17/01/2007 | Yazar: Kaos GL

‘Sokak lambaları lütfen yanmasın, iki renkli kaldırımlarda görünmek istemiyorum! 'Aşk üstüne aşk inşa edilmezmiş', karşılıklı duran tek kişilik iki koltuk buna inat duruyor pencerenin önünde.’ 1. Kadın Kadına Öykü Yelda X’in Anısına... Özgürlük Özel Ödülü alan Platonpelin rumuzlu yarışmacının öyküsü.

‘Sokak lambaları lütfen yanmasın, iki renkli kaldırımlarda görünmek istemiyorum! 'Aşk üstüne aşk inşa edilmezmiş', karşılıklı duran tek kişilik iki koltuk buna inat duruyor pencerenin önünde.’ 1. Kadın Kadına Öykü Yelda X’in Anısına... Özgürlük Özel Ödülü alan Platonpelin rumuzlu yarışmacının öyküsü.

KAOS GL

Platonpelin

KADIN KADINA ÖYKÜ YARIŞMASI - Yelda X’in Anısına... Özgürlük Özel Ödülü – 2006

Önsöz

Bazı anlarda, belirli şeyleri unutarak onlardan bağımsız ‘-mış gibi’ yaşamayı seçmişizdir. İşte bu yüzden, sırf bu yüzden hatırlıyorum şimdi, zamanında unutmak zorunda kaldığım şeyleri ve koleksiyonumdaki aşklarımı başka kimliklerin ardına gizlemeden ama içlerindeki gizemi de çekip çıkarmadan yazmaya koyuluyorum.

İnsanlığı kuşatan mavilik, beyaz-gri pelerini giymiş tüm bereketini akıtıyordu, elektrik tellerine takılı kalmış tek bir güvercinin üzerine. Hareketliler geçip giderken otoyollardan, o, tüm ıslaklığıyla kalıyordu. Şehirler arası herhangi bir otobüsün, soldan bilmem kaçıncı numaralı koltuğunda oturmuş, ‘çok sıkıştım, inicem’ diyen birinin onun için yapacağı bir şey yok gibi görünüyordu. Bereket, içimize yağıyordu sanki; onun kanatlarında, benim gözlerimin ardında konaklıyordu.

Islanan sadece bizler miydik?

İnsanlık nerde kalmıştı?

İnlerinizde ıslanmayacağınızı size kim söyledi?

Saklamak faydasız artık. Karanlıkta daha fazla ıslanır insan. Çıkın inlerinizden, izinsiz de olsa ıslanalım beraber! Yerdeki ıslaklığın duman çıkardığını fark ettiğimde, güvercin çoktan geçip gitmişti. Geçip giden o kadar çok şey vardı ki o, sabit kalmanın bedelini ödedi....

Esintinin denizle buluşmasındaki hafif dokunuşların görüntüsü, tel örgülerin arkasında kalmıştı artık. Yosun tutmuş kayalıkların arasından küçük tekneler geçmekteydi. Tüneller de olmasa bir solukta görebilecektim, olup biteni. Yetişmek, uzaktı şimdi. Duvarların arasındaki görmemek, duyamamak, bilmemek için kör, sağır ve aptal olabilirdim; yalnızca bir yemek molası, bir kadeh şarap, bir battaniye yeter.

Üstü kalsın demek için zengin olmak mı gerek?

‘Olduğunuz yerde kalın’ emri çoktan eskidi, tekneler ufukta bile görünmüyor, her saniye tekerlekler gidiyor, bir o kalıyor tellerin üzerinde; güvercin...

Sokak lambaları lütfen yanmasın, iki renkli kaldırımlarda görünmek istemiyorum!
‘Aşk üstüne aşk inşa edilmezmiş’, karşılıklı duran tek kişilik iki koltuk buna inat duruyor pencerenin önünde. Pöti kareli örtünün üzerinde bir dolu hatıra kırıntıları, yıllar öncesinden kalma şarkıları dinlerken daha dün çekilmiş izlenimi veren eski fotoğraflar, yüreğini acıtıyor...

