17/01/2012 | Yazar: Kaos GL

Thomas Hammarberg’in, ’Avrupa’da İnsan Hakları’ kitabı, insan hakları konusundaki siyasi retorikle gündelik gerçekliğin farkını ortaya koyuyor

Thomas Hammarberg’in, ’Avrupa’da İnsan Hakları’ kitabı, insan hakları konusundaki siyasi retorikle gündelik gerçekliğin farkını ortaya koyuyor
 
Nisan 2006’dan bu yana Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri olan Thomas Hammarberg, 47 üye ülkede insan haklarına saygının ve farkındalığın artırılmasına yönelik çalışmalar yapan bir uzman. Ziyaretlerine ve gözlemlerine dayanarak kaleme aldığı ‘Avrupa’da İnsan Hakları’ kitabı, insan hakları konusundaki siyasi retorikle gündelik gerçekliğin farkını ortaya koyuyor. Özgürlük ve adaletin korunmasını şiar edindiğini söyleyen politikacıların uluslararası düzeyde onayladıkları ve iç politikada yer verdikleri standartların uygulanmasında büyük eksiklikler ve vahim hatalar yaşanıyor. 

Ziyaretlerinde insan hakları ihlallerinin mağdurları ve onların aileleri, önde gelen politikacılar, savcılar, hâkimler, ombudsmanlar, dinî liderler, gazeteciler ve sivil toplum temsilcileriyle; mahkûmlarla ve polisle görüştüğünü anlatan Hammarberg, insan haklarına ilişkin uygulamaları çeşitli başlıklar altında ele alıyor. Yabancı düşmanlığı ve kimlik konulu bölümde ırkçılık, yabancı düşmanlığı, İslamofobi, anti-Semitizm, homofobi, transfobi ve çoğunluk grubu tarafından ‘farklı’ olarak değerlendirilen ötekilere karşı yöneltilen diğer düşmanlıkları ele alan yazar, göçmenlere ve azınlıklara karşı nefreti yücelten aşırı sağ partilerin, bugün Avrupa’daki millet meclislerinin çoğunda temsil edildiğini ve sonucun ayrımcılık, toplumlararası gerginlikler ve bazı durumlarda komşu ülkelerle ihtilaf olduğunu söylüyor.

Romanların eğitim, istihdam, konut ve sağlık standartları bakımından çoğunluktaki nüfusların çok gerisinde kaldığının işlendiği bölüm, özellikle ekonomik sorunların yaşandığı dönemlerde günah keçisi haline getirilen Roman halkına yönelik ırkçılığın bütün Avrupa’da yaygın olduğunu ortaya koyuyor. Hammarberg, Romanların tarih boyunca bu olumsuzluklarla karşı karşıya kaldıklarını ve asla haklarını savunamadıklarını belirtirken, İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan Roman soykırımının adının dahi anılmadığını vurguluyor. 
 
Göçmenlik ve sığınma politikalarını değerlendirdiği bölümde, yazar, Avrupa ülkelerinin, göç meselelerine yaklaşımlarını eşgüdümlü hale getiremediğini ve uluslararası anlaşmalarda varılan insan haklarını gözetici kararlara rağmen, ekonomik nedenlerle mülteci akışının durdurulmaya çalışıldığını belirtiyor. Binlerce insanın Akdeniz sularında boğulduğu acı olaylara hemen hiç tepki gösterilmemesi, özgürlükleri ya da hayatların tehlikede olan insanların sığınma hakkı taleplerinin reddedilmesi, insan hakları konusunda yaşanan en önemli ve etkileri dünya çapında hissedilen ihlal.
 
Lezbiyen, gey, biseksüel ve trans bireylerin (LGBT) uğradıkları şiddetin tarihsel köklerinin de ele alındığı homofobi ve transfobi konulu bölümde, bugün Avrupa’nın kamusal söyleminde Nazilerin eşcinsellere karşı kullandığı bazı eski “tezler”in hâlâ duyulduğu belirtiliyor. Ayrıca, kanaat önderlerinin, dinî liderlerin ve öğretmenlerin de ayrımcılığa ve homofobiye doğrudan ya da dolaylı destek vermelerinin, birtakım ülkelerde çok gerekli davranış değişikliklerini geciktirdiği vurgulanıyor. 
 
