17/02/2021 | Yazar: Yıldız Tar
BÜLGBTİ+’dan Mert 2017’den beri okulda LGBTİ+’ların neler yaşadığını, kulüp kapatmaya giden süreçteki usulsüzlükleri ve dayanışmayı anlattı: LGBTİ+’ları yok etme çabasında başarılı olamayacaksınız, her kulüpteyiz!
2021’in ilk anlarından itibaren gündemimiz Boğaziçi Üniversitesi. Melih Bulu’nun üniversite dışından bir isim olarak üniversiteye rektör olarak atanması tepki topladı. Eylemler iki aya yakın bir süredir devam ediyor. Öğrenciler ve akademisyenler “Kayyum Rektör istemiyoruz” diyor. Üniversite polis ablukası altında, birçok şehirdeki eylemlere polis saldırdı, beş yüzden fazla kişi gözaltına alındı. Tutuklama ve ev hapsi kararları da cabası…
Bütün bunlar olup biterken bir yandan da LGBTİ+’lara karalama kampanyaları devreye sokuldu. Ocak ayında başlayan bu kampanya, Boğaziçi Üniversitesi’nde açık çağrıyla gelene eserlerin yer aldığı sergideki bir kolaj çalışmasının Boğaziçi İslam Araştırmaları Kulübü (BİSAK) tarafından sosyal medyada hedef gösterilmesiyle hız kazandı.
Hükümet’in her kademesinden LGBTİ+’ları hedef gösteren açıklamalar geldi. Bütün bu süreç bir gece yarısı operasyonuyla Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü’nün kapatılmasına evrildi.
Kulübün kapatılmasına giden süreci, kulüp üyesi Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi Mert’le konuştuk. Okuldaki I. Kayyum dönemi olan Mehmed Özkan’ın rektörlüğünde kulübe baskıların arttığını anlatan Mert, okuldaki eylemleri, sergiyi, sergide hedef gösterilen eseri, kulüp odasına polis baskınını, usulsüzlükleri ve Özkan dönemi uygulamalarının nasıl Bulu döneminde kulüp kapatmaya vardığını anlattı.
I. Kayyum dönemi: Burs iptali, etkinliğe sansür ve dahası
Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri olarak 2021’in ilk gününe nasıl uyandınız?
2021’de yeni bir rektör atamasının gerçekleşeceği bizim malumumuzdu, okulda sürekli konuşuluyordu. “Kim gelecek, acaba gelecek olan gideni aratacak mı” diye hafiften güllüm konuşmalar dönüyordu aramızda. Ama gece 00.00’da bir anda okula hiç isminin dahi düşünülmeyeceği bir kişinin atandığı haberi geldi. Şok yarattı. Herkes için şok ediciydi. Kimse böyle bir atama beklemiyordu. İlk atama politik anlamda rahatsız edici ve yanlış bir yöntem olsa da okuldaki akademisyenlerin büyük bir bölümünün rahatsız olmayacağı bir insanın getirilmesiyle yapılmıştı. O zamanlar okul dışından bir insanın getirilmemişti. Seçilmiş ve oyların çok büyük bir çoğunluğunu alan Gülay Barbarosoğlu atanmadı, hatta istifa ettirildi. Onun yerine Mehmed Özkan atandı. Okul içinden birisiydi. Ama yine de öğrenciler tarafından eylemler yapıldı ama akademisyenler tarafında olay, “Hayır çocuklar, yapmayın çünkü o bizim kültürümüzü biliyor, Boğaziçili, burada hocaydı zaten” şeklindeydi. Ve hocalar eylemlerin önünde etten bir duvar oluşturdular. Biraz da eylem kırıcılık yapmış oldular. Bunlar ben gelmeden bir sene önceki olaylar. Geldiğim sene de devam ediyordu. Bizzat yaşamadım ama anlatılanlardan biliyorum.