İçimde tuttuklarım bir bir gün ışığına çıkarken anımsamadan alıkoyamıyorum kendimi. Nasıldı o sahne? Hoş bir melodi, sohbetin ahengiyle harmanlanırken birbirine bakan, birbirini anlayan iki kadın. işin esprisinde, balıklama bir atlayış aşka, gecenin ayazı iliklerimize işlerken parçalanmış bir buket gül demetinin ardında kalan kırmızılık, anıdan ibaretmiş diyorum şimdi. Güvercin kanatlarını silkeliyor özgürlüğe doğru, yol ortasında elimi öylesine elinin içine almasının o anlık olduğunu, gözlerimden içeri sızmasının aşkla bağlantısının olmadığını bilemezdi güvercin, toydu çünkü büyüyememişti bir türlü.

Dev reklam panoları, dükkanların ışıkları, üzerimden geçen tramvay, insan diye nitelendirilen yığınlar, hep başa sarılan kaseti andırıyordu. Turuncu ışıkların yansımasında tekelcideki ucuz şarap aynı yerinde duruyor, kazı kazancı bildik yerinde açmış yine tezgahını, bir de içinde artık senin olmadığını düşünmeyebilsem...

‘Akrep dolandıkça yelkovan yorulmazmış’ diyordu bir adam ve güvercin boşa debeleniyordu, zamanı yerinde sayması için ikna etmeye çalışırken. Gidenin ardından koşarken o küçük kalbine yazık ettiğini anlayamayacaktı, üstelik. O bazen tellerin üzerinde, bazen bulutların üstünde, bazen gökkuşağının altında dolaşırken küçük bir kız çocuğu, ebemkuşağından geçmek istiyordu, daha hiçbir şeyi bilmezken.

O şaşırtıcı biçimde birbirinden farklı ve aynı iki delici bakış arasında, telepatinin kendini hissettirdiği tek bir saniye, inanılmaz güzellikte bir buse; birinin yatağını, diğerinin dudaklarını yakıyordu. Elindeki sigarayı dudak arası yaptığında yerime oturmuştum, üzerinde durmaktan ve konuşmaktan büyük bir hassasiyetle kaçmamızın hiçbir işe yaramadığını sonraları öğrenecektik; soluksuz kalışımızda, titrediğimizde, sokak ortasında bir özlemle sarılışımızda, öğrenecektik birbirimizi. Tüm gizemlerimizi, bir marifetle kapattıklarımızı, zaman zaman açıp gösterdiklerimizi öğrenecektik.

Tüm perdeleri açtım, açmak istedim, paylaşabilmek iyi gelecekti, gelmedi, gelemedi. Tılsımını kaçırdım sevginin, güvercin ıskaladı yemini kanat çırparken. Bir mücevheri bir şekilsizlikten diğerine dönüştürmenin kusurunu çıraklığıma verseler de artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Elinde bir buket pembe karanfil vardı kadının, yürürken gözleri denize doğru bir umut ve kararlılıkla bakıyordu. İyi şeyler yapmanın övüncüyle, turuncu tonlarında bir asaletle, gözlerdeki sevgiyi görmenin mutluluğuyla gülümsüyordu. Başka bir kadında gidiyordu, sırtını dönmüştü arkasında bıraktığı her şeye, siyah kuyruğunda anlaşılmazlığın kanıtı, elleri ceplerinde, üstünde yeşil hırkası, yaramaz bir çocuğun gözlerindeki muzur bakışı çoktan hırsızlamış, bir kez bile dönmeksizin yürüyordu. İki kadınında ardından hüzünle sevginin harmanı bir ses, usulca ‘hoşçakal’ diyebildi. Güvercin, bir gün döner ümidini yitirmemek için hep kanat çırptı. Yeşil gün devrilmiş, eflatun bir gece kapıdan içeri girivermişti. Tüm ıslanmışlıkların ötesinde geç kalmanın bedelini boyun bükerek belli eden bir gülfidanı her şeye seyirci, her zaman seyirci kalmıştı. Grilikten sıkılan hüzün bulutları soyunmaya tam karar vermişti ki, yerlerine beyaz pelerinler sürülmüştü piyasaya.

