12/06/2018 | Yazar:

Müzeye ilk zamanlarından beri dahil olan queer feminist aktivist Bosold’a “ibne” müzesini, geçirdikleri süreçleri ve “Kadın Yılı”nı sorduk.

İbne Müzesi’ne bir bakış: İkilikler, ötekilik ile başlıyor Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Kaos GL’nin Aralık- Mart 2018’de Abud Efendi Konağı’nda düzenlediği Koloni sergisini Berlin’e davet ederek sergiye Mart-Nisan ayları süresince ev sahipliği yapan Schwules Museum yetkililerinden Birgit Bosold ile konuştuk. Müzeye ilk zamanlarından beri dahil olan queer feminist aktivist Bosold’a “ibne” müzesini, geçirdikleri süreçleri ve “Kadın Yılı”nı sorduk.

Schwules Müzesi 1984’te kurulmuş. Kuruluş sürecini ve eski Berlin Müzesi iken “Schwules/ İbne” müzesine dönüşme hikayesini dinleyebilir miyiz?

1984’te Berlin’in tarihi ve resmi müzesi olan o zamanki Berlin Müzesi’nde bir sergi düzenlenmişti. O zamanlar Berlin hala duvarla ikiye bölünmüş haldeydi ve müze Batı Berlin tarafındaydı. O zamanlar müzede korumalık gibi çeşitli görevler yapan bir grup öğrenci vardı – tabii hepsi eşcinseldi. Zamanla sanat ve müze ile iyi ilişkileri sayesinde müze direktörünü Berlin’deki gey ve lezbiyenlerin tarihini anlatan bir sergi organize etmeye ikna ettiler. Sonunda bu sergi için bir fon bularak lezbiyen grupların da katılımıyla sergi için bir araya gelerek çalışmaya başladılar.

Böylelikle “Eldorado” isimli bu sergi o zamandan bu yana LGBTİ camiada en ünlü çalışmalardan biri oldu. Eldorado ayrıca 1920lerde Berlin’deki cinsel özgürlük hareketleri sırasında ünlü olan queer bir kulübün ismiydi; aynı zamanda Christopher Isherwood’un Goodbye to Berlin romanında bahsedilen kabarenin de adıydı. Buradan anlayabileceğiniz gibi Eldorado hem ikonik bir mekan hem de ikonik bir kelimedir bizim için. Sergi de düzenlendiği sırada 40.000 ziyaretçi ile zamanının en başarılı sergilerindendi. Ama tabi bir sürü kişi de hem müzeyi hem sergiyi barındırdığı “kirli şeyler”den ötürü bolca eleştirmişti. Bu olumsuz eleştirilere rağmen, birçok gazete sergiden bahsetti ve bu çalışma Berlin toplumu tarafından tanınarak oldukça başarılı oldu.

Yine aynı dönemde müzede, adını 20. Yüzyılın başındaki kültür reformundan alan “Lebensreform (hayat reformu)” düzenlendi. Bu toplumsal hareket aslında LGBTİ toplumuyla yakından ilgili olsa da sergide hareketteki LGBTİlerin öneminden hatta varlığından bile bahsedilmemişti. Bu da haliyle gey ve lezbiyen toplumunu oldukça rahatsız etti. Böylelikle eğer kimse bizim tarihimizi araştırmak, incelemek ve sergilemek istemiyorsa, kendi işimizi kendimiz yapmalıyız gibi bir algı oluştu. Bunun sonucunda Schwules Müzesi’ni kurmaya karar verdiler. O zamandan bu yana müze birçok çalışmaya ve etkinliğe ev sahipliği yaparak git gide büyüdü.

Her etkinlikte veya sergide sanatçılar, politik gruplar veya sanatseverler sergiye gelirken kendi materyallerini de getirirler; mesela, fotoğraflar, kişisel eşyalar, yayınlar, vb. Bu sayede müzede oldukça geniş bir arşivimiz de var. Örneğin, arşivlerimizde ve koleksiyonlarımızda 1,5 milyon belge, mobilyalar, oldukça büyük bir tişört koleksiyonu, düğmeler, kalemler ve ‘pembe şeyler’ koleksiyonumuz var. Gördüğünüz gibi LGBTİ özgürleşmesiyle ve hareketiyle ilişkilendirilebilecek büyük bir koleksiyonumuz da var müzede. 

