08/10/2024 | Yazar: Kaos GL

Kaos GL Derneği’nden Aylime Aslı Demir’in de konuşmacı olduğu, Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi'nin düzenlediği Sansür-Otosansür Konferansı’nda LGBTİ+’lara yönelik sansür konuşuldu.

“İktidar ilişkilerinin var olduğu her yer, direnişi örgütlemenin potansiyelini de taşır” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Fotoğraf: Arzu F.Güngör

Türkiye'de sansür ve otosansürün kültür ve sanat alanındaki etkileri, Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi tarafından İstanbul’da düzenlenen "Mevcut İktidarın Kültür Politikaları: Sansür- Otosansür Baskısında Kültürel Kapan" başlıklı konferansta ele alındı. 5-6 Ekim’de gerçekleştirilen etkinlikte, akademisyenler, yönetmenler, sanatçılar ve aktivistler sansürün değişen yüzünü ve farklı alanlardaki yansımalarını detaylı bir şekilde ele aldı.

Konferansın açılış konuşmasını tiyatro kuramcısı ve akademisyen Süreyya Karacabey yaptı. İlk günün oturumlarında, "Sansür-Otosansürün Görünme Biçimleri" ve "Kültür Politikaları ve Sansür" başlıkları altında çeşitli sunumlar gerçekleştirildi.

Akademisyen Sonay Ban, "2000 Sonrası Türkiye'de Film Sansürü: Değiş(k)en Mekanizmalar ve Aktörler" başlıklı sunumunda, film sansürünün artık sadece devlet müdahaleleriyle sınırlı olmadığını belirtti. Ban, sansürün karmaşık ve çok katmanlı bir hale geldiğini vurgulayarak, devlet dışı aktörlerin de sansürün yayılmasında rol oynadığını ifade etti. "Devlet, belirli bir manevra alanı bırakarak kendisine bağımlı kıldığı üçüncü şahıslar aracılığıyla sansür uyguluyor" diyen Ban, günümüz dinamiklerini anlamak için sansür kavramının yeniden tanımlanması gerektiğine dikkat çekti.

Yapımcı Yamaç Okur, "Dijital Alanda Sansür-Otosansür: Ekonomik ve Yasal Zemin" başlıklı konuşmasında, dijital platformlarda yaşanan sansür ve otosansür pratiklerini paylaştı. Okur, Netflix gibi dijital platformların sansüre maruz kaldığını ve içeriklerin siyasi nedenlerle iptal edildiğini örneklerle anlattı. "İçerik denetlemeleri bazen sahnelere, repliklere kadar inebiliyor" diyen Okur, yapımcıların devletin destek mekanizmalarından yararlanabilmek için projelerinde değişiklik yapmak zorunda kaldığını belirtti. Ekonomik çıkarlar ve devlet baskısının sanatçılar ve sektör üzerinde büyük bir baskı oluşturduğunu, bazen bu baskı ve sansürün sektör çalışanları tarafından da icra edildiğini vurguladı.

Gazeteci ve kültür-sanat yazarı Özlem Altunok, "Kültür Sanat Alanında Sansürün Değişen Biçimleri ve Otosansüre Evrilişi" başlıklı sunumunda, sansürün yalnızca devlet kaynaklı olmadığını, otosansürün de giderek yayıldığını ifade etti. Altunok, 2000'li yılların başında farklı toplumsal konuların sanat alanlarında görünür olmaya başlamasıyla sansürün daha karmaşık bir hal aldığını belirtti. Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde sansür mekanizmalarının güçlendiğini ve sanat kurumlarının bazen devlet gibi hareket ederek kendi içlerinde sansür uyguladığını söyledi.

Kürt sinemasında sansür ve otosansür

Yönetmen ve yapımcı Kazım Öz, "Kürt Sinemasında Sansür ve Otosansürün Etkileri" başlıklı konuşmasında, Kürt sinemasının varoluş mücadelesini ve karşılaştığı sansür uygulamalarını anlattı. Öz, Kürtçenin sansür mekanizmalarına nasıl takıldığını ve kendi filmi "Zer" ile yaşadığı sansür sürecini paylaştı. Devletin filme müdahalede bulunarak bazı sahnelerin çıkarılmasını istediğini, buna karşılık filmi karartılmış sahnelerle gösterme kararı aldığını belirtti. Kürt sinemasının üretim ve dağıtım aşamalarında da büyük zorluklar yaşadığını vurgulayan Öz, “belki de yeni bir Yılmaz Güney’in ortaya çıkmaması için” Kürt filmlerinin özellikle uluslararası film festivallerine dahil edilmemesi için iktidarın yoğun çaba harcadığını dile getirdi.

