03/11/2015 | Yazar: Kaos GL

Seni tüketiyordum aşkım. İçindeki pislikleri temizliyordum, işe yarar bir şey kaldı mı geriye diye bakacaktım.

Hasret Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Cansu Yumuşak’ın Ekin rumuzuyla 10. Kadın Kadına Öykü Yarışması’nda yer alan öyküsü: Seni tüketiyordum aşkım. İçindeki pislikleri temizliyordum, işe yarar bir şey kaldı mı geriye diye bakacaktım.

“Ah seni nasıl özledim...

En baştan beri biliyordum, ayrılıklar iyi değildir, mesafeler bizi ağır ağır tüketir. Şimdi, aslında seninle geçirmek istediğim zamanı bir başkasına - veya daha da beteri kendime ayıracağım. Seninle gideceğimiz yerlerde bir başıma oturacağım. Seninle yemek yapmayı ve birlikte konuşa gülüşe yemeyi nasıl da... Bir dakika, biz seninle hiç yemek yapmadık.

Nasıl da ezbere konuşuyorum kaptırınca...

Daima ben yapardım yemekleri, “Çok güzel yapıyorsun!” derdin hep. Bir kere bile mutfakta görmedim seni, ama yapamadığını söylerdin, sana inanırdım. Denemeni, becerememeni ve küçük düşmeni istemezdim. Biliyorum, nefret edersin küçük düşmekten. Yemeklerimizi de sessiz sedasız, adaplı bir şekilde yerdik. Televizyon açık olurdu genelde. Ah o körolası televizyon! O olmasa yine yanıbaşımda olurdun belki. Ellerini omzuma yükler, beni bir yastıkmışım gibi bedeninin altında kıvrılmaya zorlardın. Ben seninle konuşabilmek için çırpınırdım, sense sık sık “Şşşt!” derdin, o sırada televizyonda konuşan kişiyi daha iyi duyabilmek ve bir dakika sonra adamın lafı bittiğinde ona sallayacağın küfürü daha okkalı, daha isabetli bir hale getirmek için. Bu yüzden yalnızca “Ne istersin?” diye sorabildirdim sana, rahat rahat. Çünkü bu konuda konuşmaya oldukça hevesliydin. Sen, ah benim badem gözlüm, canımın içi, evimin ışığı; sen benden ne çok şey isterdin... Sırf isteklerin tamamlanınca dönüp bana gülersin belki diye, -bazen yapardın bunu- bir telaş koşar dururdum evin içinde. Sonra 'çok kıpır kıpırım' diye, 'oturduğum yerde oturamıyorum iki dakika' diye azar işitiridim senden. Bir işi de haddinde yapamam zaten. Senin yanında haddimi aşmam özellikle aptallık. Tüm kadınlardan iyi olmalıyım, ama daima senden kötü olduğumun bilincinde yaşamalıyım. Bunu çok iyi öğrettin bana. Ve ilişkimiz bu sayede sorunsuz ilerliyordu, en azından senin açından.