Bir eylem günü, bacak bacak üstüne atacak kadar umursamaz, güneşin aydınlattığı odanın penceresinden, çatıların üstünden geçen kuşları seyirde olmanın boşluğunda, güvercinin yolda kaldığını hatırlamak boğazıma yumruk yemişim etkisi yaratıyordu. Denizin üzerindeki gemiler süzülüyor gibi görünse de büyük bir mücadele vardı derinlerde. Kalkıp gitmeliydi her şey bittiğinde, aslında bitmezdi hiçbir şey, tekrarlanır durdurdu, bazen tekrarlara çarpar sarsılırdık hatta, ama yine de kandırırdık işte; biter derdik, bitmeliydi, yoksa nasıl taşırdık onca şeyi? Nasıl severdik birden fazla kişiyi, her şeyin bir düzeni olmalıydı ve düzensiz bir düzen kabul edilmezdi, öyle değil mi?

Yapraklarından su tanecikleri damlıyordu küçük kızın, siyah ayakkabılarında beyaz lekeler dizlerine kadar yosun tutmuş bacaklarının ve uzaktan kokusu alınmıyordu yangının, kasırga küllendirip bir an evvel öte diyara götürme niyetindeydi alevleri. Yapılacak en son şey yürümekti, yürüyordu, bir martı siluetinde kız doğuca yürüyordu yangına. Elinde sigara, kömür bir çift gözle içtenlikle bakıp, tonton bir yüzü öpüp ona sarılırken ikisinde de var olan kimlik parçaları kızı umutlandırmıştı. Yangının ardından kırmızı kurdele bele bağlanmayacaktı artık, ağza düğümlenecekti; susturulmalıydı yürekler, bir kadın başka bir kadını sevmemeliydi. Küçük kızın kafası karışmış olmalıydı, bir duş alıp üzerine ahlak dedikleri örtüyü çekip sessiz sedasız değişmeliydi kız. Çaktırılmadan yakılmalıydı her şey, yangın böyle başlamıştı, oysa...

Omurlarımın üstünde sihir geziniyordu sanki, akşamdan geceye uzanışta. Saatler geçiyordu bir yastık ve bir yorgan arasından, nevresim buruş buruştu, terlerimizi geçirmiştik içerisine. Nafile seviş olduğunu biliyordum, bir de! Bu da gelir bu da geçerdi. Son kez göstermişti kendini güneş, gülümsemiş, göz kırpmıştı. Soğuktu aslında hava ama su kaynatmıştı yüreğim. Bilinçaltındaki planlar tutmamıştı, hesaplar ne çarşıya ne pazara uymuştu. Bir kadının aşkı, diğer kadının ayrılığı, bir diğerinin kaçamağı, üç ayrı dünyadan kopma kadın kalıntıları kalmıştı odada, botlar apartman boşluğuna atılmıştı, çekip gitmek için geç kalınmıştı, yinede numune bir gidiş buldum kendime, sonra defalarca denk gelsem, tekrar gitmek istesem de dibi karanlıktı artık kuyunun. Başlangıçsız bitiş diye buna diyordunuz ama yanılıyordunuz; bu aşkın ne başlangıcı ne de bitişi vardı. Güvercin, kanat çırpmaktan bitap düşmüş yine bir elektrik telinin üzerine konuvermişti. Bekleme kararını sonradan vermiş, beklentisiz bekleme olabileceğini göstermeyi hedeflemişti. Her gün bir çağı devirip yerine yeni bir çağı açıyordu. Uçsuz bucaksız yüreğinin her yeri rezervliydi, artık.