Avrupa’da 80 milyondan fazla engelli insan bulunduğunu kaydeden Hammarberg, 2006 tarihli BM anlaşmasıyla engellilere tanınan hakların halen bütünüyle yürürlüğe konmadığını; politikaların, engelli kişileri aktif vatandaş olmaya muktedir ve bunu hak eden şahıslar değil, mağdurlar olarak varsaydığını ekliyor. 
 
Hammarberg, çok kapsamlı olduğunu belirttiği “toplumsal cinsiyet” meselesini üç sistematik haksızlık üzerinden ele alıyor: kadınların politik yapılarda yetersiz temsil edilmeleri, maaş kadroları da dâhil olmak üzere emek piyasasında uğradıkları ayrımcılık ve bedensel bütünlüklerine yönelik şiddet. Sonuç olarak, iktidarı ellerinde bulunduran erkek politikacıların ve yasa koyucuların her üç konuda da statükoyu sorgulamaya yanaşmadıklarını ve her anlamda kendi iktidar konumlarını korumayı tercih ettiklerini ortaya koyuyor. 

Nüfus içinde önemli bir yer tutan çocuklarla ilgili sorunların genellikle politika-dışı ve önemsiz addedildiğini hatırlatan Hammarberg, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin yeterli düzeyde uygulamaya konamadığını, çocuklara yönelik şiddet ve cinsel taciz suçlarının önüne geçilemediğini söylerken, ekonomik krizlerle artan çocuk yoksulluğunun gelecekte olumsuz sonuçlar doğuracağını belirtiyor. 
 
Sosyal ve ekonomik haklara ilişkin bölüm, yoksul ve marjinal insanlara dikkat çekiyor. Hammarberg’e göre, seslerini duyurmak için gerekli nüfuz ve fırsatlardan yoksun olan, en sık suça maruz kalan bu kesim, genellikle siyasal partiler ve elitler tarafından ihmal edildikleri duygusunu taşıyor ve resmî makamlara güven duyamıyor. 
 
Polis, mahkemeler ve hapishaneler konulu bölümde, parlamentoların ve hükümetlerin insan haklarını korumak için uluslararası anlaşmaları onaylamasının ve kanunlar çıkarmasının yeterli olmadığı belirtiliyor. Yazara göre, adalet sistemindeki yetersizlik, yozlaşma ve politik müdahaleler, hukukun üstünlüğüne zarar veriyor ve hakları yok sayıyor. 
 
Teröre karşı savaşa ilişkin bölümde terör eylemlerini önlemek ve cezalandırmak için kesinlikle güçlü ve eşgüdümlü hareket etmek gerektiğini, fakat aksi yönde eylemler yapıldığını belirten yazar, sistematik işkence, gizli hapisaneler, mahkemeye çıkarmadan süresi belirsiz tutukluluk, yargısız infazlar ve başka ciddi insan hakları ihlallerine ilişkin giderek daha detaylı ve şok edici bilginin ortaya çıktığını ve bu ihlallerin hepsinin de terörle mücadele adına yapıldığını söylüyor. 
 
Haziran 2011’de “Türkiye’de İfade Özgürlüğü ve Medya Özgürlüğü” başlıklı bir rapor yayımlamış olan Thomas Hammmarberg, basın özgürlüğü ve gösteri yapma hakkı konulu bölümde medyanın görevini, kamuoyunu içeriği ne olursa olsun toplumdaki gelişmelerden haberdar etmek olarak tanımlıyor. Fakat son yıllarda basın özgürlüğüne yönelik tehdidin, gazetecilerin cinayetlere kurban gitmesine kadar vardığına dikkat çekiyor. 

Adil bir toplum 
Ortaya çıkan bu olumsuz tabloya karşın farkındalığın yaygınlaştığını kaydeden Hammarberg, atılması gereken ilk adımın, geçmişte yapılmış büyük insan hakları ihlallerini kabullenmek ve bunlarla hesaplaşmak olduğunu vurguluyor. İkinci Dünya Savaşı ardından şekillenen insan hakları vizyonunun gerçekçi ideallere dayandığını söyleyen yazar, bugün Avrupa’da ve dünyada barışçıl, hoşgörülü ve adil bir toplum için gerekli olan esas değerleri ve standartları belirleyen unsurun bu idealler olduğunu çarpıcı bir biçimde gösteriyor. (Radikal Kitap/Barış Sağlan) 

AVRUPA’DA İNSAN HAKLARI 
Thomas Hammarberg 
Çeviren: Ayşen Ekmekçi 
İletişim Yayınları 
2012, 301 sayfa, 19.5 TL.
 

Etiketler: insan hakları
İstihdam