O dönem, “Boğaziçili ve Boğaziçi değerlerine sahip çıkıyor” denildiğini ben de hatırlıyorum. Peki, Özkan LGBTİ+’lar açısından da böyle miydi? “Bu değerlere” sahip çıkan bir Rektör müydü?
Özellikle bu bahsettiğimiz söylem ve argümanlardaki “Boğaziçi kültürü” beni çok rahatsız eden bir ifade. Bu övülen Boğaziçi kültürü o kadar da muhteşem bir şey değil. “Biz Rektör atamasına karşıyız çünkü Boğaziçi kültürü bozulacak” argümanı hiç doğru değil. Hayal edilen o kültür aslında evrensel, insan haklarına saygılı bir yaşam alanı olması. Ama Boğaziçi’nde özellikle Özkan döneminde yapılanlara baktığımızda evrensel insan haklarına saygılı bir kültürün hiç de olmadığını görüyoruz. Bunun örnekleri de LGBTİ+’ların Özkan döneminde yaşadığı olaylar. İlk geldiği sene BÜLGBTİ+’nın düzenlediği Hande Kader Bursu’nu iptal ettirdi. O sene bir performans gecesi vardı, Akit’te haber oldu ve okuldan “hemen bu etkinliği iptal edin” çağrısı geldi. Gittik, konuştuk ki bu aslında o döneme kadar yapmadığımız bir şeydi. O döneme kadar kulüp Rektör’le görüşmeyi reddediyordu. Ama etkinlik iptaline varınca mecburen görüşülmesi gerekti. Görüşmeler sonucunda etkinliğin ertelenmesi ve duyurulmaması sonucu çıktı. Bu da bir sansür sonuçta. Kayyumun LGBTİ+’ları baskıladığı bir yöntemdi. Bu örnekler çoğaltılabilir. 2019’da yine yapay bir gündem oluşturuldu ve BÜLGBTİ+ sosyal medya üzerinden hedef gösterildi. Mehmed Özkan’ın ve o dönemki idarenin aldığı tavır tamamen mağdur suçlayıcılıktı. Biz okulla görüşmeye gittiğimizde, biz linç edilirken bizi suçladılar. Yalnızlaştık, ötekileştirildik hatta iki arkadaşa da o dönemde disiplin soruşturması açıldı. Mehmed Özkan’la birlikte biz ne kadar Boğaziçi’nden olsa da kayyumun kendisini atayan iktidar ve zihniyetin bir ürünü olduğunu anladık. Boğaziçili olup olmaması bir şeyi değiştirmiyor. Onu oraya getiren o gücün istediklerini yapmakla görevli.
TIKLAYIN - “LGBTİ+ düşmanı kayyumların sultasını kabul etmeyeceğiz”
“Biz Mehmed Özkan’dan gördük LGBTİ+’ların kayyumlardan neler çektiğini”
Yeni Akit gibi temel görevi LGBTİ+ düşmanlığı olan, gazete demeye bin şahit bir yayın organının şak diye yazdığını tak diye uygulayanların olması çok garip geliyor bana. Hande Kader Bursu’nda da büyük bir sevinçle haber yaptığımı, ben haberi yayınladıktan beş dakika sonra bursun iptal edildiğini hatırladım… Tam buradan istersen Melih Bulu’nun atanması sürecine ve nefret kampanyalarına geçelim istiyorum. Ocak ayının ilk günleri nasıl geçti?