Bir düş gibi yaşanmıştı her şey. Bir çırpıda, bir kanat çırpışında, gözlerinin perdesi bir kerecik açılıp kapandığında kendini göstermişti aşk. Paravanın ardından saçları kısa ve dik, gözleri kestane-bal tadında, umursamaz yürüyüşü ve bol pantolonuyla kadın olamamış bir kızın yansıması belirmişti. Güvercin, daha günün doğmadığını düşünmüş, uyanmaya olacağını kim bilebilirdi ki? Turuncu basket topunu saydırıyordum, soluma dönmüştüm yüzümü ve çoktan yola çıkmış bir okun hedefi vurduğunu sonradan anlayabilmiştim. Sonsuz olsun diye verilen kolye, boynunda durdukça, güvercin mavi yolculukları düşünüyordu hep. Kapalı, kilitli kapılar ardında ellerimizi bulmuştuk, okyanusun derinlerine inerken dudaklarımızdı nefessiz kalmamıza neden olan ve acımasız yargının kurbanları olmamızın nedeni sendin. Gülerken tüm güzelliklerin sahibi gibi hissettiğimi hiç bilemedin, oysa.

Kaçamak kalmıştı aşk ve tonlarca insan yığını akmıştı aşkın içine. Çözülemeyen denklem derinlemesine kesmişti kalpleri, yenilmişti kalabalığa asi kız...

Adımlar attım asilikten uzağa, ruhumda vardı gitmek. Hoşça kal demiş kapatmıştım asansörün kapısını, tebessümün feryat anlamını bilmiyordum henüz. Çıktım yolunu aşındırdığım apartmandan. ‘Bir kez gittiğinde bıraktıkların hiçbir zaman bıraktığın yerde olmayacak’ diye mırıldandım içimden ve aslında hiç gitmedim ben, kimseden gitmedim, geride kalan bendim, hiçbir şeye yetişememiştim. Başka bir diyara dönülen yüz, saatler sonra yansımasını görebilmişti nehirde. Yeni şehirde eskiydi, eskitilmişti her şey. Küçük, dar sokak aralarından geçip binaların içine girdim bir süre. Aşka inat dostluk çalmıştı kapımı, dostluk şampanya gibiydi, iyi gelmişti. Şah ve mat deyip tam girmiştim ki heybetli kapıdan, yine sınadılar beni, ısrarla kalmak istedim bu seferi, meğer ısınma turu atıyormuşum aşka. Geleceğini biliyor olsaydım önceden hazırlık yapardım.

Gecenin güne devreden kızıllığında bir yanılgı asıl gerçeği fark etmeme neden oluvermişti. Cesaret önüne geçilmez şiddetteydi, kâğıt parçasına yazılmış bir nakarat, koşuşturmanın içinde bir kadının avuçlarındaydı. Yaz yağmuru çabuk dinerdi ama mevsim kıştı. Acele tavır olgunlukla karşılanmış, ‘ konuşmanın çözemeyeceği yoktur’ tezi tekrar
Kanıtlanmıştı.

Bir yerlerde konuşulmanın can sıkıcılığını saklayamamıştım, içtenlikle başlayan sohbetin boyutları gün be gün değişmişti. Güvercin bıyık altı gülümsüyordu, bir ağacın dalında duruyordu o, uçmaya hazırlanıyor olduğunu göremeyecek kadar neyle meşguldüm ki!
Dünya, turunu tamamlamış, yıldızlar yerini almıştı ve yanlış anlamaların sonucu, dünyaya gözlerini açmıştı bir bebek. Aldırılmakta geç kalınmıştı yasak aşkın meyvesi ve bir annenin kolları arasında çığlık çığlığa ağlamaktaydı. Baba olmaya hazır değildi kadın, kadının içindeki erkek, başka bir aşkın bitişinden sonra yalnızlığını paylaşmak istemişti sadece, kadının aşka gebe olduğunu nerden bilebilirdi ki!?

