25/03/2011 | Yazar:

İktidarın Masrafsız Adaleti Olarak: Linç (Vurun Kahpeye!) Aslına bakarsanız linç dediğimiz kavramın, özel örnekleri de göz önünde bulundu

İktidarın Masrafsız Adaleti Olarak: Linç (Vurun Kahpeye!)
Aslına bakarsanız linç dediğimiz kavramın, özel örnekleri de göz önünde bulundurarak birçok değişik tanımını yapabiliriz. Algoritmik olarak sıralarsak, linçte üç temel koşul bulunur: adil bir yargılama sisteminin olmaması ya da az olması, kişilerin durum(lar)a karşı algı ve/veya doğrularının farklı olması (yani farklılık) ve bir veya birden fazla kişinin, daha fazla sayıda kişiyle karşılaşması. Sonuç: Linç.
 
Hukuk Sisteminin Yetersizliği, Linçi Her Daim Politik Kılar
Hukuk sisteminin yetersizliği linçi her daim politik kılar. “Linç” teriminin dünya lügatine yerleşmesini sağlayan Charles Lynch, “Amerikan Bağımsızlık Savaşı”nda İngiliz yanlısı olduğunu düşündüğü kişileri yargılamadan cezalandırmıştır. Aslında İngilizlere karşı başlayan savaş döneminde yapılan bu sistematik cezalandırma yöntemi, o dönem zencilere de uygulanmıştır. İşte bu noktada, linçin “kendinden olmayan”, “kendisine benzemeyen” ve “kendisi gibi düşünmeyen” bireylerin, iktidarı elinde bulunduran kişi veya kişilerce cezalandırılması yöntemi olarak ortaya çıktığını kolaylıkla söyleyebiliriz. Charles Lynch, o zamanlar kurdukları “kolpa” mahkeme ile bu prosesi yerine getiriyordu. Şimdi “linç” dediğimiz vakit aklımıza derhal ‘sokak linçi” gelse de, terim, geldiği orijinden pek de uzaklaşmış değil.
 
Linç, iktidarın, adalet eksikliği sonucu adaletin yerine getirilmesini toplumun ayrıcalıklı kesimine bırakmasıyla ortaya çıkar. Bu toplumda herkes bir nevi polistir ve toplum “suçlu”yu cezalandırma görevini kendisinde hissetmektedir. “İyi bir polis devletinde, aslında polise gerek yoktur” tezi, bu tür toplumların en temel gerçeğidir. İktidara göre ise, linç, toplumun “hassasiyet”i ve “vatandaşın olağan tepkisi” olup; azınlık (az olan; çoğunluk/iktidardan olmayan), çoğunluğun izin verdiği sınırlarda yaşadığı sürece linç gerçekleşmeyecektir. Buradan da anladığımız üzere linç, iktidarın masrafsız adalet sistemidir. İktidar da linçin en baba savunucusudur.
 
İktidarların toplum inşası, her bireyin birbirine benzer, stabil ve kendi kontrollerinde olmasını arzular. İktidarlarca kabul edilen ve iktidarı kabul eden bireyler, onun ideolojisini kabul etmiş ve egemenliği ve kontrolü altına girmiş demektir. Bu tek-tipliği reddeden bireyler, her bir “sınır” aşımında -yani kendisini ve/veya ideolojisini görünür kılma girişiminde- “suçlu” olacak ve linçe maruz kalabilecektir. Türkiye şartlarında bu temel olarak, “Türk olmamak”, “Müslüman olmamak”, “heteroseksüel olmamak”, kısacası “hayatı çoğunluk gibi alışılageldik yaşamamak” linç sebebi sayılır. Sakarya’da Ahmet Kaya tişörtü giyen gencin linç edilmesi, etnik kökeninden; Bursa’da yürüyüş yapmak isteyen LGBTT bireylere yönelik linç ise, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerinden dolayıdır. Sivas Madımak Oteli’nde yakılan Aleviler, 6-7 Eylül olaylarında linç edilen Ermeniler, Manisa Selendi’de linç edilen Romanlar… Türkiye tarihinde linç örneklerine çok kolay tanık olabiliriz. Linç bir iktidar psikolojisidir. Linçi gerçekleştiren bireyler, o anda devletin iktidarını paylaşmakta ve kendisine verilen “linç etme hakkı”nı kullanmaktadır. Yani linç, toplumun ayrıcalıklı kısmının, diğerlerini hizada tutmak için devletten edindiği ve resmiyete dökülmemiş bir haktır.
 
