20/08/2013 | Yazar: Ömer Akpınar

‘Kim sevmedi söyle seni Sayın Başkan’ sözleriyle tanıdığımız şarkıcı ve besteci Hüseyin Badıllı, kaosGL.org’a Gezi Direnişi, LGBT mücadelesi ve müzikle ilgili görüşlerini anlattı.

“Kim sevmedi söyle seni Sayın Başkan” sözleriyle tanıdığımız şarkıcı ve besteci Hüseyin Badıllı, kaosGL.org’a Gezi Direnişi, LGBT mücadelesi ve müzikle ilgili görüşlerini anlattı.  
 
Hüseyin, pek çok kişi seni ve müziğini Gezi Direnişi’ne destek için hazırladığın ‘Sayın Başkan’ adlı şarkıyla tanıdı. Bu fikrin nasıl ortaya çıktığını kısaca anlatır mısın?
Elbette ki şarkıda geçen analizin ve anlama durumunun bir geçmişi var. İçimde ve etrafımda, dünyada olup bitenleri gördükçe hayata devam edebilmek için bazı sebep – sonuç ilişkilerine ihtiyaç duyuyor insan. Kimi bunu Tanrı’da, kimi eşyada, kimi politikada ve bazılarımız bilim, sanat ve felsefede buluyor. Aksi takdirde hayattan, insanlardan ve de toplumdan sürekli olarak kendini soyutlamak pek mümkün. Bu sebeple bir süre psikoloji, çocukken öğrenilen ve de maalesef yaşam boyu tekrar edilen paternler üzerine okudum. Sana yasaklar getiren, sözlü ve fiziksel şiddet uygulayan, yolda patlamaya hazır yürüyen ve seni bir bakışıyla dünyanın en mutsuz yerine; seni suçlu hissettirmeye çalışarak kendi dünyalarına çekmek isteyen insanların ’neden böyle davrandıklarını’ anlamaya çalıştım. Ve başlangıç noktası olarak elbette kendimi seçtim. Çünkü aslında birçok şeyi başkasında ama kendimize yapıyoruz. Ve şarkıyı toplumda dini, ırkı, cinsiyeti kullanarak kendilerini gerçekleştirmeye çalışan, sadece otorite kurarak yaşamaktan başka bir varoluş biçimi bilmeyen insanlar için yazdım ve çok daha önceden başlamıştım yazmaya. Uludere katliamı yaşandığında ve ardından kürtaj yasağı getirildiğinde, Reyhanlı patlaması yaşandığında ve ardından alkol yasağı getirildiğinde, şarkı kendi kendine oluşuyordu zaten. Gezi Parkı direnişi ve bu direnişten aldığım güç şarkının tam olarak şekillenmesine sebep oldu. 
 
Gezi’nin ardından bu kez de lezbiyen, gey, biseksüel ve transların (LGBT) Gezi’den çok daha uzun süredir devam eden direnişine dair Ayna adlı bir şarkı hazırladın. LGBT’lerin hak ve özgürlüklerine sahip olması, çok büyük lafların ötesinde, Hüseyin için ne ifade ediyor?
Türkiye “gelişmekte” olan ülkeler arasında yer almakta. Maalesef şarkı yapacak o kadar çok konu var ki! Ve bu konulardan biri elbette LGBT. Şarkıyı yaparken ortak, direkt, suçlayıcı olmayan ama yüzleştiren ve mesafeli bir dil kullanmayı seçtim. Çünkü yaptığınız işi kişiselleştirdikçe amaç değişebiliyor ki benim amacım yine “Sayın Başkan” şarkısındaki gibi bir tavır sergilemekti. Sonuçları aynı olan sebeplerden bahsediyoruz iki şarkıda da. İnsanlar öldürülüyor farklı gibi görünse de bir yerde aynı sebepten aslında. Zira şarkının sözleri son halini alana kadar en az 10 kere empati ve sağduyu süzgecinden geçti. Ahmet’in (Yıldız) hikâyesini düşündüğünüzde sizi sarsan, gözlerinizi karartan, yarattığı korkuyla sizi esir alan duyguları kontrol altına almazsanız amaç ve empatiden uzak davranışlarla, yapacaklarınız çok başka olacaktır. Ve benim de ilk yazdığım sözler inan bana bu kadar sağduyulu değil. Kendimi daha saldırgan, daha suçlayıcı bir noktada yakaladığım oldu. Ama işte asıl bu noktada farkınızı ortaya koymanız gerekiyor. Ahmet’in, Dora’nın hayatına son verenlerle bir şekilde aynı noktada buluşmak, benzer tepkileri vermek sadece korkuma hizmet edecekti ki amacım bu değildi. O yüzden şarkıyı kişisel bir boyuttan daha evrensel bir noktaya taşımaya çalıştım. Şarkıyı hetero – LGBT ayrımı yapmadan “Bu konu; yeryüzünde yaşayan, yüreği çarpan, hisseden, empati kurabilen her insan için ne ifade ediyorsa benim için de onu ifade ediyor” şekline getirmekti amacım. Sanırım şarkı bu sebeple de yerine ulaşıyor.
 