Ben ise, ne kadar uğraşsam da haddime asla sahip çıkamadığım için, senin yanında daima potlar kırıyordum. Bir gün sana bir şey sormuştum, hatırlıyor musun? Bir şey istemiştim senden: Ben! Aklımı peynir ekmekle yemişim herhalde, yanımdaki dağ gibi gölgene şükretmeyip halen ne istiyorsam... Hatırlıyorum, kelimesi kelimesine, insan kabahatlerini kolay unutmaz çünkü: “Yalnız hafta sonu mu geleceksin hep? Hafta içi de bir gün uğrasan olmaz mı? Çok yalnızım burada, çok özlüyorum seni.” demiştim. Çok iyi hatırlıyorum çünkü bir hafta boyunca, gittiğin o pazartesi sabahından iki saat sonradan, geldiğin o cuma akşamına iki dakika kalana dek belki bin kez oynamıştım bu sözlerle, belki bin kez, ince ince. Ağzıma ezber etmiş, aklıma mühürlemiştim. Cuma gecesi gelir gelmez aldın yine beni kollarına, öptün, öptün, öptün, zevklendin, döküldün bacaklarıma. Ben, sen beni nereye savurursan oraya döndüm kollarında. İlk zamanların ahmaklığındaki gibi sesim falan çıkmıyordu zaten, sımsıkı yumduğun gözlerine bakmaya çalışmakla da uğraşmıyordum. Sadece sen bana biraz daha dokun, bana biraz daha sarıl, beni biraz daha kucakla diye soluğumu tutup sana uyuyordum. İşte yine bitince, çıkıverdi ağzımdan bu soru. Önce tersledin beni, ne kadar sorumlu bir baba olduğundan, ayrıca her ne kadar onu sevmesen de, ne kadar ayrılmak üzere de olsanız dameşine de zaman ayırman gerektiğinden, her hafta sonu buraya gelmenin yeterince zor olduğundan bahsedip durdun. Ben seni dinledim sonuna dek, ve en sonunda en sorulmaz soruyu sordum: “Ne zaman, peki?” Anlamadın önce, “Ne, ne zaman?” dedin; “Ne zaman ayrılacaksınız?” diye su katılmamış bir aptal gibi tamamladım lafımı. Gerçekten bazen haddimi bilmiyorum. Hudutlarımı iyice hissetmemi sağladın ama o gece. Önce küfürle, ufak ufak iteklemelerle başlayıp, ben kendimi koyverip ağlamaya başlayınca da saçlarımdan tutup beni yataktan atarak, her yerimi tekmeleyip yumruklayarak, ulaşabildiğin her köşemde canımı yakarak, anımsayabildiğin her hakareti saydırarak ve nihayetinde çekip giderek cezalandırdın beni. Ben bunu günlerce unutmadım; her ayağa kalkışımda, her uzanışımda, ağzımdaki kırık dişi, gözümdeki morlukları, ellerimdeki sıyrıkları, bacaklarımdaki çürükleri her yokladığımda bedenimin her sınırı elime geldi, sızladı acı acı. Unutmadım ondan sonra hiç. Sonraki hafta gelmedin. İki hafta sonra gelince de uzun uzun surat astın, hala öfken geçmemişti. Ah, ben haddimi hududumu öğrenemeden, ayrı düştüm senden...

Seninle ilk tanıştığımız zamanlarda bilmiyordum başkasının kocası olduğunu. Dört çocuğunun hiçbirinden haberim yoktu. Öğrendiğimde, sen yoktun yanımda. Artık hiç görüşmediğim, artık benimle hiç konuşmayan eski bir arkadaşım anlatmıştı. Ona inanmıştım hemen, sana sormuştum ama yine de. Ah, dün gibi hatırlıyorum, nasıl da dürüsttün... Ne kadar rahatça anlatıverdin her şeyi, en küçük oğlun kucaktaydı daha, sonra ikiz kızlar, onlar ilkokulda, en büyüğü de oğlan, o hayırsız da ancak parası bitince ararmış seni... İnce ince gülümsüyordum seni çocuklarınla hayal ederken, içime tanımadığım bir sıcaklık doluyordu; ama aynı his, yerini buzdan bir katılığa bırakıyordu karını düşününce. “Onu ben bozdum, o yüzden ayrılırken maraz çıkarıyor.” demiştin iğneli iğneli... Beni biliyordun halbuki... Benim senden önce ilişkilerim olmuştu. Benim, senden önce, “zaten bozuk olduğum için” tecavüze uğramışlığım vardı. Sen benim senden öncemi biliyordun. Ben ise seni o gün tanıdım, eskini o gün öğrendim – ilişkimizin başlamasından bir yıl, yedi ay, yirmi iki gün sonra. Beni artık senden başka kimse de sevmezdi zaten, sen öğretmiştin bunu bana.

Ah o anılar, ah o sözler... Duyuldukları andan daha çok yakıyorlar canı, anımsandıkları zaman.