Linçin Diğer Yüzü
“Hukuk sisteminin yetersizliği, linçi her daim politik kılar.” cümlesini yukarıda belirtmiştim. Bir hırsızın veyahut çocuk tecavüzcüsü bir kişinin halk tarafından linç edilmesi gibi… Bu örnekleri verme nedenim, kişi veya kişilerin etnisite/cinsiyet/din gibi sebeplerden öte, hukuk sistemi ve “herkes” tarafından açıkça suç olduğu kabul edilen olaylar üzerinden hırsız veya tecavüzcünün halk tarafından dövülmesindeki psikolojidir. İktidar buradaki linçe de izin vermektedir. Yani, iktidar ve toplum tarafından suç kabul edilen bir olayı işleyen kişinin linçe maruz kalması, iktidarca normal kabul edilmekte ve linç yapan kişiler cesaretlendirilmektedir (masrafsız adalet sistemi). Linçe uğrayan kişinin tecavüzcü veya hırsız olması iktidar için ne kadar “suç” ise, kişinin iktidardan farklı düşünmesi, farklı etnik kökenden olması, farklı cinsel yönelime sahip olması da o kadar “suç” kabul edilecektir. Linçin temelinde, çoğunluğun yargısız egemenliği yatmaktadır.
Tecavüz ve taciz gibi durumlarda eylemi yapan kişi haricindeki her kimsenin bu olayın yanlışlığından emin olduğu durumlardaki linçin, çoğunluğun kendisine benzemeyenlere yaptığı linçten farkını anlatmak için ayrı bir başlıkta konuştuk. Lakin sonucu linç olan fakat temelinde farklı bulunan bu durumlar, iktidarlarca topluma bir “aynılık” düzeyinde sunulmaktadır.  Türk olmayanlar: düşman*, Müslüman veya -spesifik olarak- Sünni olmayanlar: gâvur (düşman), eşcinseller: sapık (tecavüzcü)…
* Burada “düşman” sözcüğünün özelikle kullanılmasında, savaş sırasında “öldürülmesi mubah olan” tarafla benzeşmeyen tek yönler olmasını hatırlatmakta yarar vardır.
 
Yürek Yasası, Kibir ve Çılgınlık
Bir çılgınlık hali olarak linçin meydana gelmesi üzerinde düşündüğümüzde, biraz Hegelyan takılmamak elde değil. Aklımıza hemen “İdeal toplumda da çoğunluk olacaktır. Peki, bu çoğunluğun az olana hükmetmesi nasıl engellenecektir. İdeal toplumda “linç” kültürü olmayacak mıdır?” sorularının kafamızda üşüşmemesi işten bile değil.
 
Hegelci felsefede, akla çok büyük değerler biçilmez. Akıl akıldır. Kısacası akıl “altı-üstü” bir içgüdü, bir egosal istektir. İçgüdülerin yaşamsal önemleri vardır tabii ki. Birazdan az daha açtığım takdirde, aklın algoritmik öneminin aslında hayati olduğunu fakat devamındaki algoritmaların sürdürülmemesi halinde sadece bir “akıl” olmaktan öteye gitmediğini daha iyi anlamış olacağız. Nasıl ki bir hayvanın aklı, kendi bedensel varlığını korumak için, bir şekilde yiyeceğini temin ediyor ve sonunda karnının doymasından başka bir şey elde etmiyor ve üretmiyorsa; aklın içgüdüsü de kendisinden -yani “ben”den- başkasını düşünmeyecek ve “ben” harici bir kimse için bir şey ortaya koymayacaktır. Oysa insanlaştırıcı ve devrimci istek, hayatı bir başka değer uğruna yitirmeyi göze alan bir istek olmalıdır. Sokaktaki linçin iktidar tarafından yorumlanması, bir “refleks” olacaktır. Linçe uğrayan kişi veya kişilerin, “refleks” gösterenlerin hassasiyetlerini göz önünde bulundurması teması işlenecektir. Hâlbuki refleks, istemsiz bir hareketten öte bir şey değildir; aklın kontrolünde olmayan bir harekettir. Linçin bir refleks olarak el alınması, linçin akıl sınırları dışına bırakılıp bir “norm” olarak ele alınması gereğini sunacaktır ancak kişilerin iktidar olma akıl biçimleriyle linçi gerçekleştirdikleri bir gerçektir.
 