Bizim okul bu sene diğerlerine nazaran geç başladı. Dolayısıyla Ocak ayında sınavlara az kalan bir dönemdi. Gecenin yarısı öğrenciler kayyum atamasının gerçekleştiğini öğrenince ne olup bittiğini anlamaya çalıştı. Çok hızlı gelişen bir süreçti. O dönemki organizasyon hatta çok alelaceleydi. Hemen Güney Kapı önünde açık duyurusu yapılan bir eylem düzenlendi. Herkes de çağrıldı. Ben o dönemde İzmit’te ailemin yanındaydım ama beş farklı canlı yayını izleyerek takip etmeye çalıştım. Öğrenciler sloganlarını atıyor, halay çekiyor, protesto ediyordu. Daha sonrasında kuzeyde forum yapıldı. Ardından tekrar güney kampüse gidilmek istendi. Melih Bulu’nun güney kampüste olduğu haberi gelmişti. Bulu’nun gelişiyle birlikte inanılmaz bir polis ablukası yaşandı. Güneye en başta kimsenin girmesine izin verilmedi. Daha sonra öğrencileri almaya başladılar ama bu sefer ne mezunlar içeri girebildi ne de Boğaziçi Üniversitesi’nden olmayan, dayanışmaya gelenler girebildi. Bazıları içeri girebildi, bazıları giremedi. Orada da gerilim oldu.
Ertesi gün öğrendik ki yaşananlar öyle böyle büyütülmemiş. Abuk sabuk haberlerle direnişe gölge düşürülmeye çalışılmış… Gazetelerden öğrendik ki “DHKP-C marşları eşliğinde halaylar çekilmiş”. Oysaki oradaki marş da Ruhi Su’nun şarkısının bir versiyonu yani… İktidar öyle bir sistem kurmuş ki medyada, insanlar bir gündemi konuşmaya başladığında hemen elinin altındaki gazetelerle, yayın kuruluşlarıyla birilerini hedef gösteriyor. 2019 yılında tam da Suriye’de bir savaş patlamışken ve Türkiye de buna dahil olmuşken BÜLGBTİ+’nin attığı mail üzerinden bir ay geçmesine rağmen sosyal medyada paylaşılmış ve Akit, Yeni Şafak gibi gazeteler büyüttü büyüttü ve hedef gösterildik. Benzerini İstanbul Sözleşmesi’nde de gördük. Boğaziçi olaylarında da yine LGBTİ+’ları hedef gösterdiler. Havin ve Yıldız başta olmak üzere LGBTİ+’lar hedef gösterildi. Daha sonra eylemlerdeki gökkuşağı bayraklarına geldi sıra. Yine malum gazeteler haberler yaptı. Okul içinde de bir yandan konuşuldu bu konular. Okul içinde de “Olayı saptırmayalım, asıl konumuzda kalalım” söylemlerini duyduk. Ama zaten asıl konumuz, kayyumluk dediğimiz şey hepimizi ilgilendiren bir şey. Biz Mehmed Özkan’dan gördük LGBTİ+’ların kayyumlardan neler çektiğini. Dolayısıyla bu eylemlere daha ilk günden itibaren LGBTİ+’ların katılmasından daha doğal bir şey olamaz. Kendimizle çok alakalı bir konuda elbette katılacağız. Burada ben ortak bir düşman yaratma çabası görüyorum. Daha önce düzenlediğimiz İstanbul Sözleşmesi etkinliğinde Esra Aşan çok güzel anlatıyordu bu stratejiyi. Halkın büyük bir kesimini karşısına konumlandırabileceği bir kimlik olarak LGBTİ+’ları buluyor hükümet. Ve onu sürekli hedef göstererek, bir ikilik oluşturarak ilerliyor. Aynısını Boğaziçi Üniversitesi’nde de yaptı.
TIKLAYIN - Gözaltına alınan LGBTİ+ aktivistlerine çıplak arama ve cinsel şiddet tehdidi!