O akşama bakacağım yine, mektubumu bitirmeden. Biliyorum sıkıldın artık ama her gün on bin kez düşünüyorum ben o akşamı kafamda. Cumartesi... En sevdiğim akşam. Sen gelmişsin, upuzun bir gün seninle geride kalmış. Açlığım geçmiş, hafta içi dışarı çıkmamam konusunda anlaştığımız için, yani ben senin istediğini kabul ettiğim için, Cuma geceleri getirdiğin bitmeye, bozulmaya yüz tutmuş bir haftalık market alışverişi poşetinin yırtık, boş dibi kalkmış gözümün önünden. Oh! Kolunun altında bir yastık olmuşum yeniden. Kokluyorum seni, varlığına şükrediyorum gizli gizli. Televizyon açıktı, o lanet televizyonda, o uğursuz ekranda haberler dönüyordu. Ben elimde bir ceviz kıracağı ile, getirdiğin cevizleri ayıklayıp sana veriyordum. Sen de çıtır çıtır yiyor, arada saçlarımdan öpüyordun! Haberleri sunan kadın; saçma sapan, acıklı desen değil, oyuncu desen değil; işte öyle ruhsuz, öyle sahte, öyle titrek bir sesle, bir kadın cinayeti haberi veriyordu. Tecavüz etmişler kadına, akrabaları, sonra başka akrabaları öldürmüşler kadını. Tecavüz uzun uzun anlatılıyordu. Kaç kez olduğu, kaç farklı kişi, kaç başka yerde, silah zoruyla, tehditle, ölüm korkusuyla... Gözlerimi kaçırdım ekrandan, dayanamadım. Tam o sırada fark ettim, zevke geliyordun! Pijamanın önünde, uyanıp başını kovuğundan çıkaran küçük bir hayvan meraklı bakışlarını ekrana dikmişti. İnanamadım. İnanmak istemedim, yüzüne baktım. Bir fotoğraf netliğinde aklımda hala - çenende, sakalına yapışmış bir ceviz parçası vardı – sırıtıyordun! Ceviz kıracağını sımsıkı tuttum elimde, parmaklarımdaki boğumlar bembeyaz oldu. Haber bitti. Haber bülteninin reklama girdiğini bildiren çiğ melodi çalmaya başlarken, dişlerinin arasından “İyi olmuş orospuya,” dedin, “kuyruk sallamasaymış.”

Sonra her şey hemen oldu bitti zaten.

Bacaklarının arasında yükselen o küçük, meraklı, zehirli hayvan bir saniye sonra ceviz kıracağının arasındaydı. Senin gözlerin yuvalarından uğramıştı, bağırıyordun kart sesinle. İki elimle sımsıkı tuttum, çektim tutacağı, koptu o da. Geride neredeyse bir anda beliren kırmızı bir hoşçakal bıraktı. O kirli, o fesat, o kötü niyetli gözlerin bana dönecek oldu sonra, şaşkındın, sen daha anlamadan ben içimi rahatlatmıştım. Ellerinin biri hala omzumdaydı hatta, sımsıkı kolumu kavramıştın, öbüründe de kumanda vardı, nasıl da titriyordu. Bakışların bana dönünce ceviz kıracağının elime oturan iki uzun ince ayağını da gözlerine sapladım. Ağrısını kendi gözlerimde duydum ama, her şeyi bıraktın - beni bile - ellerini gözlerine götürdün bir hışım: “Napıyon lan orospu!”. Seni tüketiyordum aşkım. İçindeki pislikleri temizliyordum, işe yarar bir şey kaldı mı geriye diye bakacaktım. Ama dayanamadım acı çekmene, elimdeki ceviz tabağını yere atıp kırdım, kenarıyla da vücudunda acı içinde debelenen ve açtığım her boşluktan akın akın boşalan kan için boğazından bir çıkış açtım.

Sonra da kalkıp polise gittim işte. Gitmeden seni öpecektim, onun yerine kopuk hayvanını ağzına tıktım, bir daha öyle pis pis konuşma diye. Yaklaşık beş ay oldu, hapisteyim hala. Bırakırlar ama bence. Hiç kimse sevgilileri ayıramaz o kadar uzun süre...

Çok özledim seni. Çok isterdim şimdi o akşamı yeniden yaşayabilmeyi. Bana yaşattığın kabus gibi her gün için yeniden koparıp meraklı hayvanını, oyup gözlerini, seni o kıpkırmızı pis kanının içinde bırakıp, üzerine kapıyı çekip gitmeyi öyle çok isterdim ki...

Her gün seni düşünüp hayalini kuruyorum. Her gün yeniden dilim dilim doğruyorum boğazını, düşlerimde. Beni aşağılayan sözlerinin, o kalın ve tok sesinin uzun ve acılı bir çığlığa dönüşmesi, böğürüp durman, biçare...

Peşini bırakmayacağım, Halil; geleceğim yine.”

-Yine mi yazmış?

-Evet.

-Mezarlığa mektup mu yollayacağız gene?

-El mecbur.

-Ya sabır...

*Siz de öykü, yazı ve deneyimlerinizle KaosGL.org’un kadın sayfasında yer almak isterseniz kadin@kaosgl.org adresine mail atabilirsiniz.


Etiketler: kadın
İstihdam