Hafif bir rüzgâr, bir esinti tadındaydın sen. Denizime doğru gelmiştin. Düğmeleri çözülmüştü yüreğimin. Vaat edilen bir abidenin olmadığını belirtirken sen, ben kumdan kaleler inşa edip aşkımı içine koymuştum bile. Dalgaların hoyrattı! Uzaklığından öte yakınlığın acıtıyordu ve birden serap görmüş etkisi uyandırıyordun. Amfi tiyatroda verilen sözlerin aksine tekrar üst üsteydik! Dünyanın döndüğünü unuttuğumuzu, zilin çalması hatırlattı. Bırakılanlar yada bir türlü bırakılamayanlar kapıda bekliyordu.

Takvim yaprakları uçuştukça kadın sancılanıyordu. ‘ Aşka hamile kalmıştım!’ Güvercin, başımda nöbet tutuyordu geceleri. Yalnızlık eşliğinde doğurdum aşkı. Bu mutluluğu paylaşmam bile kusur sayıldı sonraları. İki kişi arasındaki yaşanmışlık özeldi, biliyordum ama saklayamadım bebeğimi, gizleyemedim sevdiklerimden...

Önce umut gelip yerleşti içime, sevginin her yaptığı vadinin yeşilliğinde yuva hazırlandı sonra. ‘ Özgür ol’ diye uçsuz bucaksız bir cennet ayırt ettirdim yüreğimde sana, yuvanın hemen yanında. Belki bir gece uykudan uyanır, aşkın ağlamasına dayanamayıp onu kucağına alırsın diye düşünmüştüm. Ama sen uyanmadın, hiç uyanamayacaktın. Ben de güvercini aramaya çıktım, düştüm yollara, bakındım ama nafile, onu bir yerlerde kaybettim sanırım. ‘Güvercin gören var mı?’ diye el ilanları bastırmam ayrıca, reklam yasaklı bu topraklarda, protestolar yıllar önce katledilmiş! ‘Güvercin bu gürültüden usanıp gitmiş olmalı’ dedim kendi kendime ve ‘belki bir gün geri döner’ diye mırıldandım.

Herhangi bir orta katta iki şişe kafa kafaya tokuşturulurken nasıl oldu da bebeğimi öldüreceğimi söyleyebildim! Hangi annenin yüreği el verirdi buna? Ve neydi seni rahatlatan bu ölümde, niye gülümsedin öylece?

Aşkın isyanı mor kıvılcımlar saçıyordu sen gülerken ve dudaklarımdan sözler sıçıyordu bir bir. Mantığın zehriyle öldürecektim onu. Tek başına taşıyamıyordu aşk bahanem hazırdı. Kadın, diğer kadının uyanmasını beklerken kendi uyanıvermişti. Bebeğini büyütecekti. Yüreğinde yeri vardı nasılsa, aşkın sırtını kendi varlığıyla giydirecekti, karnını özsuyuyla doyuracaktı. Kadınsız kadınlığını yaşayacaktı ve bir başına sahip çıkacaktı bebeğine. Bir bataklık olsa da ayaklarının altındaki, sağlam basıyordu şimdilerde oraya ve en dibine vursa da kuyunun, avuçlarından hiç bırakmayacaktı aşkını.

Güneşin bulutlar arasından kaçamak bakışlar attığı bir günde, sızıntı yapan okyanusumda gel- gitler artmıştı ve yoldan gelip geçenlerin yüzlerinde bir hüzün vardı hep. Ve tez ulaşmıştı haber, köşeye sıkışmıştım, kaçış yoktu hüzünden. Artık güvercinin yerini biliyordum, bir yolun ortasında bulmuşlar onu, ambulans geç kalmıştı, yüreğine mor bir aşk inmişti ve yığılmıştı oracığa işte. Bir damla gözyaşı yerçekimine yenik düşerken kadeh kaldırdım ardından. ‘Kadın kadına yaşanmış tüm aşklarıma...’

Etiketler: kültür sanat
İstihdam