“Yasalar üzerinden değil kamuoyu gündemi üzerinden cezalandırmalar yapılıyor”
Sence bu stratejisi başarılı oldu mu? Bütün bu çabaya rağmen bir yandan da bir sürü insan, bir sürü kurumun gökkuşağı bayrağını sahiplendiği bir sürece girdik. Çok amiyane tabirler, “bu toplum ibneleri asla kabul etmez” diye bir önyargı var sanki. LGBTİ+’lar bu toplumun parçası değilmişçesine…
Bence gerçekten de tüm yapılmak istenene rağmen çok güzel bir yere doğru ilerledi süreç. Yakından takip edebildiğim için okuldan anlatmak isterim. LGBTİ+’lar okuldan çok güzel destek gördük. Boğaziçi Dayanışması “Hepimiz LGBTİ+’yız” gibi bir söylemle destek oldu. Çok doğru bir söylemdi. O gün hedef gösterilen LGBTİ+’lar olsa da ileride bir gün başkaları da gösterilecekti bir yandan da. Bu dayanışmayı görünce çok mutlu oldum. İktidarın artık “ortak düşman” yaratmakta başarılı olamadığını ve bu algının kırıldığını gördük. Yapılmaya çalışanların herkes farkında bir yandan da. O dayanışmayı gördüğümde çok mutlu oluyorum.
TIKLAYIN - Boğaziçi’nde hedef gösterme, soruşturma ve LGBTİ+’lara karşı nefret kampanyası
Bir yandan kampüse Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri dışında kimsenin giremediği bir süreçten geçtiğimiz için yaşananlardan kamuoyunun da çok fazla haberi olamıyor. Bu sebeple hep dışarıdan bakabiliyoruz.
Eski Boğaziçililer, mezunlarımız şu an kampüse giremezken içeride bir sürü polis var. Her gün nöbet sonundaki yürüyüşümüzde arkamızda bir sürü polisle yürüyorduk. Okulun asıl sahipleri okula giremiyorken polis okulda. Kapının önünde çift sıra halinde sürekli polis bekliyor. Her gün en az üç otobüs polis görüyordum. Bazısı uzun namlulu silah taşıyan polislerin arasından geçerek okula girebiliyorduk. Ben mesela çok kere nefret söylemine maruz kaldım oradan geçerken. Anlatılanlardan duyduklarım kadarıyla engelli arkadaşların da çok fazla zorluk yaşadığını biliyorum. Kampüsün erişilebilirliği o kadar düştü ki. Kimse o kampüse girerken can güvenliği varmış gibi hissetmiyor. Polisler istedikleri her şeyi yapıyor, kendi bildiklerini okumaya devam ediyor.
Bir yandan da direniş ve polis şiddeti devam ediyor. Gözaltı ve tutuklamalar çok yoğun şekilde ilerliyor. Özellikle gözaltı ve tutuklamalarda bir yandan Boğaziçi öğrencisi olmayanları gözaltına alıp, tutuklama kararı çıkartmaya çalışıyorlar. “Bunların derdi Boğaziçi değil” demeye çalışıyorlar. Doğru. Derdimiz Boğaziçi değil sadece. Kayyum sistemi. Nitekim bu süreçte Boğaziçili olmayan arkadaşlarımızın başına asla hak etmedikleri birçok şey geldi ama Boğaziçililere verilen destek Boğaziçili olmayanlara verilmiyor. Boğaziçililerin duruşmalarında Twitter sallanırken, ertesi günkü duruşmada ses seda olmuyor. Bunu durdurmak gerekiyor. Ortak bir dayanışma sergiliyorsak yapılan adaletsizliklere karşı ortak ses çıkartmalıyız. Benim arkadaşım gözaltında ona ses çıkarayım ama başkasına çıkarmayayım diyemeyiz. Yasalar üzerinden değil kamuoyu gündemi üzerinden cezalandırmalar yapılıyor. Kararlar hukuk üzerinden değil, kamuoyu üzerinden veriliyor maalesef.
TIKLAYIN - BÜLGBTİ+: “Açıkça fiziksel şiddet, yaşam alanımıza yöneltilen ciddi bir tehdit”
“LGBTİ+ bayrağı neden suç unsuru oldu?”
BÜLGBTİ+’nın kapatılmasına giden süreçte de çok bilgi kirliliği vardı. Bir sergiye anonim olarak yollanan bir eser üzerinden başlayan süreci de aktarabilir misin?