“Neden korkuyorsun benim kendim olmamdan?” diye soruyorsun bu şarkıda. Şanlıurfa’dan İstanbul’a ve oradan Rotterdam’a uzanan bir hayat öykün olduğu için sormadan edemeyeceğim. Farklı yerlerde kendin olmak konusunda ne gibi zorluklar yaşadın?
O kadar aynıyız ki! Uzun süre yaşadığım bu farklı üç şehirde edindiğim tecrübeler beni öyle bir noktaya getirdi ki; insanların her yerde aynı korku ve problemlerle birbirine benzer yollarla farklı din ve diller üreterek yaşamaya, korkularıyla baş etmeye çalışıyor olması. En çok karşılaştığım, en başta anlamakta zorlansam da artık eğlendiğim, bana öğrenmem ve de kendimi korumam için en çok malzeme veren konu; özellikle yeni tanıştığım insanların sanki programlanmış biçimde genel olarak aynı şekilde davranması ve ayni yargı ve sorularla gelmesi. Hangi ülkeden olduğunun bir önemi yok. Urfa’da İstanbullu, İstanbul’da Urfalı, Hollanda’da Türk, Hollanda’da yaşayan Türk’lerin arasında Hollandalı kalmak herhalde beni en çok eğlendiren durum şu anda. İnsanlarla konuşurken beyinlerindeki çekmecelerin “error” verdiğini görmek enteresan. Ve sen ne yaparsan yap baĞzı insanlar seni görmek istedikleri gibi görüyorlar çünkü kendi ‘comfort zone’larından uzaklaşmak istemiyorlar. Bilmedikleri duygularla dolu bir yolculuğa çıkmaktansa seni kendi eksenleri etrafında dönmekten ibaret yolculuklarına zorla dâhil etmek istiyorlar. Bu durumda senin de ‘kendin olmaya çalışmaktan’ başka yapabileceğin bir şey yok, çünkü onlar seni nasıl olsa istedikleri gibi görecekler.
 
‘Sayın Başkan’ şarkında geçen “bırak bizi konuşalım bildiğimiz dilde” sözlerinin bende uyandırdığı ilk şey anadilde eğitim olmuştu. Hollanda’da yaşamanı da fırsat bilip bir yanıyla göçmenler, diğer yanıyla da Kürtçe üzerindeki kısıtlamalara dair neler düşündüğünü öğrenmek isterim.
Daha önce de belirttiğim gibi Uludere yaşandığında şarkıya başlamıştım. Ve Kürtler ve de Kürtçe üzerinde yapılan baskılar ve kısıtlamalar elbette sadece bu hükümetin yarattığı bir konu değildir. Bundan önceki hükümetler ve hepimiz bu kısıtlamalara farkında olarak ya da olmayarak katkıda bulunduk yıllarca ve çoğumuz seyirci kaldı. Ta ki Gezi Direnişi ile kendimiz aynısını yaşayana kadar. Bahsettiğin gibi göçmenlik ve entegrasyon konuları çok önemli ve sürekli gündemde olan bir konu Avrupa’ da. Fakat izlenen stratejiyi oldukça eski, oryantalist ve amaçtan uzak buluyorum. Bence “Entegre” yerine “Empati” denirse herkes bir rahatlayacak. Kimse kendini, kendinden ve geçmişinden vazgeçmek zorunda hissetmeyecek böylece. “Entegre”nin ancak iki tarafın eşit şekilde aktif olarak birbirlerine tecrübe ve bilgilerini saygı çerçevesinde aktardıkları, birbirlerini anladıkları bir etkinlikler zinciri olduğunu düşünüyorum. “Entegre”nin tek tarafın sürekli kendini değiştirmesiyle başarılacağına inanmıyorum. Ki olmuyor zaten. O yüzden Türkiye’de iktidar tarafından yapılmaya çalışılan “açılım” empatiden, dürüstlük ve gerçeklikten uzak olduğu sürece başarılı olmayacaktır. Gerçek açılım ve entegrasyon için bakiniz Gezi Parkı Direnişi diyorum ben. Medeni öldürüldüğünde halkın empatisi ve empatik davranmayanı uyarması, eğitmeye çalışması paha biçilemez bir tecrübeydi benim için. 
 