Linçin ön koşullarını, yazımın girişinde kabataslak yazmıştım. Çok-az olan veya linç eden-edilenler arasındaki ilk oluşan durum, bir akıl çatışmasıdır. Yani hayatın devamı ve tahayyül edilen hayat biçimlerinin farklılığı, karşılıklı gruplar arasında akılsal bir çatışma halini doğurur. Bu soyut çatışma hali, içerisinde bir “ yürek yasası (gönül yasası)” barındırmaktadır. “Gönül yasası” dediğimiz akıl biçimi, kendi doğrularını inşa etmiş, kendisinden son derece emin olmuş, kendisi dışındaki akılları kendi aklınca yanlışlamış ve en doğrusunun bu olduğu kanaatine varmıştır. En amiyane tabirle “gönül yasası” olan bu akıl biçimi, gönlünde yatan bu “doğru”nun gerçekleşmediği takdirde her şeyin ters düz olacağına gönülden inanmıştır. İktidarın “gönül yasası” ne kadar “çok”un gönlünde yatan olursa, iktidar devam edecek ve bu çoğunluk belirli alanlarda iktidarı paylaşabilecektir. Linç de bu iktidar paylaşımlarından biri ve -daha önce de belirtildiği gibi- bu durum, iktidarın masrafsız askerlerini yaratmış olacaktır.
 
İktidar ve çoğunlukla, “gönül yasası”nı kabul etmeyenler bu noktada “azınlık” konumuna düşürülmüş olacak; işte o vakit, “kibir” devreye girecektir. Artık çoğunluk, az olana karşı büyüklenme lüksüne, hatta “hak”kına sahiptir çünkü en “doğru” onlarınkidir. Kibir, beraberinde kendisine yedeklemeyi getirir. Onların “doğru”suna ne kadar direnirsen o kadar küçük düşürülecek ve ötekileştirileceksin; tersinde ise, ne kadar yedeklenirsen sen de kendi çapında iktidar olacaksın.
 
İktidar ve ona yedeklenen grup, ötekileri kendisine yedeklemeye çalışacaktır. Olası bir iktidardan/çoğunluktan yana olmayanların kendini var etme, ifade etme ve görünür kılma girişiminde ise, “kibir çılgınlığı” devreye girecektir. Kibir çılgınlığı denilen nokta ise, az olanın hayat dışı bırakılması olayıdır. Bu çılgınlığın en uç noktalarından biri de linçtir. Bu linç girişimi, kendi içerisinde bir kibir barındırdığından dolayı, bunun bir çılgınlık hali olduğunu da kabul etmeyecektir çünkü bu akıl biçimine göre yapılan linç, o noktada doğru olandır. Aksi de iddia edilemezdir.
 
Soyuttan Somuta Linç
Tüm bunları söyledikten sonra, “soyut”tan “somut”a -yani bu düşünsel düzlemden eylemsel düzleme- geçmemiz muhakkak gerekecek. Politik gerçekliklerden doğan linçlerin gelişimini ve çözümünü bir ideoloji olarak açıkladıktan sonra, yaşadığımız günü politik olarak olumsuzlamaya başladığımızda Hegel’in idealist (düşünsel) diyalektiğinden Marx’ın materyalist diyalektiğine hareket etmemek elde değil. Yani sorunun her durumda belirleyici kısmı, düşünsel düzlemde bir çözümden öte somut toplumsal sorunlar üzerinden eylemleştirilmesidir. Materyalist diyalektikte, hayatın akıcılığı asıl olandır ve sen hayata o anda ne kadar müdahale edebiliyorsan onu o kadar değiştirebilirsin. Yoksa “Vurun kahpeye!” naralarını yüz yıllar boyu duymaya devam eder ve gün gelir siz de “kahpe” olur vurulursunuz.
 
2011’e dipnot: Dergimizin Ocak-Şubat sayısı için Aralık’ın ilk soğuklarında bu yazıyı kaleme alırken, 2011 itibari ile Kürtçe ismim olan Ardıl’ı da kullanmaya başlamış olacağım. Ardıl, “yürek ateşi” demek. Yeni yılınızın umut dolu geçmesi ve gönlünüzdeki ateşin her daim kıvıl kıvıl olması dileğiyle…


Etiketler:
İstihdam