15/11/2006 | Yazar: Kaos GL

‘Kabullenilmek istiyoruz tüm varlığımızla. Kendimizi kabul ettirmeye mecbur bırakılıyoruz; mecbur bırakılıyoruz bu savaşı vermeye. Bütün derdimiz bu değil mi aslında ‘biz de varız’ diyebilmek, salt insan olduğumuz için… İnsanca, özgürce yaşayabilmek için…’ İzmirli okurumuz Orçun soruyor: Herkes hak ettiği gibi mi yaşıyor?

‘Kabullenilmek istiyoruz tüm varlığımızla. Kendimizi kabul ettirmeye mecbur bırakılıyoruz; mecbur bırakılıyoruz bu savaşı vermeye. Bütün derdimiz bu değil mi aslında ‘biz de varız’ diyebilmek, salt insan olduğumuz için… İnsanca, özgürce yaşayabilmek için…’ İzmirli okurumuz Orçun soruyor: Herkes hak ettiği gibi mi yaşıyor?

KAOS GL

ORCHUN - İzmir

Piyasaya çıktığı günden beri çok sık duydum Demet Akalın’ın ‘Herkes hak ettiği gibi yaşıyor’ parçasını, eminim siz de. Parçanın adı da bu mu bilmiyorum gerçi ama koca şarkıda aklıma takılan söz bu: ‘Herkes Hak Ettiği Gibi Yaşıyor’. Güzel parça Allah var şimdi, duyan kıpır kıpır dans ediyor, yerinde duramıyor. Hatta çoktan arşivinizdeki yerini almış ya da mutlaka internetten indirmişsinizdir. Peki, gerçekten herkes hak ettiği gibi mi yaşıyor?

Daha bu soruyu sorunca bile aklıma sorulması daha öncelikle başka sorular geliyor; yaşamayı hak etmemiz mi lazım? Zaten insan olarak dünyaya gelmekle bu hakka sahip olmuyor muyuz? Ya da kim belirliyor bu hak etme kavramını, kime göre hak etme, neye göre hak etme, neyi hak etme? İnsan olarak zaten sahip olduğumuz bir yaşama hakkımız yok mu? Ya da bahsi geçen ‘yaşam’ hayatımızı nasıl yaşadığımızsa -ki öyle gözüküyor- kim belirliyor kimin nasıl yaşaması gerektiğini ya da bunu hak edip hak etmediğini?

Kendi seçimlerimiz doğrultusunda –ki kesinlikle yıllar önce ‘tercih’ olmadığını fark ettiğimiz cinsel kimliklerimizden bahsetmiyorum- yani aldığımız kararlar sonucu şekillendirdiğimiz hayatımızı hak edip edemediğimizse bunu da ancak biz biliriz, kişinin kendisi. Memnun değilsek bal gibi aldığımız yeni kararlar ve hayata uyarladığımız eylemlerimizle değiştirebiliriz. Ha eğer bahsettiğimiz hiçbirimizin kontrolünde olmayan hatta bazen bu ‘kontrol edememe’den rahatsız olduğumuz, çevremizde kendiliğinden gelişen, zaman zaman başımıza çoraplar ören, kontrollü eylemlerimizi bile etkileyebilen ‘kader’ denen inanış ise Onun için yapılabilecek bir şey yok ama üzgünüm. Önümüze konanı yemek zorundayız bazen. Her ne kadar ‘ insan kendi kaderini kendisi yaratır’ görüşünü benimseyip desteklesem de bunun her zaman böyle olmadığına çok defa şahit olmuş ya da çoğu arkadaşımdan dinlemişimdir hayretle. Gerçekten ‘kader’ diye bir şey var mı yoksa herkes kendi kaderini kendi mi yaratır ya da bu ikisi arasındaki denge ya da gizem değil tabii konumuz ama ister inanın ister inanmayın çok defa Tanrı ya sormuşuzdur ‘bunu hak edecek ne yaptım?’ diye! İşte bu sorunun yanıtını bilen birinin olduğuna inanmıyorum çünkü cevap veren pek olmuyor. Bu nedenle bunun irdelenip yargılanabilecek bir ‘hak ediş’ olduğunu da düşünmüyorum.

Bir de bireylerin birbirlerinin hayatlarını ya da sahip oldukları hakları eleştirdikleri, sonunda cehaletlerinin hacmi kadar yargılayabildikleri ‘hak ediş’ durumu var ki bu sadece bireyler arasında değil bireylerin oluşturduğu toplumun, sosyal kalabalığın, çoğunlukla aynı olmayan ya da sosyal düzen içinde ‘zayıf’ olarak görülen bireyler için de söz konusu. İşte tam bu noktada toplumdaki kadınlar ve eşcinseller geliyor insanın aklına. Şimdi diyeceksiniz ki eşcinseller ve kadınlar farklı ya da zayıf mı? Evet, cinsel kimliklerin ya da cinsiyetin düzene hakim olanlardan farklı olması toplumun geneli için kabul edilemez ve çoğu insanın hak ettiğini ‘hak edemez’ yargısını, bu yargı da ‘farklı’ olan bu zat-ı muhteremlerin zayıf olduğu önyargısını doğuruyor.