O sergi birkaç gündür devam eden bir sergiydi. Senin de dediğin gibi anonim toplanmış eserler sergileniyordu. Bir sürü de eser vardı. Karikatürler, kolaj çalışmaları… Onlardan bir tanesi de olay yapılan Kabe figürünün olduğu kolaj çalışmasıydı. Bir dönem çalınmıştı o eser. İki üç gün ortada yoktu. Tutanak da tutuldu. Kim aldı, ne yapıldı bilinmezken bir anda geri bulundu. Sergilenmeye devam etti. Yine bir gün sergilenecekleri alanlara götürülürken her gün olduğu gibi öğrenciler tüm eserleri asıyordu. Bütün eserleri yere konulup, kaldırılıp asılıyor. O sırada bu eserin fotoğrafı çekiliyor ve internette paylaşılıp olay yaratılıyor. Sanki kasten o eser yere konulmuş gibi yansıtılıyor ama öğrenciler bütün eserleri toplayıp, alıp asıyor. Sergi sonuçta bu.
O sergi belki hiçbir kulübe bağlı değildi ama aynı zamanda Boğaziçi’nin sergisiydi. Nitekim resmin üzerinde LGBTİ+ bayrakları olması ve bir sanat eseri olması nedeniyle hedef gösterilen iki kulüp oldu. Biri BÜLGBTİ+’ydı, diğeri Güzel Sanatlar Kulübü’ydü. Ertesi gün biz kulüp odamızın basıldığını öğrendik. Polisler kameralarıyla gidip, etrafı karıştırıp videolar çekmiş. Bu videoları da daha sonra basına servis ettiler. Ama yayınlanan videolar öyle güzel montajlanmışken hangi odada olduğunu asla anlamıyorsun. GSK ve BÜLGBTİ+ odası sanki aynı odaymış gibi, bir odada arama yapılmış gibi bir durum da yaratmışlar. Videoda sayılan ya da haberlerde sayılan “suç unsurları” ise LGBTİ+ bayrakları ve pankartlar ile bir kitaptı. Nasıl nefret odaklı bir işlem olduğunu buradan anlıyoruz. LGBTİ+ bayrağı neden suç unsuru oldu? Bir anda bir olay yaratıp “suç unsuru” olarak sayıp el koydular. Odaların da kapısını kilitlediler. Şu an ne öğrenciler ne de kulüp danışmanları o odalara giremiyor. Çünkü Melih Bulu’nun emriyle kapatılmış. Soruşturma devam ederken kullanılmasına izin yok. Ama bu olayda da öyle usulsüzlükler var ki sinir bozuyor. Yapılan baskında herhangi bir kulüp üyesi ya da danışmanı yer almadı. Biz içeri giren polisin oraya bir şey bırakıp bırakmadığını bilmiyoruz. O kitabın nereden geldiğini bilmiyoruz. Daha önce ne odayı ortak kullandığımız BÜKAK ne de BÜLGBTİ+’dan bir üye o kitabı görmemiş. Bir gün bir baskın oluyor, içeride sadece polisler ve içeri sokulmayan sözde soruşturmanın objektif olduğunu garantileyecek bina amiri ve güvenlik amiri var. Tutanak tutulmuş ama tutanak da kimseye gösterilmiyor. Odayı kapattıkları için içeriye zarar verip vermediklerini bilmiyoruz.
Bu sergideki bu eserin bu kadar gündem olması da problemli. İfade özgürlüğünün olduğu, hukuk devletinde yaşıyorsak bir eser üzerinden iki kişinin tutuklanması nasıl mümkün? Belki sizi rahatsız ediyordur o eser. Mesela Boğaziçili Müslüman arkadaşlar çok güzel bir metin yayınladı. Tutuklamalara karşı çıktıklarını söylediler. Bir üniversitede yapılmış bir eser varsa öğrenciler, akademisyenler bu konuyu konuşabilir, üzerine yazı yazabilir, neden beğenmediğini açıklayabilir. Sanat eseri eleştirilebilir ama bir kamuoyu yaratarak, hedef göstermelerle iki kişinin tutuklanması en başta ifade özgürlüğüne ters.