Akademisyen Banu Karaca, "Kültür Politikaları ve Sanatta Sansür: Süreklilikler ve Kesintiler" başlıklı sunumunda, özel sektörün, özellikle 1980 darbesinden sonra, kendini devlete alternatif bir destekleyici olarak konumlandırdığını, ancak bunun da ifade özgürlüğünün garantörü olamayacağını belirtti. Son yıllarda iktidarın kültür ve sanat alanında kendi hegemonyasını kurma çabalarına dikkat çeken Karaca, sansürün keyfiliğinin ve etkilerinin arttığını, anayasal güvence altındaki sanatsal ifade özgürlüğünün ise uygulanmadığını ifade etti. Sansürün sadece sanat eserlerini değil, sanatçılar arasındaki bağları da zedelediğini söyleyerek, ifade özgürlüğü mücadelesinin önemini yeniden vurguladı.

Sanat teorisyeni ve küratör Ezgi Bakçay, "Çağdaş Sanat ve Katılımcı Kültür Politikaları" başlıklı konuşmasında, çağdaş sanat perspektifinden sansür ve otosansür meselesini derinlemesine ele aldı. Bakçay, neoliberal sistemde özgürlük kavramının nasıl bireyselleştirildiğini ve yalnızlaştırıldığını anlatarak, sanatçıların bu süreçte birer "girişimci performans öznesi"ne dönüştüğüne dikkat çekti.

Sanatçıların hem kendi efendileri hem de kendi köleleri olduğu bir yapıda, bireylerin sürekli rekabete ve kendi kaynaklarını sömürmeye teşvik edildiğini belirten Bakçay, bu durumun yaratıcılığı olumsuz etkilediğini vurguladı. "Özgürlük bir duygu değil, bir eylemdir" ifadesiyle, özgürlüğün etimolojik kökeninin "dostlar arasında olmak" anlamına geldiğini, kamusal alanda birlikte yaratmanın ve beklenmedik olanı gerçekleştirmenin özgürlüğün temel taşı olduğunu savunan Bakçay, sanatın kolektif ve katılımcı bir süreç olarak ele alınması gerektiğini belirtti. Bakçay, kültür ve sanat politikalarının dayanışmayı, yerellikten güç almayı ve bağımsızlaşmayı teşvik etmesi gerektiğini savunarak, mevcut neoliberal politikaların sanatçıları yalnızlaştırdığına dikkat çekti. Benjamin’den mülhem "Gözeneklilik" kavramını merkeze alarak, sanatın farklı disiplinler ve gündelik yaşamla ilişkisini yeniden inşa etmenin önemine değindi.

Konferansın ilk gününün son oturumunda, Kürt sanatında sansür ve direniş konuları tartışıldı. Oyuncu Ömer Şahin, "Kürt Tiyatrosu: Sansür Değil Kıyım" başlıklı sunumunda, Kürt tiyatrosunun tarihsel olarak 3 farklı döneme ayrılabileceğini ve bu dönemlerde farklılaşan sansür uygulama yöntemlerini anlattı. Müzisyen ve aranjör Nurhak Kılagöz, Kürt müziğinin sansür ve otosansür karşısında direnme biçimlerini paylaştı. Ventus Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Serkan Eker ise yayıncılıkta sansür ve mücadele yöntemleri üzerine konuştu.

Konferansın ikinci günü

Konferansın ikinci günü, kültür politikaları uzmanı Füsun Çataltaş Üstel'in "Kültür Politikaları" başlıklı konuşmasıyla başladı. Gün boyunca "Tutuklu Sesler", "Sanat ve Kültürde Temsil Dolayımıyla Uygulanan Sansür" ve "Queer Yaratıcılıkta İktidarın Çoklu Sureti" gibi başlıklar altında paneller ve forumlar düzenlendi.

Akademisyen Hülya Uğur Tanrıöver, sansürü "imge/suret olarak temsil" ve "mevcudiyet olarak temsil" kavramları üzerinden değerlendirdi. İmge olarak temsilin, sanatta ve medyada karşımıza çıkan sembolleri ve imgeleri içerdiğini belirten Tanrıöver, mevcudiyet olarak temsilin ise bir grubun fiziksel ya da sembolik varlığını ifade ettiğini söyledi. Tanrıöver, sansürün sadece yasaklar ve kısıtlamalarla değil, aynı zamanda değersizleştirme, dışlama ve varlığın kabul edilmemesi gibi örtük yöntemlerle de uygulandığını vurguladı. Özellikle kadınların, engellilerin ve LGBTİ+’ların temsillerinin baskılandığını ifade eden Tanrıöver, sansür ve otosansürün bir varlığın ya da kimliğin simgesel olarak yok edilmesi anlamına geldiğini belirtti.