“Schwules” dememizin sebebi de bildiğin gibi Schwules Almanca’da ibne demek. Gey özgürleşme hareketi 1968-70lerde başladığında, lezbiyen ve gey topluluklar birlikte mücadele ediyordu. Ve bu mücadele içinde lezbiyenler de kendilerine “gey” diyorlardı, bu yüzden müzenin isminde o zamanlarda ekstra bir ayrıştırmaya gidilmedi.

Bu sene Schwules Müzesi’nde “Kadın Yılı” ilan edildi. Bu şekilde bir temayı nasıl belirlediniz? Amaçlarınız ve bu yıl için planlarınız nelerdi?

İşlerimizi böyle feminist konulara adamak için birçok sebebimiz olduğunu düşünüyorum. Bildiğiniz gibi geçtiğimiz Ekim’den beri dünyada “#metoo” kampanyası başladı, ama biz esasen 2019’u “Kadın Yılı” olarak ilan etmeyi planlamıştık zaten kampanya başlamadan önce. Ama hem bizim çevremizde kadınlara yönelik işlerin artması hem de kampanyanın etkisiyle biz de esen bu feminist havayı sezerek bu yılı kadın yılı olarak belirledik.

“Me too (Ben de)” kampanyası, kültür sanat sektöründeki cinsiyetçi yapılanma ve cinsiyetçi tavırları ortaya çıkardı. Bu şimdiye kadar hiç bu denli tartışılmamıştı çünkü film sektörü oldukça liberal olarak bilinen bir sektördür. Bu yüzden kampanya, aslında toplumun bu çok ‘özgürlükçü ve eşitlikçi’ kesiminin bile ne kadar cinsiyetçi olabileceğini göstermesi açısından oldukça önemli oldu. Mesela, Almanya’da araştırma yapan bir kurumun elde ettiği istatistiklere göre devletin fonladığı filmlerin sadece %15’i kadın yönetmenler tarafından yapılıyormuş. Aynı şekilde müzelerde kadın sanatçıların işlerinin oranını araştıran bir sanat kolektifi vardı. Onların çalışmaları da gösterdi ki müzelerde kadın temsili oldukça az. Maalesef bunun işin kalitesiyle falan da bir ilgisi yok, bu başlı başına bir cinsiyetçilik.

Bu bilgiler ışığında bizim Kadın Yılı’mız da LGBTİQ camiada, sanatta, sinemada veya organizasyonlarda kadınların ne kadar marjinalize edildiğine değiniyor. Kişisel olarak benim için bu gerçeklerle yüzleşmek oldukça üzücü, çünkü toplumsal cinsiyet konusunda özgürleşmeye çalışan bir hareketin içinde bile erkek-kadın, cis – trans, siyahiler veya etnik gruplar – beyaz insanlar arasında bir asimetri var. Bu da bize gösteriyor ki insanlar bambaşka yerlerden konuşsalar da güç ilişkileri halen yerinde duruyor.

Bu yılın temasıyla amaçladığımız asıl şeyler de cinsiyetçilik, kadın görünmezliği, kadın nefreti, ötekileştirme gibi konuları queer feminist bir bakış açısıyla tartışmaya açmak. Hegemoni ve üstünlükleri tüm hatlarıyla konuşmak tartışmak istiyoruz; çünkü benim içn queer demek tüm güç yapılanmalarını tartışabilmek demek.

Kadın Yılı çerçevesinde ne tür etkinlikler düzenleyeceksiniz? Sergiler, dersler, tartışmalar ve okumalar yapacağız. Ayrıca birkaç küçük sürprizimiz de var. İyileşme ritüelleri ve eylemler de düzenleyerek bu yılı yalnızca içerik olarak değil form olarak da feminist yapmayı amaçlıyoruz.

