleri etkilemesi zor görünüyor. Ebru Düzgün yani Ebow X ise Münih’te yaşayan çok başarılı bir kadın rapçi. Almanca rap yapıyor. Son derece akıllı ve eğlenceli.
 
Bu aralar bir de Karadeniz müzikleri belgeseli planladığınızı biliyorum, özellikle bir Karadeniz müzikleri belgeseli için size motive eden ne?
Karadeniz müziği belgeseli benim ilgimi çekiyor çünkü ben bir Trabzonluyum. Kendi anlatım biçimimle Karadeniz müziğine odaklanmayı çok isterim. Fakat şu sıralar bambaşka bir proje var aklımda. Belki de onu yaparım. Hangisinin daha önce olacağına tam karar vermedim.   

Video Haber İkon  İlgili Video:


Etiketler: kültür sanat
İstihdam