Politikayı bir kenara bırakırsak, yaptığın müziği “Mezopotamya mirasını cazla birleştiren” bir tür olarak tarifliyorsun. Önümüzdeki yıllarda müziğinde nasıl bir yolda ilerlemek istiyorsun?
Geçtiğimiz yıl bu iki stilin, (buradaki müzik eleştirmenlerinin yaptığı yorumdan alıntılayacak olursam) “organik” bir biçimde birleştiği, kendi şarkılarımda uzun hava ve caz emprovizelerinin buluştuğu Safran adını verdiğim ilk albümüm Hollanda’da çıktı. Safran’ı üç yıl önce kurmuş olduğum Quintet’imle kaydettik ve konserlerimize hâlâ devam ediyoruz. Bir yandan master yaptığım konservatuarda vokal koçluğu yapıyorum. Sanırım bu iki stil sürekli hayatımda ve müziğimde olacak. İki ayağım gibiler. Birinden biri olmazsa ilerleyebileceğimi düşünmüyorum. Albümü Türkiye’de çıkarmak ve bir konser turu yapmak yakın planlar arasında. Bunun yanı sıra Hollanda’da çıkaracağım ikinci albüm için çalışıyorum. Görsel ve disiplinler arası sanat beni en çok etkileyen ve beslendiğim alanlar. İkinci albüm farklı disiplinlerin buluştuğu performanslara dayalı İngilizce - Türkçe bir albüm olacak. 
 
kaosGL.org’da LGBT öğrenciler için bir tür kişisel üniversite rehberi dizisi yayınlamaya başladık. Müzikle ilgilenen, hayatının merkezine müziği koymak isteyen gençler için ne gibi önerilerin olabilir?
“Dünya sürekli değişen ve her şeyin birbirine geçtiği bir süreçte ve kimse bundan iki yıl sonra yeryüzünün nasıl bir biçimde olacağı, dolayısıyla sanatın ve performans sanatının nasıl bir yöne doğru gideceği konusunda bir öngörüye sahip değil. Eski kurallar artık uygulanamıyor ve yeni kuralları hatalar yaparak ve deneyerek bizler bulacağız. Başarılı olmak, star olmak gibi kavramların formülleri artık bilinmiyor ve eski formüller artık kimseye samimi gelmiyor. Bilge ve yaratıcı bir biçimde kendiniz olarak hayatınıza devam edin. Nasıl bilge olunacağını bilmiyorsanız bilge insanları taklit edin ve onlar gibi davranın. Bu dünyanın bilge ve yaratıcı insanlara ihtiyacı var...” Kendime tavsiye olarak aldığım The Sandman’in yaratıcısı ünlü İngiliz yazar Neil Gaiman’ın bir sanat okulunun mezuniyet töreninde yaptığı konuşmanın bir bölümü :)
 
Son olarak, Türkiye’deki LGBT’lere ne söylemek istersin?
Hepsini İstanbul’da en son yapılan onur yürüyüşünde gösterdikleri yaratıcı ve cesur performanslarından dolayı tebrik ederim. Hazırladıkları pankartlarla tarih yazdılar. 

Video Haber İkon  İlgili Video:


Etiketler: kültür sanat
nefret