Tüm bu etkinlikler, gösterimler, tartışmalar biraz önce bahsettiğimiz kadınların az temsil edilmesi, feminist ve queer hareketlerin tarihi, cinsellik ve cinsel özgürleşme gibi konuları kapsayacak.

Bildiğimiz üzere Kaos GL’nin organizatör olduğu ve ilki İstanbul’da sergilenen Koloni sergisi de Kadın Yılı çerçevesinde ve Kaos GL ile dayanışmak için müzenize davet ettiğiniz bir çalışma. Davetinizin arkasında başka nasıl motivasyonlar vardı?

Bu aslında tesadüf oldu biraz. Aykan bize sergiden ve içeriğinden bahsettiğinde serginin bizim belirlediğimiz konseptlere ne kadar uyduğunu fark ettik. Daha geniş bir perspektiften toplumdaki güç yapılanmalarını kapsıyordu.

Koloni ayrıca bizim için yılın ilk sergisiydi. Ve demin de dediğim gibi serginin daha geniş sorgulama alanı açması bence bir mucizeydi bizim için. Çünkü sergi temelde ikilikleri sorguluyordu ve bu bizim için harika bir başlangıç noktası.  Doğa – kültür ikiliği, insan – insan olmayan ikiliği, erkek – kadın ikiliği…

Şöyle söyleyebilirim ki ikilikler aslında “ötekilik” ile başlıyor, çünkü ikiliklerin içindeki taraflar arasında hiçbir zaman bir denge olmuyor. Mesela birçokları için ilk cinsiyet erkek ikincisi kadın. Yani insan pozisyonunu özneyi ve özne olmayı tanımlayarak alıyor zaten. Mesela, tam/ bütün veya ‘normal’ olmayan bedeni tam bedene bakarak tanımlarız. Bu bağlamda ikiliklerin başlangıç noktası da hegemoni ve üstünlükle tanımlanıyor. İşte sergide bunun sorgulanması bizi çok etkiledi ve davetimizde esas etkenlerden biri oldu. Ayrıca sergi queer bir şekilde düşünmenin kapılarını da açtığı için bu yapılanmalar arasındaki kesişimselliği de gözden kaçırmamamızı sağlıyor. Koloni sergisi, güç ilişkileri içindeki kesişimsellik ve ötekileştirmenin farklı stratejileriyle uğraşıyor. Ahh bir de kişisel olarak onun feminist yapısını çok sevdim!

Queer sanatı LGBTİ ve Queer aktivizm içinde nerede görüyorsunuz? Mesela bizde Koloni gibi çalışmalar pek yaygın değil. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Bana göre feminist, lezbiyen ve queer hareketlerin tarihinde kültür sanat ve sanatçılar çok önemli bir rol oynuyor. Geçmişe baktığınızda sanat mekanları, galeriler vb oldukça marjinalize edilmiş yerlerdi. Ama hareketin gelişimi ve canlılığı içinde sanatın etkisi ve mücadele edilen konulara kapsayıcı yaklaşımı zaman içinde anlaşıldı. Fakat bu anlaşılma halen bütünsel değil. Almanyada queer perspecktifler, queer politikalar vs hala marjinalize edilmiş durumda. Berlindeyken “Off gerçekten bütün dünya queer” gibi bir algı oluşuyor insanda ama gerçekler öyle değil. Orda bile merkezden 10 km dışarı gittiğinizde bütün durum değişiyor. İşte bu “queer balon” hissi. Maalesef queer sanattaki bu ilerici yaklaşımlara rağmen bu halen Almanya’nın gerçekliği de değil.

*Bu röportaj Kaos GL Dergi’nin 160. sayısında yayınlandı.

Kaos GL Dergi'yi online okuyabilirsiniz

Dergiye; online aboneler dergi websitesinden ulaşabilir. Basılı halini edinmek isteyenler ise kitapçılardan yeni sayıyı satın alabilirler. Dergiyi internetten satın almak için ise Notabene yayınları ile iletişime geçebilirsiniz. 


Etiketler: kültür sanat
İstihdam