Erkek egemen toplumda hatta ‘homofobik’ erkek egemen toplumda hepinizin de bildiği gibi eşcinsel olarak kendine bir yer bulmak hiçte kolay değil. Tabii eğer hareketlerinizi sınırlıyor erkek raconuna uygun davranışlar sergiliyor , ‘heteroseksüel erkek’ rolü yapıyorsanız çok daha kolay işiniz. O zaman bir sorun yok. Ama Bülent Ersoy ve Ebru Gündeş tartışmasında olduğu gibi ‘kırık’sanız yani – ki olabilir - feminen davranışlarınız varsa o zaman işiniz çok zor. Ya sahneye çıkmalısınız bar da meyhanede –yarışmalarda örnek davranışlar sergileyemediğiniz için yeteneğiniz olsa bile elenebiliyorsunuz çünkü– ya da yine toplumun size layık gördüğü yani hak ettiğinizi düşündüğü diğer sanat dallarıyla ilgilenmeli; erkeklerin sosyal statülerine tehdit olmayacak meslekler icra etmelisiniz. Futbolculardan birinin gey olduğu bir tartışma vardı bir aralar, ortalık ayağa kalkmıştı ‘gey futbolcu olamaz’ diye. Bal gibi olur kardeşim, gey olmak ile herhangi bir meslek ya da meslek grubunun uzaktan yakından alakası yoktur. Doktor, asker, futbolcu, dansçı… Hiç fark etmez.

Kim bilir kaçımız cinsel kimliğimiz yüzünden ne ayrımlara maruz kaldık, insan yerine koyulmadık belki, alay edildik, insanların densiz şakalarına maruz kaldık ve acımasızca bu şakalara katlanmak zorunda bırakıldık çoğu zaman, sadece cinsel kimliği yüzünden işinden çıkarılan insanlar tanıyorum. Zevk alemlerinin ‘gözde’si, günlük hayatın ‘ucube’si olduk yüz yıllardır. O kadar korktular ki varlığımızdan kendi varlıklarından; sınırlaya sınırlaya, hayatımıza engeller koya koya sonunda eskisinden de daha gizli, daha karanlık, daha ‘yok’ oldu, yok sayıldı hayatlarımız.

Bence homofobi toplantılarına ya da seminerlere biz eşcinsellerin yanı sıra heteroseksüellerde davet edilmeli! Öğrenmeli ve korkmamalılar, özgür bırakmalılar; önce kendilerini sonra eşcinselleri. Bunların yanı sıra okulda ve okul dışında, her fırsatta, her yerde, bu konularda eğitimler verilmeli, yok sayılmamalı eşcinsellik, lezbiyenlik, biseksüellik. Eğitilmeli gençler ki kim olduklarının farkına varmaları gereken yaşta varsınlar, cinsel ayrımcılığa maruz kalmadan rahatça kabullenip özgürce, beraber ve daha sağlıklı yaşayabilmeli yeni nesil. Öyle eğitilmeli ki gençler eşcinselleri aşağılayan ‘ibne, top’ , kadınları aşağılayan ‘karı’ gibi küfürler bile kalkmalı literatürden. Tamam, tamam, fazla şey istiyorum galiba ama olmayacak şeyler değil, bir yerlerden birileri başlamalı. Toplumumuzun görünmeyen, yok sayılan kanayan yarası olmaktan çıkmalı bu mevzu. Bu anlamda KAOS GL’nin dernek olabilmek için verdiği hukuki mücadeleye ve yaşananlara hepimiz şahidiz. Ülkemizdeki hukuk sisteminin, yönetenlerin ve dışımızda yönetilenlerin yapılmak istenenlere ve yaşananlara bakışı ortada. Ancak cinsel kimliği ya da herhangi bir nedenle ayrıma maruz kalmaz, saygı duyulur, sınırlandırılmazsa; özgür bırakılırsa işte o zaman seçimleri doğrultusunda herkes hak ettiği gibi yaşayabilir.

Kadınlar da ben kendimi bildim bileli toplumda kendilerine sosyal statü edinme çabasında ki birçoğu bunu başardı, başarıyor. Bilmiyorum ne kadar farkındayız ama bazen kadınlarında bu düzen içinde var olabilmek için olduklarından farklı gözükmek zorunda kaldıklarını diğer bir deyişle ‘saklandıklarını’ düşünüyorum zaman zaman. Erkek egemen toplumun her alanında, sistemin keyfini sürenlerle eşit haklara sahip olmaksa feminizm kesinlikle ortak paydadayız feministlerle. Daha üstün ya da baskın olmak değil eşit hak ve fırsatlara sahip olmak aslında istediğimiz.

Hangisinin tarihi daha eski bilmiyorum, eşcinsellik mi feminizm mi? Çok da önemli değil aslında hangisinin daha eski olduğu; önemli olan hem feministlerin hem de eşcinsellerin, herhangi bir ayrıma uğramadan ‘herkes ile eşit haklara sahip olmak istiyoruz’ çığlığı. Kabullenilmek istiyoruz tüm varlığımızla. Kendimizi kabul ettirmeye mecbur bırakılıyoruz; mecbur bırakılıyoruz bu savaşı vermeye. Bütün derdimiz bu değil mi aslında ‘biz de varız’ diyebilmek, salt insan olduğumuz için… İnsanca, özgürce yaşayabilmek için…

Bütün bu okuduklarınızı bir düşünün şimdi… Kendi anılarınızı katın üstüne, yorumlarınızı, düşüncelerinizi… Sizce de herkes hak ettiği gibi (mi) yaşıyor?
Etiketler:
İstihdam