TIKLAYIN - Melih Bulu, Boğaziçi LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü’nü kapattı!
Ve derken kulübün kapatıldığını gece yarısı Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un attığı bir tweetle öğrendik… BÜLGBTİ+ da bizle birlikte mi öğrendi bu kararı?
Kulübe asla herhangi bir bildirim gelmedi o gün. Melih Bulu bir anda yapılan usulsüz baskında elde edilen sözde delillerle ve kulübün düzenlemediği bir etkinlik üzerinden kulübü kapatmış. Neye dayanarak bu kararı aldığını hiçbirimiz bilmiyoruz. Biz de kararı gece yarısı tweetle öğrendik, ertesi günü kulübe bildirildi. Üniversite teamüllerine göre de kulüp böyle kapatılmaz. En başta Kulüpler Arası Kurul’dan bu kararın çıkması daha sonra adım adım bürokraside ilerlemesi ve en son Rektör’ün imzacı olması gerekiyor. Ama gecenin bir yarısı Melih Bulu böyle bir belge hazırlıyor, daha sonra da bunu Fahrettin Altun Twitter’da paylaşıyor ve böylece öğreniyoruz. Gece yarısı 2’de paylaşılan bir belgeyi ondan saatler önce yapılan ve 159 kişinin gözaltına alındığı eylemin gerekçesi olarak da sundular. Kimsenin haberinin olmadığı bir karar vardı ortada. Kısaca tamamen temelsiz ve usulsüz bir şekilde kulüp kapatıldı. Delillerin güvenirliği yok. Zaten kulüple alakalı olan bir şey değil…
TIKLAYIN - BÜKAK ve BÜLGBTİ+: Bu baskın ve soruşturma iddiası LGBTİ+’lara bir saldırıdır
“Bu yaşananlar sadece bir kulübün kapatılması değil”
Çok ilginç bir geceydi o. Gözaltıları takip ederken gece birden böyle bir belgeyle karşılaştık. Ve belge imzalı da değildi. İletişim Başkanı imzasız, Melih Bulu’nun adının olduğu bir belge paylaştı. Bu kararın ardından BÜLGBTİ+’nın “aday kulüp” statüsünde olması da ayrıca vurgulandı. 2014 yılındaki başvuru 7 yıldır aday statüsünde mi bekletildi? Boğaziçi Üniversitesi’nde bildiğim kadarıyla bu kadar uzun süre bekletilmiyor başvurular…
2014’te ilk başvurular yapılıyor. Okuldaki tüzüğe göre de üç akademik dönem boyunca yazdıkları tüzükte varolan etkinlikleri gerçekleştiren kulüpler aday kulüplük statüsünden resmi kulüp statüsüne geçiyor. Benim de okula ilk geldiğim sene olan 2017 senesinde BÜLGBTİ+’nın aslında resmi kulüp olması gerekiyordu. Nitekim dört yıl boyunca her bunu gündeme getirdiğimizde çeşitli bahanelerle engellendik. Bize her seferinde farklı beyanlar verdiler. “Şu an hazır değiliz” de dendi, “Siz zaten kulüpsünüz” de dendi. Biz ısrar ettiğimizde mesela Öğrenci İşleri Dekanlığı’ndan görüştüğümüz insanların birisi kulüp olduğumuzu, diğeri ise aday kulüp olduğumuzu söylüyordu. Bu cevaplar duruma göre de değişiyordu. Bir olay çıktıysa bize aday kulüp olduğumuzu, başka bir taleple gittiğimizde kulüp olduğumuzu söylüyorlardı. Bu da Mehmed Özkan döneminin, ilk kayyum döneminin LGBTİ+’lara baskı politikalarından birisiydi. Her şeyi tamamlamış olmamıza rağmen resmiyet kazandırmamak için ellerinden geleni yaptılar. 2017’de karar alınması ve resmi kulüp olması gerekiyordu ancak erteledikçe ertelediler. Bugün kulübün kapatılmasının en büyük nedenlerinden birisi de bu aday statüsü. O gün Mehmed Özkan’ı savunanlar, Mehmed Özkan’la beraber bu gecikmeye neden olanlar bugün kulübün kapatılmasına neden olan insanlar bir yandan da.
