19/10/2022 | Yazar: Cansu Erginkoç

Av. Kerem Dikmen: “Hiç şüphe yok ki bugün Türkiye'de aile bir kriz içerisinde. Ama o kriz, istihdam krizi, elektriğini suyunu ödeyememe krizi, gıda bulamama krizi.”

“Hiç şüphesiz bugün aile bir kriz içinde” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun 3 Ekim’de Twitter hesabından, başörtüsüne ‘yasal güvence’ çağrısına Ak Partili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan 'anayasal güvence' önerisi geldi, siyaset gündemi bir kez daha “başörtüsü tartışması”na döndü. Erdoğan'ın talimatıyla hazırlanacak pakette LGBTİ+lara yönelik yaptırımlar da öngörülüyor.

BBC'den Ayşe Sayın'ın haberine göre muhalefet kulislerinde Erdoğan’ın bu öneriyi, “Altılı masada çatlak yaratmak için” koyduğunu savunanlar da var.

AKP’nin seçime giderken, İstanbul Sözleşmesi’ne karşı olan Saadet Partisi gibi muhafazakar tabana sahip partileri tutum almaya zorlarken, karşı çıkan partilere de “eşcinselliği savunuyorlar” söylemi üzerinden hedef alma taktiği izleyeceği yorumları yapılıyor.

“Temel tereddüt, özgürlükçü olmayan iklimde anayasa tartışması yapılması”

Kaos GL'nin Hukuk Koordinatörü Av. Kerem Dikmen KaosGL.org’a verdiği demeçte ekonomik krizin sokağın tek gündemi iken siyasetin bir anda başörtüsüne döndüğüne değindi:

“Türkiye uzun zamandır insan hakları krizinin etkisinde ve bu insan hakları krizi de aslında 2016 sonrasında ilan edilen OHAL koşullarında derinleşti. Şimdi ise insan hakları krizine ekonomik krizin de eşlik ettiği ve hatta derinleşen etkisini daha büyük bir nüfus üzerinde hissettiren ekonomik kriz aslında bir anda sokağın tek gündemi olmuştu. Olmuştu diyorum, çünkü bir anda kendimizi başörtüsüne kanuni güvence vermek üzere başlayan bir siyasal tartışmanın getirdiği anayasa tartışmasında bulduk.”

Dikmen, “iklimin özgürlükten yana olmadığı, iklimin insan haklarından yana olmadığı ve insan hakları ve özgürlük karşıtlarının politik olarak güçlü olduğu veya devlet erkini elinde tuttuğu dönemlerde yapılan anayasa değişikliklerinin daha özgürlükçü, daha insan haklarından yana bir ortamı getirmediğini biliyoruz.”

Dikmen, değişiklik öngörülen üç maddeyi değerlendirdi. Dikmen 10. maddeye ilişkin, anayasamızda 10. maddenin biraz ayrıntılı bir düzenleme içerdiğini belirtti:

“Temel olarak bu ayrıntılı düzenleme eğer gerçekten özgürlükler alanını genişletecekse hiç şüphesiz 10. maddede sayılan ayrımcılık formlarının içerisine cinsel yönelimin, cinsiyet kimliğinin, cinsiyet ifadesinin, cinsiyet karakteristiğinin yerleştirilmesi gerekir. Böylece bu anayasa daha katılımcı ve bütün toplumun ihtiyaçlarını karşılayan bir anayasa olabilir.” 

Ancak mevcut tartışmanın bu minvalde olmadığını belirten Dikmen, “Eğer anayasalar herkesin metni olma iddiasıyla yola çıkıp seçmeli olarak özgürlük alanlarını güvence altına alırlarsa aslında bu onları bir temel hak metni olmaktan çıkarır. Dolayısıyla evet, Türkiye'de bir anayasa değişikliği ihtiyacı var, her şeyden önce bu özgür bir tartışma ortamının sağlanarak özgürlükçü bir iklime kavuşmamızla alakalı. Ve elbette vicdan ve din özgürlüğü de anayasal bir güvence altına alınmalıdır ama ideal olan bütün özgürlük alanlarını güvence altına alacak topyekûn bir anayasa değişikliğidir. Bugünkü koşullarda bunun yapılamayacağını görüyoruz. Dolayısıyla haklar arasında bir hiyerarşi yoktur. Haklar arasında bir hiyerarşi gören bir anayasa değişikliği hak alanlarını genişletmez, daraltır” dedi.

“Ailenin korunması adına atılan birçok adımın kadınların, LGBTİ+'ların güvencelerini azalttığını gördük”

İstanbul Sözleşmesi'nin feshini hatırlatan Dikmen, 41. madde özelinde ise şunları söyledi:

“Bugünün parlamento çoğunluğu ailenin korunması adına ne yaptı diye son yıllara baktığımızda aslında ailenin korunması adına atılan birçok adımın kadınların, LGBTİ+'ların güvencelerini azalttığını gördük. En yakın örneği, İstanbul Sözleşmesi. İstanbul Sözleşmesi ile ilgili tartışma da ailenin korunması baz alınarak başladı.”

Dikmen, mevcut anayasal değişikliği gerekli görenlerin zaten 2008, 2010 ve 2017 anayasalarını yazanların kendisi olduğunu kaydetti:

“Bugün ailenin korunması için anayasal değişiklik yapılması gerekir diyenler zaten bugünkü anayasayı yazanların kendisi. 2008-2010-2017... Aslında değişiklik yapılması söylenen maddeler zaten değişiklikleri yapmışlar ve bu metinleri kendileri yazmışlar. Dolayısıyla eğer anayasa aileye karşıysa, aileye karşı bir anayasa yazanlar aslında bugün bu anayasayı aileyi korumamak gerekçesiyle değiştirmeye çalışanlardır demek mümkün. Bu durum böyle olamayacağı için demek ki aslında aileyi koruma adına yapılan birtakım değişiklikler sonuç olarak yine hak alanını daraltıcı değişiklikler olacak. “

“Hiç şüphesiz bugün aile bir kriz içinde”

Hükümetlerin önceliğinin insanların bu acil yaşamsal ihtiyaçlarını gidermek ve giderirken de bu ihtiyaçların giderilme yöntemlerini anayasal güvence altına almak olması gerektiğini hatırlatan hukukçu, yapılan değişikliğin bunun yerine aile dışındaki ilişkileri gayrimeşru ilan edecek bir zeminde ilerlerse bu özgürlükçü bir anayasa olamayacağını belirtti:

“Hiç şüphe yok ki bugün Türkiye'de aile bir kriz içerisinde. Ama o kriz, istihdam krizi, elektriğini suyunu ödeyememe krizi, gıda bulamama krizi. Hükümetlerin önceliği insanların bu acil yaşamsal ihtiyaçlarını gidermek ve giderirken de bu ihtiyaçların giderilme yöntemlerini anayasal güvence altına almak olmalı. Yoksa bugün anayasanın 41. maddesi eğer LGBTİ+'lara dönük ayrımcılığı değiştirecek, aileyi kutsal hale getirip aile dışındaki ilişkileri gayrimeşru ilan edecek bir zeminde ilerlerse, ki bu zeminde ilerletildiğini görüyoruz, bu asla özgürlükçü bir anayasa değişikliği olmayacaktır ve toplumun bütün bileşenlerinin bu tür bir değişikliğe itiraz etmesi gerekir.”


Etiketler: insan hakları, nefret suçları, aile, siyaset
İstihdam