Kültür-sanat yazarı Ayşen Güven, kadınların kültür-sanat alanındaki temsiliyeti konusunda karşılaştığı sorunlara dikkat çekti. Güven, popüler kültürde kadın temsillerinin sınırlı ve klişeleşmiş olduğunu, kadınların güçsüz, sadece anne rolünde veya erkek desteğine ihtiyaç duyan bireyler olarak gösterildiğini belirtti. Bu tür temsillerin, kadınların ve LGBTİ+’ların gerçek hikayelerini yansıtmaktan uzak olduğunu ifade eden Güven, bu soruların daha fazla sorgulanması gerektiğini vurguladı. Güven ayrıca, günümüzde popüler kültür ikonlarının bile heteronormatif değerleri yeniden üreterek kutsal aile yapısını yücelttiğini söyledi.

İktidarın çoklu sureti ve sansür mekanizmaları

Kaos GL Akademi ve Kültürel Çalışmalar Program Koordinatörü Aylime Aslı Demir, "Queer Yaratıcılıkta İktidarın Çoklu Sureti" başlıklı sunumunda, günümüz iktidar yapılarının çoklu ve yaygın doğasını ele aldı. Demir, iktidarın artık sadece merkezi bir otorite olarak değil, gündelik yaşamın her alanında varlık gösteren çok katmanlı ve esnek bir yapıya dönüştüğünü ifade etti. Bu mikro iktidar yapısının, yaşamın her alanında karşımıza çıkan mikro sansür ve otosansür mekanizmaları ürettiğini belirten Demir, bu nedenle iktidarın LGBTİ+’ların karşısına sadece yukarıdan aşağıya değil, aile, arkadaş çevresi, iş ortamı ve toplumun diğer katmanları aracılığıyla da çıktığını vurguladı. "Zorunlu heteroseksüellik" kavramını ele alarak, LGBTİ+’ların çok küçük yaşlardan itibaren bu yaygın baskı nedeniyle otosansür uygulamaya başladığını anlattı.

Son yıllarda LGBTİ+ içeriklere sahip basılı ve görsel yayınların maruz kaldığı sansüre değinerek, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'nun sadece LGBTİ+ içerik gerekçesiyle yayınlara ceza kesmekle kalmayıp, aynı zamanda LGBTİ+’lara yönelik nefret söylemini ve ayrımcılığı teşvik ettiğini ifade etti. Bu durumun sanatçıların üretim süreçlerinde ciddi zorluklar yarattığını ve otosansüre mecbur bıraktığını belirtti. Sanatın bu baskı mekanizmalarına karşı direniş gücüne vurgu yaparak, LGBTİ+ hareketinin kültür ve sanat alanındaki varlık mücadelesinin önemine değindi. "İktidar ilişkilerinin var olduğu her yer, aynı zamanda direnişi örgütlemenin potansiyelini de taşır" diyerek, sanatın bu mücadeledeki rolünü özetledi. Sanatın, yeni ifade biçimleri ve anlatım yolları geliştirerek baskı mekanizmalarını aşabileceğini ve toplumsal dönüşüme katkı sağlayabileceğini belirtti.

Sonuç bildirgesi ve gelecek adımlar

Konferansın sonunda, Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi tarafından bir sonuç bildirgesi yayımlandı. Bildirgede şu ifadelere yer verildi:

“Sansürün yalnızca siyasal iktidar odaklı olmadığını biliyoruz. Devlet kurumları dışında da pek çok aktör tarafından sistematik olarak uygulanıyor. Yaratılan korku ikliminde otosansürün de yaygınlaştığını görüyoruz.”

“İhtiyacımız olanın kolektif özne olmak olduğunun farkındayız. Bu mücadelenin, kültür sanat alanında çalışan, üreten ve kültür sanat hakkı olan herkesin örgütlenmesiyle sonuç vereceğine inanıyoruz.”

“Forumlardaki öneriler de gözetilerek; Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi’nin eylem ve etkinliklerinin kararlılıkla ve çeşitlendirilerek devam edeceğini beyan ediyoruz.”

Özgürlük İçin Sanat İnisiyatifi, bu mücadelenin sürdürüleceğini ve eylem planlarının çeşitlendirilerek devam edeceğini açıkladı.

İnisiyatifle ilgili detaylı bilgilere buradan ulaşabilirsiniz.


Etiketler: insan hakları, kadın, medya, kültür sanat
İstihdam