Bu yaşananlar sadece bir kulübün kapatılması değil, LGBTİ+’ların var olmasını engelleme çabası. Bunu bildiğimiz için biz de sadece bir kulüpte olmadığımızı, her kulüpte olduğumuzu söyledik. LGBTİ+’ları yok etme çabasında başarılı olamayacaksınız. Her kulüpteyiz. İlla BÜLGBTİ+ olmasına da gerek yok, LGBTİ+’lar her yerde var olmaya devam edecek. Hiçbir sonuca varmayacak bir karar.
TIKLAYIN - LGBTİ+ dernekleri: Göğe bakalım, gökkuşağına bakalım!
Senelerce gri alanda tutarak, ne olduğu belirsiz bir halde tutarak kriz anında kapatılmasına yol sağlanıyor. Bir Türkiye geleneği de sanki bir yandan bu durum. Bütün düzenlemeleri iktidarın işine gelecek şekilde esnetmek… Ama takip edebildiğim kadarıyla kulübün kapatılmasına büyük bir tepki de geldi. Neredeyse bütün kulüpler isimlerinin sonuna LGBTİ+ ekledi. 2013’te okuldan ayrıldığım zamanı hatırlıyorum ve bu kadar büyük bir destek hatırlamıyorum. Muazzam bir destek. Bu nasıl oldu?
Çok güzel bir destek aldık gerçekten. Çünkü herkes farkındaydı artık. Kayyumun yapacağı ilk işlerden birisinin LGBTİ+’lara saldırmak olacağını ilk günden beri anlatmaya başlamıştık. Kulüp kapatılmasının altında herhangi bir dayanak olmadığı için, usulsüz olduğu için, üniversite yönetmeliklerine aykırı olduğu için çok büyük bir tepki de topladı. Çok güzel bir dayanışma örneği bence. Kulüpler ortak bir metin hazırladı, bunu yayınladılar. Okuldaki direnişçi diğer toplulukların da ortak çabasıyla bahsettiğin eylem yapıldı. Kulüpler kendi isimlerine LGBTİ+ ekledi. BÜLGBTİ+’nın kapatılmasına karşı yürüyüş düzenlendi. BÜLGBTİ+ adının olduğu pankartlar kayyumluk önüne bırakıldı. Hepimiz ortak bir baskıya karşı çıktığımız için de mümkün oldu bu.
Böyle bir usulsüzlük söz konusuyken herhangi bir kulübün kapatılmayacağının garantisi de yok. Bugün bize yapılan yarın yine aynı usulsüzlüklerle başkalarına yapılabilir. Bizle kalmayacaktır. Diğer kulüpler de bir yandan bunun farkında. Bu okul ve bu kulüp birçok olay yaşadı ama belki de en dayanışma gösterilen olaylardan birisi de buydu. Kapatılma tabiki üzücü bir olay ama en azından okulca sahiplenilmediğini görmek, kapatılan kulübün de bu kararı tanımadığını bilmek moral verici. BÜLGBTİ+’nın mail adresi, websitesi kapatıldı ama sosyal medya mecralarında hâlâ aktif olarak yer almaya devam ediyor. Sözde Rektör, sözde bir belge imzalamış. Ne olmuş yani? Kulüp hâlâ çalışmalarına devam edecek. O makamı işgal eden bir kişi var ve bir karar alıyor…
Etiketler: insan hakları, nefret suçları, eğitim